Değişim lafı siyasette büyük ölçüde yalan olabilir; ama toplum hareket halindedir ve derin bir değişim sinyal vermektedir.
Düzen siyasetinin sihirli sözcüklerinden biri, değişim…
Sağcılık hep mevcudu korumakla, muhafaza etmekle anlamlandırılır. Ama Erdoğan akla gelebilecek her eksikliği, her olumsuzluğu “eski Türkiye” başlığının altına sokmayı becerdi; en büyük değişimci o oldu. Ortağı MHP, geçmişe en sıkı sıkıya sarılan siyasal parti olarak düşünülebilir; öyledir de. Ama MHP’lilerin asıl güdüsü siyasi iktidara tutunmak olduğu için, AKP onlarla devleti paylaşmaya başladığından beri “yeni Türkiye” tezi Bahçeli’yi de heyecanlandırıyor.
CHP hem Cumhuriyet’in kurulmasıyla, hem de 1960’larda merkezden sola yaptığı manevrayla değişim kavramına daha yatkın bir parti. Sosyal olarak modern kesimlere daha fazla yaslanması da bu özelliğini besler. Tabii bir de, şaka değil, kısa istisnalar hariç 1950’lerden bu yana verili durumun eleştirmeni olarak konumlanan, hep muhalefet sayılan bir hareketten söz ediyoruz. Hal böyle olunca, hangi liderlik, hangi kadro grubu olursa olsun bütün CHP hizipleri aynı değişim iddiasına sarılırlar.
Lakin, CHP’nin hem 31 Mart seçimlerinde hem de onu izleyen dönemin kamuoyu yoklamalarında birinci parti durumuna yükseldiği şu günlerde değişimi temsil etmek açısından ciddi sorunlar var. Örnek vereyim; halkın en fazla değişmesini dileyeceği hayat pahalılığı olsa gerek. Ama CHP halk düşmanı ekonomi politikasının kökten değişmesini değil, karar vericilerin muhalefetle (yani kendisiyle) diyaloğa girmesini istiyor. Bu isteğin geniş kitleleri pek fazla ilgilendirmeyeceği açıktır. “Hadi sokağa çıkalım” dendiğinde ise, CHP geçmişte yapmadığı mitingler kadar bu aralar yaptıklarıyla da “dostlar alışverişte görsün”cüdür. Erdoğan bile ara sıra toplumun kanayan yaraları diye attığı tiratlarla o kadarcık muhalefet yapabilmektedir!
Veya; CHP uluslararası başlıklarda Erdoğan’ın Batı ile Doğu arasındaki dengelere oynayan çizgisine göre çok daha Batıcı görünüm vermektedir. Ama bir ara Kılıçdaroğlu’nun Rusya’yı Ukrayna savaşının suçlusu ilan etmekte gösterdiği gayretkeşlik dışında, bu tutumun tamamen açık edilmesi neredeyse imkânsızdır. CHP’nin gerçekte gönlünden geçen, Gazze konusunda belli başlı Batı iktidarlarının çizgisinde olmaktır, ama bu da imkânsızdır. Açıkçası, Türkiye’nin geleneksel NATO çizgisi düşünüldüğünde CHP’nin değişimle ilişkisi kurulamaz. AKP içinde Amerikancılarla “yerli ve milli”ciler arası itiş kakış çok daha gerçektir.
Son olarak; Kılıçdaroğlu’nun laikliğin tehlikede olmadığı görüşü artık tekrarlanamamaktadır. Ama CHP merkezinin kararlı bir laiklik savaşımı vermediği açıktır. Konu tarikat egemenliğinin sınırlarına indirgenecekse, o tartışma zaten AKP’nin de içinde yaşanmakta, üstelik dışarıdan da gizlenmemektedir…
Bu örnekler şunun için: CHP değişimciyim demekle birlikte AKP’nin sınırlarını çizdiği genel bir kulvarın dışına taşmamaktadır. Akla gelen bütün başlıklarda sınırını büyük sermaye çizmiştir.
Batıdan kopması düşünülemeyecek olan sermaye sınıfı, AKP ile “emperyalistler ligine” girme egzersizine başlamıştır ve o noktadan geri dönmek istemez. Şeriat ilanı değil, ama halkın rızasının din sayesinde alınmasından da vazgeçmeyecektir. Ekonomi dendiğinde zaten herhangi bir düzen partisinin sermayenin pastasına el uzatması düşünülemez...
Türkiye kapitalizmi ve ona bağlı olarak düzen siyaseti değişim lafını yalana dönüştüren bir çapaya sıkı sıkıya bağlıdır.
***
Öte yandan yakın modern tarihe bakıldığında, değişimin kitlelerin siyasal tutumlarına da gözlemlendiği dönemler ayırt edilebilmektedir. Hatta durağan ve değişken evrelerin birbirini düzgün biçimde izlediği saptanabilir. Öncesini bir kenara ayıralım, 1950’ler durağan sayılır. 60 ve 70’li yıllar ülkede muazzam bir değişkenlik yaşanır. Seçim tek gösterge değil; 1960’lar 27 Mayısçılıkla açıldı. İzleyen seçimleri sağcı AP kazansa da toplum hop oturup hop kalkmaya devam etti, toplumsal hareketler ve sınıf hareketi yükseldi, defalarca kapıya dayanıp ertelenen askeri darbe 1971’de gerçekleşti. Sonra burjuva siyasetinin en halkçı akımı olarak Ecevit rüzgârı sahne aldı. Ardından halka karşı iç savaş hükümetleri olarak Milliyetçi Cepheler siyasete damga vurdu. Geniş kitleler ideolojik ve siyasal konumlanışları açısından hareket halindeydi. 1980’ler Evren-Özal sürekliliğiyle yine “durağan” sayılır. Ama 1990’larda her seçim ülkenin yüzünü bir başka yöne çevirecektir. İşçi hareketini Kürt sorunu, İslamcı yükselişi kontrgerilla operasyonları kovalar.
Elbette Türkiye hiçbir zaman bir denge toplumu olamaz; ama AKP’li yıllar buradaki kriterimiz açısından durağandır. Oyların doğru sayılıp sayılmadığından bağımsız olarak aynı parti, aynı lider kendini tekrar etmiştir.
Özetle Türkiye’nin yakın tarihinde toplumsal kesimler kimi dönemlere ideolojik-politik konumlanış anlamında nasıl girdilerse öyle çıkmışlardır. Kimi dönemlerse büyük yer değiştirmelere sahne olmuştur. Faylar yerinden oynamış, kütlelerin kimlikleri hızla değişmiştir.
Değişim lafı siyasette büyük ölçüde yalan olabilir; ama toplum hareket halindedir ve derin bir değişim sinyal vermektedir. Tetikleyici olaylar belli: Yoksullaşma, hayat pahalılığı, deprem, toplumsal çürüme, geleceksizliğin dayanılmaz hale gelmesi… Ancak dahası, ortada Türkiye’yi aşan benzer bir dünya depremi de vardır. Son Avrupa Parlamentosu seçimleri buna işaret etmiştir.
Böylesi bir devinime yanıt üretmek düzen partilerinin, onların ideoloji ve siyasetlerinin harcı değildir.