1980 darbesi, 1990’ların geçiş dönemi, AKP’nin yükselişi ve şimdi Erdoğan sonrasına geçiş… Bunların istisnasız hepsinde TÜSİAD’ın istediği oldu ve olmakta.

Erdoğan sonrasına geçiş

Henüz Erdoğan’dan kurtulamamışken “Erdoğan sonrası” için konuşmak yersiz mi?

Üstelik kimin (veya kimlerin) Erdoğan’ın yerini alacağı, siyasi partilere ne olacağı bu kadar belirsizken, dolayısıyla önce biraz “görmek” gerekiyorken… 

Geleceğin ne getireceğini görmek, ona göre konuşmak ve konuşlanmak…

Oysa bizim şu an ihtiyacımız olan şey biraz da ne göreceğimize karar vermek. Yani ihtiyacımız olan şey biraz teori.

Peki teori ne diyor?

Teori Türkiye’yi yönetenlerin hangi programı uyguladığını sorgulayarak işe başlamalısın diyor.

O halde çok net söyleyerek başlamalıyız. Türkiye’nin önündeki program TÜSİAD'ın programıdır.

Türkiye’yi yöneten siyasi kadrolar şu ya da bu açıyla şu ya da bu itirazla ama belli bir zorunlulukla hareket etmekte, TÜSİAD’ın yani Türkiye’nin büyük, tekelci ve dilerseniz “hegemonik” sermayesinin programını uygulamaktadır.

Murat Yetkin TÜSİAD adına mı konuşuyor?

Bu program belli bir gecikmeyle devreye girmiş olsa da son derece dikkatli bir biçimde hayata geçirilmektedir. 

Yani Erdoğan’a “Mehmet Şimşek’i zamanında görevlendirseydin şimdi acı reçete olmazdı” diyen Murat Yetkin yanılmakla kalmıyor, kasıtlı olarak yanıltıyor.

Çünkü, aslında, söz konusu gecikmenin kendisi de bir açıdan “başarıdır”. 

Bilindiği gibi, TÜSİAD bu konuda farklı sermaye çevreleriyle gerilim halindedir. Türkiye’de kaynak sorunu yaşayan ve düşük faiz + değersiz TL’yi tercih eden bir sermayedar toplamı vardır. Bunlar kendi programlarını kutsallaştırmak için “faiz lobisi” argümanına başvurmakla meşguldürler. Ancak acı reçetenin gecikmesi bu ekibin programının uygulandığı anlamına gelmemektedir. Bu, TÜSİAD'ı hafife almak anlamına gelir.

Önemli olan şudur ki seçim arifesinde acı reçeteyle uğraşmak istemeyen yalnızca Erdoğan değildir. TÜSİAD da bunun farkındadır. Hayat pahalılığını idare etmek bir şeydir, ancak geniş işsizliğin ve kemer sıkmanın sadece hükümet değişikliğiyle sonuçlanabileceğini ve orada kalabileceğini düşünmek Türkiye’yi kolay risk alınabilir bir ülke zannetmektir.

Her şeyin zamanı vardır

Ayrıca gecikme, TÜSİAD’ın kendi programını “rasyonel olan budur” diyerek halkın programı gibi sunmasına imkan sağlamıştır. Bu gerilimin yönetilebilmesidir “başarı” olan. 

Öyleki şimdi kimsenin “faiz lobisi”ni umursadığı yoktur!

Ötesi de var. Fiyat istikrarı, politika faizi, kur dengeleri bu gerilimin içerisinde kendine yer bulur ama bundan ibaret değildir. Burada emeğin üretkenlik seviyesi, hangi malların nasıl üretildiği ve uluslararası piyasalarda hangi zincire yerleştiği gibi pek çok farklılık devreye girer. 

Bu belki başka bir yazının konusu. Ama yeri gelmişken bizim için önemli olan kısma değinelim: Türkiye sermaye sınıfının iç gerilimlerinde belirleyici olan nedir?

TÜSİAD sermayesi uluslararası bağlantıları, kredi olanakları, Türkiye ekonomisinin kaynaklarının kullanımı gibi bir dizi başlıkta “hegemonik”tir. Uluslararası piyasaların durumu, kredi olanakları, sıcak paranın hareketi gibi başlıkların Türkiye ekonomisi açısından ifade ettiği anlam işte bu büyük sermayenin programı üzerinden anlaşılabilir. Büyük sermayenin programı hem sermaye içi gerilimlere hem de emekçi çoğunluğun çıkarlarına baskın gelerek devreye girmiştir.

