Nükleer bir savaş ve bildiğimiz dünyanın sonu açıkça gündemdedir. Bir NATO üyesi olan Türkiye’nin vatandaşları olarak bu trajik sona karşı çıkmak durumundayız.

Üçüncü Cihan Savaşı'nın eşiğinde miyiz?

Scott Ritter, Amerikalı bir yazar ve askerî istihbarat uzmanıdır. ABD’nin Irak’taki askerî harekâtına üniformalı olarak katıldıktan sonra Batı’nın Orta Doğu ve Ukrayna’da kışkırttığı, yürüttüğü savaşlara dönük eleştirileri, kitap ve belgeselleri ile ün yaptı. ABD hükümeti de 5 Haziran’da Ritter’in pasaportuna el koyarak Rusya’da bir toplantıya katılımını engelledi.

Ritter de bir basın toplantısı ve bir makale (Global Research, 21 Haziran 2024) ile Batı’nın dünyayı bir nükleer savaş eşiğine sürüklemekte olduğunu açıkladı. Bu olguları, tehlikeli gidişatı, diğer “duyarlı dünya vatandaşları” gibi izlemekteydim. Bir NATO üyesi ülkenin vatandaşları olarak bizleri de yakından ilgilendiriyor. Bu yazının başlığındaki soruyu, Ritter’in yazısından hareket ederek tartışmak istedim.

Batı, Ukrayna savaşını tırmandırıyor

Ritter’in yazısı, Rusya Savunma Bakanlığı’nın 6 Mayıs tarihli bir duyurusunu aktarmaktadır: “Bazı Batılı yetkililerin Rusya hakkındaki provokatif demeçleri nedeniyle taktik nükleer silahlarla ilgili bir manevranın yapılması kararlaştırılmıştır.”

Batılı yetkililerin Rusya’ya dönük “provokatif demeçleri” artmaktaydı. Ritter, 3 Mayıs’ta Emmanuel Macron’un verdiği bir demeci vurguluyor: “Rusya’nın Ukrayna’daki ilerlemesi devam ederse Fransız birliklerinin orada konuşlanmasını da düşünebilirim.” Batı ittifakı daha önce Ukrayna ordusuna Rusya’nın içindeki hedefleri de vurmak üzere uzun menzilli silahların verilmesini kararlaştırmıştı.

Temel neden, bugünkü koşullar içinde Ukrayna savaşının Rusya lehine sonuçlanacağının anlaşılmasıdır. “Vekâlet savaşının açık tarafı” olan Batı ittifakının yenilgisi de kesinleşiyor. Rus ekonomisinin sanayi tabanının gücü, savaş üretimine dönüşüm esnekliği, NATO’ya baskın çıktı. Rus genel kurmayının yıpratma stratejisi Ukrayna’nın savaşı sürdürme yeteneklerini tüketti.

Batı’nın Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlarının sonuçları? Bu alanda son adım İtalya’daki G7 toplantısında atıldı: “Rusya devletine ait dondurulmuş varlıkların getirilerinden sağlanacak 50 milyar doların kredi olarak Ukrayna’ya tahsisi” kararlaştırıldı. Hindistan’dan emekli bir diplomat, Rusya'nın rezervlerine böylece el konulmasını, “yüzyılın finansal dolandırıcılığıdır; para tarihinin en büyük hırsızlığıdır; uluslararası finans hukukunun açıkça çiğnenmesidir” olarak nitelendirdi. (M.K. Bhadrakumar, India Punchline, 19 Haziran 2024).

Yaptırımların Rus ekonomisini fazla etkilemediği anlaşılıyor. 2023’te yüzde 3,6 oranında büyüyen Rusya, dünya millî gelir sıralamasında Japonya’yı geçerek dördüncü sıraya yerleşti.

Rusya’nın ilk tepkileri; NATO’dan yanıtlar

Biden, bir süreden beri “Rusya’nın kırmızı çizgilerini umursamadığını” göstermekteydi. Son gelişmelerle, “kırmızı eşik” yukarıda değindiğim iki aşamada aşılıyor: Ukrayna’ya verilen uçakların, uzun menzilli silahların Rusya’nın içerisindeki hedefleri vurması ve bunları da kullanmak üzere Batılı askerlerin Ukrayna’da konuşlanması…

Bu ikinci adım sonrasında gerçekçi teşhisi NATO’nun “aykırı üyesi” Macaristan’ın dışişleri bakanı Szijjarto yaptı: “Doğrudan doğruya NATO-Rusya çatışması anlamına gelir; bir sonrası III’ncü Dünya Savaşı’dır.”

Rusya’nın tutumunu Putin’den başlatalım. Mayıs sonunda Özbekistan ziyaretinde Scholz ve Stoltenberg’in tehditlerine ilk tepkisini ifade etti: “Avrupa kaynaklı tehditlerin zincirleme artışı ciddi sonuçlar doğurabilir. Stratejik silahlarda bizimle denklik içinde olan ABD bunlara karşı nasıl davranacak? Küresel bir çatışmayı mı istiyor?”

Putin, 5 Haziran’da Petersburg’taki basın toplantısında uyarısını bir üst aşamaya taşıdı:

“Nedendir bilinmez, Batı, Rusya’nın nükleer silahları asla kullanmayacağını sanıyor. Halbuki bizim bir nükleer doktrinimiz var. Buna göre hükümranlığımız ve sınırlarımızın dokunulmazlığı tehdit edilirse bütün olanaklarımızı kullanmamız mümkündür. Bu seçenek hafife alınmamalı. Avrupa’da ve ABD’de sözü edilen uzun menzilli silahların üreticilerini ve bu silahların Rusya’daki hedeflerini programlayanları vurmaya hazırız.”

