Burjuva siyasetindeki dağınıklığın tartışılması elbette gerekir. Ancak halkın çıkarlarından, sosyalizm seçeneği penceresinden bakanların bu kaotik mücadelede tutacağı taraf olamaz.

Taraf tutmak

AKP’nin ve CHP’nin kendi içlerinde bölünmüşlükleri çıplak gözle görülüyor ve alenen tartışılıyor. Kitle partilerinin heterojen olmalarını, hiziplere, kanatlara bölünmelerini sık rastlanan bir durum olarak kanıksamış olabiliriz. Öyle ki, iddiaya göre bazı partiler ideolojik kadro partileri, başkaları kitle partileridir. 

Bu tür köşeli ve sert formüllerin arkasından çoğunlukla anti-komünizmin çıkmasına takılmayacağım. Öyle de olmuştur… Komünizmin eşitlikçi özünü karalamak kolay olmasa gerek, partisine kulp takmak tercih edilmiştir. “Parti dediğin fazla ideolojik olmamalı, merkezin sesi çoğulculuğu örtmemelidir…” 

Lakin en ideolojisiz ve en kitlesel partiler bile bölünmüş olmaktan memnuniyet duymazlar. Bölünmüş olması istenen işçi sınıfının partisidir, kendileri değil!

Siyaset tanım gereği bir mücadeledir. Bu mücadele alanında modern dönemin taraflaşma formu da partidir. Mücadelenin ana ekseni, partilerin içinden değil partilerin arasından geçer. Özetle AKP ve CHP’nin bölünmüşlükleri kanıksanamaz, normalleşmenin gereği sayılamaz. Diğer düzen partilerine hiç girmeyelim. MHP’de silahlar konuşmakta, Saadet kongre toplayamamaktadır; İyi Parti hizip jeneratörü olarak tarihe geçti bile… Böyle giderse düzenin yönetim mekanizmalarında kritik bir yeri dolduran parti formundan geriye bir kaos kalacağa benzer. Bu, düzen açısından bir sorundur, yönetim krizinin önemli alt başlıklarından bir tanesidir.

Hani, seçim dört yıl sonra mı yapılacak, erkene mi çekilecek diye fal bakılıyor ya. Kararı İstanbul’dan TÜSİAD’la Ankara’dan malum elçilikler belirleyecek olsa da, partilerin başlarını içeriden kaldırıp kaldıramayacakları da zamanlamanın bir faktörü olsa gerek. Şu an seçim yapılsa, siyasetin gerçek mücadele taraflarının bu partiler tarafından temsil edilmesi pek mümkün görünmüyor.

AKP’yi bölen çizgi dünya dengelerinden geçiyor. Başta ekonomi yönetimi olmak üzere bir kesimin Batı emperyalizmine angajman düzeyi son derece yüksek. “Yerli-milli” demagojisiyle oynayan dengecilerin ekonomiye pek karışmaması, iki kesim arasında bir alan paylaşımının kabullenildiği anlamına gelmiyor. Batıcılar işin doğası gereği dış politikada, güvenlik meselelerinde de seslerini yükseltiyorlar. 

Siyasetin aynı zamanda bir uzlaşmalar oyunu olduğu söylenir. Bahsi geçen iki kanadın yer yer birbirini tamamladığını düşünebiliriz. Kimi örneklerde AKP’nin yerlici-millici pratiği Batı’nın işine gelmiş olabilir. Kimse Ukrayna’da kan gövdeyi götürüyor diye ekonomide dünyanın iki yarısı arasındaki köprülerin toptan havaya uçurulmasını istemezdi. AKP Türkiye’si de düşman saflar arasında iş bilir tüccarı oynadı. 

Ancak buradan bir tarihsel uzlaşma çıkmaz. Dünya bir kez daha şiddetle gerilmektedir ve buradan tanımlı bir statüko değil, çıksa çıksa, ne zaman patlayacağı belirsiz bombaların üstüne oturan, yeni tip bir “barış içinde bir arada yaşama” çıkar. 

AKP’nin içindeki kavgalar bundan da ibaret değil. Tarikatlar, kendi şeriat ajandaları ceplerinde, bu asal bölünmenin hiziplerine eklemleniyorlar. Tarikat deyince sadece meczup kılıklıları aklına getiren, kravatlı, akademi görmüş teknoloji şampiyonlarını unutmak isteyenlere tavsiye edecek bir ilaç yok. Türkiye’de düzenin bütün partileri, holdingleri kendilerine yakışır bir tarikat bulageldiler. Zamanında Ecevit Gülen’i, Baykal Cübbeli’yi severdi; İmamoğlu da Süleymancı yetiştirmesi... Yüksek yargıdaki çatışmaların arka planında tarikat rekabetinin de rol oynadığına şaşırıyor muyuz? 

Muhalefete baktığımızda ise, iktidar partisindeki gibi politik bir ana saflaşma göremiyoruz. CHP topluca çok daha Batı yanlısı bir konumlanışta. Bu partinin içinde emperyalizme mesafe koyan güçlerin, odakların var olduğu tezi gerçekliği yansıtmıyor. Bu daha ziyade soldan yapılan, temeli belirsiz bir yakıştırma. Acaba sosyalist sayılan malum çevreler, aynı zamanda CHP merkezli bir bloğun da parçası haline geldikleri için kendilerini mi kastediyorlar? 

İşin içine solculuk girince emperyalizme tavır çoktandır bulanıklaşmış durumda. AB treninde emeğin Avrupa’sını arayanlara mı denk gelmedik, Irak’ta Amerikan askerinin kaldırdığı toz bulutunun içinde özgürlük türküleri söyleyenlere mi! O nedenle Doğucu ve gerici AKP’nin karşısında “Batıcı ve ilerici” -olmadı ehvenişerci- bir “solculuk” CHP’yi aklamakta kullanılabiliyor… 

Ana muhalefet ekonomi yönetimiyle fotoğraf çektirmekle yetinemez. Biraz da emeklinin, yoksulun sesi kayda alınmalıdır. Ancak bunun ötesinde, bir sosyal-demokrat partide normal görülecek bir bölünme hattına CHP’de rastlanmamaktadır. Sendikacıların, emek savunusu diye kendini ortaya atanların oluşturduğu bir ağırlık merkezi yoktur. 

CHP’de hizipler daha ziyade “hesap yaparlar”: Kimler kimlerle toplanırsa kimleri geçecek, hangi makamları, kaynakları nasıl paylaşacak? 

Burjuva siyasetindeki dağınıklığın tartışılması elbette gerekir. Ancak halkın çıkarlarından, sosyalizm seçeneği penceresinden bakanların bu kaotik mücadelede tutacağı taraf olamaz. Türkiye’de halen Fidan’ın mazlum halkların yanında Sam Amcaya kafa tutmasını umanlar olabilmektedir. Özel’in yoksulların öfkesini arkasına almasını bekleyenler gibi… 

Oysa burjuva siyasetinin bölünmüşlüğü emeğin, aydınlanmanın, yurtseverliğin tarafında konumlananlar için büyük bir olanak olarak görülmelidir.