Tuncay Özkan çok mühim fikirlerinden para kazanmakta ısrarcıysa bize açsın davayı, bu yazının telifine ortak olmak istesin. Biz de fikirlerinin beş para etmez olduğunu kanıtlayalım.

Einstein’vari bir CHP’li: Tuncay Özkan

Köşe yazımı bir gün geciktirdim.

Sevgili Gamze Yücesan Özdemir’in Pazartesi günü yayımlanan “Yeniden Pravda mı? Elbette!” yazısında açtığı tartışmayı gündeme getirmeyi planlıyordum.

Gamze Hocamız, nasıl bir yayın ve yayıncılığa ihtiyaç olduğu konusunu tartışıyor yazısında. Ben de meselenin önemli bir boyutuna, dijital dönemde, medya ekonomipolitiğinin dönüşümüne değinecektim.

Hep “dijitalleşme haberciliği özgürleştirecek” denildi, oysa etkisi tam tersi oldu, gazetecilik bir çöküş dönemine girdi. Gelir modeli çöktü, kalitesizlik her yanı sardı…

Yazıyı bir gün geciktirdim, çünkü 25 Haziran Salı günü, TBMM’nin Dijital Mecralar Komisyonu toplanıyordu, Google yetkilileri ağırlanacaktı, tam da Google’ın yayıncılara telif ödeyip ödemeyeceği konuşulacaktı, o toplantıyı takip etmek istedim.

Ve fakat, toplantıyı takip edince, planladığım yazıyı ertelemek durumunda kaldım.

Çünkü, Tuncay Özkan’ın komisyonda söyledikleri karşısında bir süre ekrana bakakaldım.

Önce doğru mu okuyorum dedim, anlamaya çalıştım. Anladıkça şaşkınlığım, ardından öfkem büyüdü.

Nasıl bir gaflet karşısında olduğumuzu idrak edince, ve kimsenin de gündeme getirmeyeceğini bildiğimden, Özkan’ı yazmaya karar verdim.

Toplantının bağlamı şu: Google, çeşitli ülkelerde, gelirinin bir kısmını yayıncılarla paylaşmayı kabul etti. Konu TBMM’nin de gündeminde. Zaten komisyon üyeleri, bu açıdan büyük oranda ağız birliği içerisinde, Google’ın sorumluluklarını yerine getirmesinin koşullarını anlamaya ve oluşturmaya çalıştı toplantıda. Birden fazla vekil, bağımsız medyanın nasıl güçlenebileceği sorusunu ele aldı, yanıt aradı. Yaklaşımlarında doğrular da var yanlışlar da, ama toplantı, vekillerin kamu temsilcileri olarak büyük oranda örtüştükleri ve bazı açılardan ağız birliği etmekte haklı oldukları nadir örneklerden birine tanıklık etti.

Toplantının içeriğine girmeyelim, Google’ın hemen her şeyi geçiştirdiğini söylemek yeterli. Gerisini, bir başka yazıda irdeleriz.

Komisyon üyeleri medyanın uluslararası tekelden nasıl telif alabileceğini sorgularken, toplantının sonlarına doğru, Tuncay Özkan söz alıyor.

Noktasına, virgülüne dokunmadan aktarıyorum:

“Şimdi, Milletvekili değilim, beni Milletvekili olarak düşünmeyin; kendi adım üzerinden örnek vereceğim: YouTube'a çıktım, beni X televizyon kanalı çıkarttı, oradaki konuşmalarım nedeniyle X televizyon kanalının YouTube yayınında da yer aldım. Ben bu içeriği aldım, getirdim, sayfama koydum, X televizyon kanalı ‘Telifi benimdir, onu yayınlayamazsın’ diyor, YouTube onu dinliyor, Google aramalarında da o benden daha yukarıda olduğu için ben kendi ürettiğim fikre ulaşmakta telif sorunuyla karşı karşıya kalıyorum; bugün yaşadığımız şey bu. Benim hakkımı nasıl koruyacaksınız?”

Benim gibi ilk okuduğunda emin olamayanlar için söyleyeyim: Tuncay Özkan, diyelim TRT’de bir programa konuk oluyor, kendisine sorulan soruları yanıtlıyor. Sunuculuk veya düzenli yorumculuktan bahsetmiyor—zaten o durumda kanalla arasında sözleşme olur. Konuk olmaktan bahsediyor. İstiyor ki, konuk olduğu programın telifi kendisine ait olsun. Bunu da “hazır yakalamışken” Google yetkililerine soruyor, “Ben niye paylaşamıyorum TRT’nin o programını, çözün benim bu meselemi” diyor.