Aslında bugün uygulanmasına başlanan programın tarihi 2018’in de öncesine dayanıyor bile denebilir. Halbuki geçtiğimiz 10 yıllık dönemde tek sorun bu değildir. Türkiye siyaseti büyük gerilimlerle gerilmiş ve farklı alternatifler ya denenmiş ya cepte tutulmuştur.

TÜSİAD hız ister, istikrar ister

Hatırlanacaktır: Ergenekon ve Balyoz “bahar”ları, başkanlık sistemi tartışmaları, Gezi direnişi, CHP-HDP ittifakı, darbe, patlamalar ve sayısız seçim Türkiye ekonomisinin “tepesinde” istenen istikrarı yaratmaktan uzak bir resim çizmektedir.

Burada artık Türkiye siyasetinin “kural”ı haline gelen şeyi hatırlamamız gerekiyor.

Türkiye’yi yöneten asıl güç olan TÜSİAD sermayesi Türkiye’de siyasi dengelerin sürpriz gelişmeler ortaya çıkarabildiğini bilmektedir. Ve TÜSİAD, Türkiye kapitalizminin zayıf noktalarının son derece farkındadır.

Türkiye sermayesi (kıyaslama tartışılır ama) söz gelimi Fransa’da olduğu şekliyle insanların sokakları doldurduğu, emekçilerin ve halkın kendi gücünün farkına varmaya başladığı, mücadele kültürünün kök saldığı ve düzen siyasetinden umudu kestiği bir pencerenin açılmasından ölesiye korkmaktadır.

Hükümet sisteminin “yavaşlaması”, zamanında ve etkili kararların alınamaması, TÜSİAD ile etkili bir diyalogun kurulamaması da burada belirleyenlerdendir.

Gezi direnişinin görece “istikrarlı” bir ana denk gelmesi bu sınıf için büyük bir şans olmakla birlikte, AKP hükümeti ve Erdoğan’ın hizmetlerini arka plana ittirmemelidir. Çok uzun bir dönem boyunca Erdoğan ve AKP hükümeti ekranlara yansıyan bütün o gerilimleri boşa çıkaracak kadar etkili bir TÜSİAD programı uygulayıcısı olmuştur.

Ve AKP dönemi ancak kendinden önceki dönemle birlikte anlaşılabilir. Özellikle de 1990’lar koalisyonların, hükümet sistemindeki gelgitlerin dönemidir. TÜSİAD-IMF programı ancak AKP iktidarıyla tam anlamıyla uygulanabilmiştir.

O dönemde, sosyal demokratların da parçası olduğu kargaşalı sistemde işçi sınıfına da “fazla taviz verilmiş”, hükümet Türkiye ekonomisinin kaynaklarını yönetmek konusunda çuvallamaya başlamıştır. TÜSİAD ısrarla kendi programının uygulanmasını istemekte, hatta artık doğrudan siyasete de müdahale etmekte ama istediği yanıtı alamamaktadır.

TÜSİAD başkan sever

Bunun ne sonuç ürettiğini hepimiz biliyoruz. TÜSİAD programını uygulayacak etkili bir otorite gerekmektedir. TÜSİAD programı derken buna ABD’nin Irak işgali, Ergenekon ve Balyoz davaları, özelleştirmeler dahildir. 

TÜSİAD aradığı etkili yönetimi yani koalisyon tartışmalarından uzak ama aynı zamanda halkı ikna etme görevini de yerine getiren bir yönetimi Erdoğan liderliğinde elde etmiştir.

Yani Erdoğan’ın diline pelesenk olan “koalisyonlar etkisizdir” deyişi aslen TÜSİAD’ın seslenişidir.

Üstelik Erdoğan, sermaye sınıfının iç gerilimlerini, yani TÜSİAD’ın “çevresinde” konumlanan grupları da TÜSİAD programına ikna edebilecek bir lider olarak ortaya çıkmıştır.

Hem halkı, hem sermaye gruplarını bir projede birleştirebilmek TÜSİAD için muazzam bir nimet olmuştur.

Ve Erdoğan’ın tam da bu özelliği, uzun bir dönem boyunca onu “vazgeçilmez” kılmıştır.

Bakın, TÜSİAD’ın programı olan son Orta Vadeli Program aslen Mehmet Şimşek ile birlikte devreye girmiştir. Ama bu programın ruhu çok uzun süredir ortadadır. TÜSİAD Türkiye’nin zor dönemecinde farklı dinamikleri ikna edebilme kabiliyeti olan bir lidere güvenmiş ve çok şey kazanmıştır.

Nasıl mı?