Bu sözlü uyarıları yukarıda değindiğim taktik nükleer silahlarla ilgili Rusya’nın askerî manevraları izledi. Ritter bunların iki aşamalı yürütüldüğünü açıklıyor. İlk aşama, “İskender” adlı füze sistemlerinin kullanımına ilişkindir. Açıklandığına göre bu füzeler manevra edilebiliyor; “avlanabilmesi” çok güçtür. Her birinin menzili 500 kilometredir. Kırım’dan NATO’nun Romanya’daki üslerine ulaşabiliyorlar. Her biri 5-50 kiloton arasında “verim” içerir. (Hiroşima’da kullanılan atom bombasının 15 kiloton “verim” içerdiği ayrıca açıklanıyor.)

Manevraların ikincisi, daha önceki bir anlaşma gereği Belarus’ta yapılmış; SU-25 uçaklarının atacağı geleneksel nükleer bombaların kullanımı üzerinde odaklanılmış. Bu yöntem Polonya ve Baltık ülkelerindeki NATO üslerinin tümüne ulaşabilmekteymiş. NATO’nun İncirlik üslerine dönük herhangi bir “menzil bilgisi” verilmiyor.

NATO, Genel Sekreter Stoltenberg aracılığı ile Rusya’nın “nükleer uyarılarına ve manevralarına” yanıt vermekte gecikmedi. Ukrayna’ya gereken silahları vermenin her NATO üyesi için zorunlu olacağını ilan etti. (TASS, 13 Haziran). 500 bin NATO askerinin savaşa hazır durumda olduğunu duyurdu (antiwar.com, 16 Haziran). Depolardaki nükleer silahların kullanıma hazır konuma getirildiğini de açıkladı (Reuters, 17 Haziran).

'Bildiğimiz dünyanın sonuna geldik…'

Yukarıdaki ara-başlıkta Ritter’in yazısının başlığını kullandım. 1987’de zirvelerde olan bir Amerikan rock şarkısından esinlenmiş. Meraklılara ben de şarkının özgününü aktarayım: It’s the End of the World as We Know It (And I Feel Fine)

Güfte, Ritter’e “ABD ile Rusya arasındaki nükleer silah yarışmasındaki tırmanma sonrasını” düşündürerek endişe yaratmış.

Haziran 2024’te adım adım Ritter’i ürküten eşiğe gelindi: Ukrayna’daki vekâlet savaşı, tarafların açıkça katılacağı savaşa dönüşmek üzeredir. Üstelik “nükleer” bir nitelik kazanarak…

“Karşı taraf”, artık, NATO’nun son belgelerine göre tanımlanmaktadır ve Rusya’nın yanı-sıra (fiilen veya potansiyel olarak) Çin Halk Cumhuriyeti’ni de içermektedir. Yüzyılın başında Afganistan örneğinde olduğu gibi olası bir Çin-Tayvan çatışmasına NATO’nun tüm üyelerinin sürüklenmesi imkânsız değildir.

Nükleer bir savaş ve bildiğimiz dünyanın sonu açıkça gündemdedir. Bir NATO üyesi olan Türkiye’nin vatandaşları olarak bu trajik sona karşı çıkmak durumundayız. Nükleer bir felakete karşı duyarlılık, bugünlerde Türkiye’de de aşınmıştır.

AKP iktidarının lekeli dış siyaset bilançosunun sağduyulu bir adımı var: Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya’ya uygulanan yaptırımlara Türkiye katılmadı. NATO’nun III’ncü Cihan Savaşı’nı tetikleyen tutumuna da direnmesini asgarî bir talep olarak savunmalıyız.

CHP’nin barışçı dış politikalar doğrultusunda öncü bir konuma gelmesi gerekiyor. Gölge dışişleri bakanı İlhan Uzgel’in katkılarını umuyoruz.

Türkiye solu, iki barış mücadelesinin öncüsü olarak bugüne de ışık tutan bir bilançoyu sahiplenebilir: Sosyalist aydınlarımız, 1950’de Barışseverler Cemiyeti ile Kore savaşına karşı çıkmış; 1977’de ise Barış Derneği’ni kurarak o tarihlerdeki nükleer savaş karşıtı hareketlere Türkiye’den de katkı yapmıştır.

Bu tür bir katkının bugün çok daha acilleştiği bir ortamdayız. “Bildiğimiz dünyanın belki de son günlerini” yaşamaktayız. Sosyalist partilerin gerilediği bir ortamda, dünyanın aydınlık, ilerici, sol güçleri kendiliğinden direnme eylemleri başlatmaktadır. Elli yıl önce Vietnam savaşını önleyen bir güç olarak öne çıkan ABD barış hareketinin türevleri bugünlerde üniversite yerleşkelerinde Gazze soykırımını lanetlemektedir. 28 Eylül’de de ülkelerindeki meydanlarda milyonlarca insanı nükleer savaş tehdidine karşı toplanmaya çağırıyorlar.

Hangi bileşeni ile olursa olsun, Türkiye solunun da bu uluslararası harekette yer alması gerekiyor.