İnanılır gibi değil. Bu kişi on yıllarca sektörde çalıştı, üstüne yine on yıllarca medya patronluğu yaptı… Şu anki düzende sektörün en basit kuralını bilmiyor. Kanalın fikir olarak yarattığı, stüdyo ve haber merkezi çalışanlarıyla var ettiği, teknik olanaklarıyla çektiği ve sahip olduğu mecrada yayınladığı programın telifinin kanala ait olmaması gerektiğini savunuyor. Gazeteciler, soru sordukları kişilere para versinler diyor.

Düzelteyim, bilmiyor olması imkansız. Kendisi kanal sahibi olduğu sırada bir konuk “Eeee Tuncay Bey, çağırdınız konuştum o kadar, o kaydın telifi benim” dese çıngar çıkarmaz mıydı? Elbette biliyor, yine de yapıyor. 

Bugün, öyle işine geliyor. Tamamen şahsi çıkarlarını düşünüyor, kendi teknesini yürütmenin derdine düşüyor.

Google tartışmasının bağlamını tekrar hatırlatayım: Kendi kaynaklarıyla gazetecilik yapan mecraların içerikleri sürekli başka mecralar tarafından kopyalanıyor, çünkü bunlardan reklam geliri sağlanıyor. Bunu da engellemenin yolları aranıyor.

Ve Tuncay Özkan, tam olarak o hırsızlığı yapma hakkını savunup, bir de Google’dan yardım istiyor.

Çünkü, kendini çok önemsiyor. Büyük kurtarıcı, sürüyü güden çoban sanıyor. Megalomani, gözlerini kör ediyor.

Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Yine toplantı tutanaklarından, Özkan’ın sözlerinin devamını aktarıyorum:

“Ben Einstein olsam, yayına çıksam, e=mc2 desem, Einstein olarak Türkiye'de o içerikle ilgili telif hakkım yok. Böyle bir şey olabilir mi? Ben bunu mahkemeler kanalıyla arayacağım, yani kendi ürettiğim düşüncenin telifiyle ilgili olarak demek ki bir politikanız yok.”

Özkan “kendi ürettiği”, kütle-enerji eşdeğerliği kadar mühim, özgün, evrensel fikirlerinden para kazanmak istiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin, hatta bütün ülkelerin mevcut yasalarından bihaber, Google yönetimini yakalamışken, “çözün benim bu meselemi” diyor.

Türkiye’de “muhalefetin” seviyesi bu. Gamze Yücesan’ın yazısı üzerinden gazetecilik tartışırken medya patronluğuna, halkın haber alma hakkının paraya-telife-şirkete bağlanmasına, kimin neye erişeceğinin birtakım uluslararası tekellerin elinde olmasına değinecek, var olan düzeni sorgulayacaktık. Oysa halkı temsil etmek, kamuya hizmet etmek için aday gösterilip seçtirilen kişinin, fikirlerinden para kazanma çabasıyla uğraşıyoruz.

Bakın, Tuncay Özkan’ı birileri yıllarca “büyük gazeteci” diye pazarladı. CHP yıllarca milletvekili yaptı, genel başkan yardımcısı yaptı, partinin medya işlerini aldı bu kişinin ellerine bıraktı.

Hiç “değişim” demesinler, “Tuncay Özkan eskide kaldı” demesinler. Hepsi Özkan’la yıllarca birlikte aynı kurullardaydı, aynı partideydi, hala öyleler. CHP aynı CHP.

Sorun Tuncay Özkan değil.

Halkı temsil etsin diye patronu oraya koyarsan böyle yapar. Şahsi çıkarlarını düşünür, kendi teknesini yürütmenin derdine düşer.

O yüzden, eğer Tuncay Özkan komisyonda söylediklerinin, Einstein’vari mühim fikirler olduğunu düşünüp kendi kendine böbürleniyorsa, kötü haber: Yalnız değil. Özgün, hiç değil.

Yok inanmaz, fikirlerinin çok mühim olduğunda ısrar eder, bir de komisyonda dediği gibi hakkını “mahkemeler kanalıyla aramaya” karar verirse…

Bu yazıda kendisinin ürettiği fikirlere epey yer verdik, bize açsın davayı, yazının telifine ortak olmak istesin.

Biz de fikirlerinin beş para etmez olduğunu kanıtlayalım.