Demokratik Saat Ayarı

Kerelerce okuduğum halde doyamadığım yazarlardan biridir Ahmet Hamdi Tanpınar. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” adlı yapıtında şöyle der: “Politikadaki Hürriyet bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık kapısıdır”. Bu saptama “Demokrasi” ya da “Demokratikleşme” kavramları içinde aynen geçerlidir. Günümüzde, demokrasinin beşiği olarak nitelenen ülkelerdeki partiler de bu yaklaşıma uygun bir “Demokrasi” örneği sergilemektedirler. ABD, İngiltere, Fransa vb de bu bağlamda nice örnekleri bir çırpıda sıralayabiliriz.

1908’de ilan edilen hürriyeti, İttihatçı Naki Bey, Selanik’te Beyaz Kule çevresindeki gazinoda, maestroya “Çal Marseillaies”i diyerek kutlamıştı. Namık Kemal’den bu yana “Hürriyet” ve “Demokrasi” her ferde, her kalem erbabına göre (Hasan Cemal dahil) farklı algılanır ve de yorumlanır.

Abdülkadir Kemal'inin (Orhan Kemal’in babasıdır) I. TBMM tarafından kabul edilen “Masumiyeti Şahsi”ye yasasının algılanması da Tanpınar’ın tanımına uygundur. Bireysel özgürlüğün korunmasına ait bu yasaya ilişkin Akbaba (Mizah Dergisi) şu şiiri yayınlanıyordu:

-Külhanbeyi ağzıyla-

Yeni kanun çıktı polis efendi.

Dilediğim kadar nara atarım!

Şimdi gönlüm burasını beğendi.

Keyfim ister kaldırıma yatarım.

Sevmem öyle zevzekliği, alayı,

Bir kızarsam bastırırım kalayı!

Sıyırınca belimdeki palayı,

Mahalleyi birbirine katar yakarım.

1923 yılında yayınlanan bu mizahi şiir gibi, gene aynı yıl içinde Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali’nin, yayınladığı makalelere kızıp “İleri” gazetesini basarak Celal Nuri’yi dövmesi de şöyle hicvediliyor.

Ey Gaziayıntap meb’usu Kılıç,

Hiç Celal Nuri’den alınır mı hınç.

Hiç böyle dayaklı şaka olur mu?

İstanbul içinde caka olur mu?

Zira zorbalığı almıyor aklım,

Burası Ankara değil kalpaklım.

Ne dersiniz. Osmanlı İstanbul’un Ankara’ya hıncını ne güzel yansıtıyor bu dizeler… Bugün farklı mı? Aynı gülmece dergisinde (1924) partilere ilişkin saptaması da şöyle:

Azm ederken Meclis-i Âli milletten yana

Şöyle tetkik et ki kimlermiş hükümetten yana.

Farkı yok zannım (Terrakiperveranın) (Halk’tan) yana.

Söylemezler başka bir şey fikir ve kanaattan yana

Sağda paşalar görürsün solda paşalar yine

Emin ve esir müsavi şekil ve heybetten yana

Böyle birkaç fırka hâlk olmak değil bir fırkadan

Çıksa yüz bin fırka fark etmez hakikatten yana.

Bu alıntıları neden yaptım. Diyelim ki eski bir reklamın belgisi gibi: “Yok birbirimizden farkımız” gerçeğine parmak basmak için… Çünkü yaşım gereği ülkemizdeki “Demokrasi” söylemini bitecrübe yaşadım. 1923-1930 döneminin beş yılı “Takriri Şükûn” baskısı, İstiklal Mahkemesi korkusuyla geçti. 1930-1945 döneminde “Tek Ulus-Tek Parti-Tek Şef” egemenliği ve bunun altı yılında pekiştirilmiş sıkı yönetim düzeninde yaşadık. 1950-1980’de biraz nefes aldık mı? Kuşkulu. Ayrıca sıkı yönetimde bu zaman aralığında gene gündemdeydi. 1960’tan sonra askeri yönetim ve askeri vesayet etkisini her zaman hissettirdi. 1980’li yılların sonuna kadar, Bayar hariç, Cumhurbaşkanları asker kökenliydi. 12 Mart 1971 ile 1980 12 Eylül sonrası ise TV dizilerinde sergilendi. 87 yıllık Cumhuriyetin yarısından fazlası sıkı ya da olağanüstü yönetimlerin sultasıyla yaşandı. Bu bağlamda Yeni Osmanlıların “Hürriyet” çığlığı hep kulaklarımızda çınladı.

