Mükemmel mi günler?

12 Eylül’ün ilk meyvelerinden olan kimi liberal çevrelerin filmden sonra bir koşu gidip kaleme aldığı gibi “hayat bu kadar ve bu kadarlığı ile güzel” değil.

Aleyna Göksu

Yerel basında şimdiye dek üzerine çokça yazıldı. Soundtrack ve sinematografiye kutsallık atfedip filmden spoiler vere vere koca metropolde minimalist yaşama özendirici cümleler silsilesini okurken bulduk kendimizi. İşbu yazı, işin estetik boyutunu ve özendirici yaşam tarzının bizde uyandırdığı “tatlı hissiyatı” bir tarafa bırakarak “gerçeğe” yönelecek. 

Filmin paylaşıldığı platformda kabaca Shibuya’nın umumi tuvaletlerini temizleyen Hirayama’nın bir yandan müzik, edebiyat ve fotoğraf tutkusunun peşinden gittiği hayatından memnun olduğu yazıyor. Gerçekten memnun mu yoksa hobilerine dahi ayırdığı sınırlı zamanını sunan burjuvazinin izni ile mi kendinden emin, memnun bir görüntü veriyor?

“Proletarya çaresizdir; kendi haline bırakılırsa, tek bir gün bile yaşayamaz. Burjuvazi, sözcüğün en geniş anlamında tüm yaşama araçlarının tekelini eline geçirmiştir. Proletarya neyi gereksiniyorsa, ancak burjuvaziden, kendi tekeli içinde devlet gücü tarafından korunan burjuvaziden alabilir. Bu nedenle proleter, hukuken ve gerçekte, yaşamı ya da ölümü hakkında hüküm verebilen burjuvazinin kölesidir. Burjuvazi ona yaşam araçlarını önerebilir, ancak "denk" bir çalışma sunması karşılığında. Hatta proleterin rüştüne erişmiş sorumlu bir taraf olarak özgür seçimiyle davranıyormuş gibi bir görünüm kazanmasına; özgür, sınırlanmamış rızasıyla bir sözleşme yapıyormuş gibi bir görünüm kazanmasına bile izin verir.1

Gün ağarmadan uyanan, mavi tulumunu giyip sıkı bir disiplin ile işe koyulan baş kahramanın mesai dışında doğaya duyduğu saygıyı; sevdiği müzikleri dinlemekten ve eserleri okumaktan, arada fotoğraf çekmekten oluşan rutinleşmiş günlerinden aldığı hazzı izliyoruz. Söylenmiyor, rahatsız değil; bilakis memnun. Yalnız kalmayı tercih ediyor, elindekinin azıyla yetiniyor. 

Wenders’in demek istediği şey TÜGİAD Eskişehir Başkanı’nın “İşe dans ederek gitmiyorsanız o işi bırakın.” demek değildi belki... Ancak bir kereliğine çıkarın sinematografiyi ya da Patti Smith’i, Lou Reed’i aradan. Ortada modern toplumdan izole olmayı tercih etmiş karakteri aklınca sevimli kılmış ve sömürü düzeninde küçük şeylerden de haz alabilme inancını bize iteleyerek hayatın ne kadar güzel olduğunu ancak bizim onu keşfetmemize zaman tanımadığımıza veya izin vermediğimize dair izleyiciyi salak yerine koymuş bir alt metin var.

Binlerce işçinin haftalardır izin kullanmadan çalışmanın getirdiği uykusuzluk, uyuşma, mide problemleri, psikolojik rahatsızlık hatta intihara (Karoşi) uzanan bir sürecin yaşandığı Japonya’da Hirayama tatlı bir masaldan ibaret. (Japonya’da 2023 yılında 1010'u öğrenci olmak üzere 21 bin 818 kişinin intihar ettiği kayda geçmiştir2. İntiharların hiçbirinin bir anda gerçekleşmediği gibi o intiharı oluşturan nesnel durumların bireyi intihara hazırladığını tekrar not edelim.) 

12 Eylül’ün ilk meyvelerinden olan kimi liberal çevrelerin filmden sonra bir koşu gidip kaleme aldığı gibi “hayat bu kadar ve bu kadarlığı ile güzel” değil. Bu yazı biraz da görüşlerini “sol” perde ile örtmeye çalışan liberallerin filmin içeriğine dair kayıtsızlığına ve övgüsüne karşılık yazıldı.

Hayatın kendisini güzel ve “gerçek” kılacak şey Hirayama’nın mesai molalarında sürekli ambalajı yiyecek yemek zorunda kalmadığı, tuvalet temizliği sonrası kendisine yaklaşan çocuğun annesinin kahramanımıza tiksinerek bakma cüretini veren sınıfsal uçurumun ortadan kalktığı bir yaşamdır. 

Yakın zamanda ayda 207 saat mesai yapan 26 yaşındaki Japon işçinin intihar etmesine, aynı ülkede aşırı sömürüye karşı ilaç kullanımının artmasına bağlı işçi ölümlerine şahit olduk. Daha binlercesinin “Karoşi Sendromu” ile burun buruna gelmesine zemin hazırlayan sömürü sisteminin yıkılması ve insanca bir yaşamın tesis edilmesidir hayatı güzel kılacak olan. Sistemin tam da yaratmak istediği Hirayama gibi kabuğuna çekilip kendisine sunulan kısıtlı zamanı değerlendirmeye çalışmaktan memnun ve kabaca “etliye sütlüye dokunmayan” insanlardan olmayı reddetmektir hayatı güzel kılacak olan. 

Değil Japonya’da, kapitalizmin hüküm sürdüğü her karış toprakta egemenler iş sömürüsüne bağlı oluşan intiharları yıl yıl incelemek için isterse bir yığın heyet oluştursun kitlelerin gazını almak için; örgütsüz bir toplumun ürünü olan bu sistem değişmediği müddetçe Hirayama gibi gerçeklikten son derece kopuk masal kahramanlarını izler birkaç saatlik seyir zevki sunarız kendimize.

Pencerenin diğer yüzü başkadır.