Erdoğan, bir gün, içinden yetişip geldiği sermaye gruplarının gönlünü alırcasına “nas” demekte, enflasyona dair teoriler anlatmakta ve ona uygun kadroları oraya yerleştirmektedir. Başka bir gün kendisiyle çelişmekte kemer sıkma, faiz ve diğer başlıklarda Mehmet Şimşek gibi konuşmaktadır. Bir gün “dar gelirliyi unutmayacağız”, diğer günse “bu kadar zam yeter” demektedir.

Kadrolar değişir, iktisat teorileri anlatılır, önemli olan istikrardır

Ortalama bir göz burada büyük çelişkiler ve kafa karışıklıkları görmekte, ekonomi politikası açısından AKP iktidarının gelişigüzel vurduğunu düşünmektedir. Halbuki neyin ne olduğunu TÜSİAD da bilmekte ve zamanını beklemektedir. Kendisi için en önemli başlıkta, siyasi istikrar ve zamanı iyi kullanabilme konusunda Erdoğan’ın ekmeğini yemektedir.

TÜSİAD aradığı istikrara nihayet kavuşmuştur. Erdoğan sonrasına geçişi belirleyen temel enstrüman da bu olacaktır.

Seçimsiz, istikrarlı bir dönem ve artık zamanı gelen bir programın uygulamaya geçirilişi….

Şunun artık anlaşılması ve hatırlanması gerekiyor. 

Erdoğan ve ekibi iktidara gelmek için yetiştirilirken, TÜSİAD’ın ilk tepkisi “bu İslamcılar ne dediğimizi anlayabilecek mi?” olmuştur. Öyleki Milli Görüş hareketi Türkiye kapitalizminin dinamiklerini, tekelci yapısını anlayamayacak “ideolojik” tuhaflıklar ve “sorumsuzluklar” sergilemiştir. 

Ne var ki Erdoğan ve ekibi daha en başında TÜSİAD’a “biz sizi anlıyoruz ve dediğinizi yapacağız” demiştir. Özelleştirmelerin bu kadar hızla hayata geçirilebilmesi bunun en önemli göstergesidir. Irak işgali öncesi Türkiye’ye müjde edilen yabancı kredilerin “kime ait olduğunu” anlayacak kadar işgalci ve TÜSİAD’cı olmuştur AKP hükümeti.

Bugün de aynı mekanizma işlemektedir.

Bir sonraki 'Erdoğan' da TÜSİAD’cı olacaktır

Erdoğan, İmamoğlu, Özel veya o çok güvenilen güvenlik bürokrasinin suskun kadroları… Öyle ya da böyle, TÜSİAD’ın programını uygulayacaktır.

Türkiye AKP ve CHP’de cisimleşen, batıdan aşina olunan tipte bir ikili sistem yaratabilir mi? AKP ile MHP arası gerilim ne noktada sonuçlanır? Bir Kürt açılımı yolda mıdır? Devlet içi mücadele nereye evrilir?

Bütün bunlar “Erdoğan sonrası” için önemlidir. Ve elbette zamana, “görmeye” ihtiyacımız olacağı açıktır. Bununla birlikte, Türkiye’nin bugüne kadar yaşadığı bütün geçiş dönemlerinin TÜSİAD'ın programının uygulanmasıyla sonuçlandığı da unutulmamalıdır.

1980 darbesi, 1990’ların geçiş dönemi, AKP’nin yükselişi ve şimdi Erdoğan sonrasına geçiş… Bunların istisnasız hepsinde TÜSİAD’ın istediği oldu ve olmakta.

Türkiye sermayesi “insanların sokakları doldurduğu, emekçilerin ve halkın kendi gücünün farkına varmaya başladığı, düzen siyasetinden umudu kestiği bir pencerenin açılmasından ölesiye korkmaktadır” demiştik.

Bunun sonuçlarından biri de düzen siyasetine olan ilginin kaybolmasının önüne geçilme gereksinimidir. Halkı düzen içi taraflaşmaların bir safı haline getirmek için yol bulunur. Üstelik TÜSİAD programının acı reçetesini unutturmak için bir miktar “ödün” verilmesi de muhtemeldir.

O halde yeni dönemin kavga konularında pozisyon alırken, gerçek bir kamplaşma ve kavga için öncelikle bu temel ayrımdan yola çıkılması gerekiyor.

Türkiye'de düzen siyaseti baştan sona TÜSİAD'cıdır. Öyle olmak zorunda olduğunu da görüyoruz.

Gerçek bir mücadele için bu programın işler ve meşru kılınmasına çabalayanların da deşifre edilmesi gerekmektedir.