1946’dan sonra girdiğimiz demokrasi dönemi çok partili siyasal yaşama ve de sandığa indirgendi. Ne var ki sol görüşlü (Marksizmin değişik yorumlarına dayanan) partilere bu demokrasi anlayışında yer yoktu. 1965 seçimlerinde %3’e yakın oy alan TİP’e bile tahammül edilmedi. Mecliste fiili saldırıya kadar varan bir nefret dalgası onları adeta kuşattı. Marksist kökenli partiler böylesine horlanırken kendisine “Sosyal demokrat” kisvesi verilen CHP ise alabildiğine soldan uzaklaştı.

Türkiye’de çok partili yaşam hiçbir zaman siyasi anlamda ideolojik bir temele oturmadı. Hep sağ kulvar dolduruldu. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana aynen devam etti. CHP’nin devrimciliği sadece biçimsel bir reformizimle sınırlıydı. Batıyı, kapitalizmi ve onun burjuva yaşam tarzını örnek almıştı. Atatürk’ün ve inkilâpçı arkadaşlarının özlemi buydu. Bugünkü resimde farklı değildir. İlhan Selçuk’un hasta yatağından verdiği mesaj anlamlıdır ama eksiktir. Selçuk “Türkiye’de irtica tehlikesi yoktur demokrasi sorunu vardır” saptamasını yapıyor. Doğrudur. Ne var ki bu saptamayı anlamlı kılabilmek için şöyle demeliydi: “Türkiye’de irtica tehlikesi kapitalistleşme sürecinde azalmıştır ama dini inançların sermaye tarafından kendi çıkarları yönünde kullanılma tehlikesi hala mevcuttur. Demokrasiyi neo-liberal kurama uyumlu tanımladıkça, eşitlik ve özgürlükler bağlamında her zaman sorunlarla karşılaşacağız."

Girişteki alıntılarımız bugünde siyasal yaşamımızda geçerliliğini korumaktadır. İktidar ve muhalefet partilerinin sermayeden yana ekonomik politikalardan ayrıldığı hiçbir nokta yoktur. Dış politikada da ayrı çizgileri izledikleri söylenemez. Laiklik konusunda da farklı sayılmazlar. Bu bakımdan sandık sonuçları da liderlerin hitabetine ve de ferasetine kalmıştır. Zaten elma çeşitlerinden hangisini seçersen aynı tadı verir.

Şimdilerde CHP ve MHP erken seçim diye bastırıyor. Neden? AKP’nin yıpranma payından yararlanmak için. Ne var ki alacaklar oylar hala %20 dolayında. Açıkçası bir başarı ya da iktidar beklentileri yok.

Medya organları ise muhalefeti sadece “merkez parti iktidarı” özlemi bağlamında yapıyor. Demek ki neo-liberal acımasız ekonominin devamını yeğliyorlar. Özellikle CHP için bu ayıptır. Haftada bir grup toplantılarında, gittikçe zayıflayan belâgatıyla, Deniz Baykal’ın, etkisi donanma fişeği gibi sönen salvolarıyla bir adım öne gidilemez. Yığınların yanıt beklediği yaşamsal sorunlara eğilmesi ve seçmeni ikna etmesi gerekir.

Şimdilerde serbesti adına yeni bir tezin gündeme getirildiğini görüyoruz. Bu teze göre kısmi bir değişiklik yapılarak oluşturulacak anayasa paketi referanduma sunulacak. Bu aldatıcı bir serbestlik gösterisidir. Halk oylamaları ancak net bir cevap beklenen konularda anlamlıdır. Örneğin kürtajın yasaklanması vb gibi. Bu durumda bile bireysel haklara tecavüz edilir. Anayasa gibi bir çok soruyu birden içeren konularda yapılacak “Halk Oylaması” söylenen “demokratikleşme”ye uygun değildir. Pamuk Prenses masalındaki “zehirli elma şekeri”ne benzer. Yapılması tasarlanan “Anayasa Referandumu” açıkça neo-liberal düzene uyumlandırılacak “Saat Ayar” niteliğindedir. Ama her saat ayarının bir odak noktası vardır. Yıllar önce Ankara Radyosu saat ayarını verirken “Greenwich” odağına göre olduğunu söylemeyi unutmazdı. Demokratik saat ayarımızın odak noktası neresidir. İrdelenmesi gereken soru budur.