"Her 15 Ocak ve 3 Haziran’da, ölümünün üstünden neredeyse bir ömürlük zaman geçen bir eski yoldaşa karşı görev ifa etmiş olmuyoruz. Gerçek bir mücadele veriyoruz."

3 Haziran’da ne yapıyoruz?

Sevgili Kadir Sev’e, 

            titiz, çalışkan, örnek Kadir ağabeyimize…

Bu yıl Nâzım Hikmet’i ölüm yıldönümünde “Kavga, Hasret ve Ümit” sözcükleriyle andık adını taşıyan kültür merkezlerimizde. Nâzım bunca yıl sonra anılıyorsa, anma etkinlikleri “dostlar alışverişte görsün” resmiyetine dönmüyor ve devrimci bir eylem gibi yaşanıyorsa, bu, ölümün bir tür “son nokta” anlamına gelmemesinden kaynaklanıyor. 

Başta “kavga” kavramı olmak üzere Nâzım ile ilgili değerler capcanlı. Adı geçen kişi büyük şair, büyük komünist; yaşadığı ve anlattığı değerlerin sürüp gitmesi elbette onun büyüklüğüyle ilgili. Ama bir yere kadar… Yani sadece o kadar değil…

Nâzım’ın şiirleri bize sanki az önce, içinde bulunduğumuz an için yazılmışçasına sesleniyor. Güncelliği öylesine güçlü kavrıyor. Öte yandan bu güncelliğin “gerçekleşmesi” için zorunlu diğer unsur, bugün mücadele etmekte olan insanlar. Nâzım bu anın üstünde hâlâ etkili olacak kadar büyük elbette. Ama etkilediği insanları yoktan var edemez; aynı davayı sürdüren insanlar, onların oluşturduğu bir komünist hareket, Nâzım’dan ayrı olarak mevcuttur. Nâzım’ın gücünün sürmesi, yeniden üremesi için biz’e ihtiyaç var.

Bu kadar da değil; komünist hareket Nâzım’ın ölümünün üstünden geçen süre içinde büyük şairin kendisi hakkında da bir mücadeleyi sürdürdü. Bu mücadelenin kazanımları Nâzım’ın şiirinin gücünü arttıran faktörlerden bir tanesini oluşturuyor.

Nâzım Hikmet’in eserleri, bir büyük tekelin yayıncılık şirketi eliyle metalaştırılmış bulunuyor. Nâzım’ın kavgası şiirin alınıp satılmasına da son vermeyi kapsıyordu oysa. Sanmış olabilirler ki, bu operasyon eser ile mücadele arasındaki bağı kopartabilecek. Öyle olmadı. Her 15 Ocak ve her 3 Haziran o mücadelenin değerlerinin yüceltilmesine vesile oluyor. Bu tarihler hırsız sermayenin utanç günleri aynı zamanda.

Örneğin Nâzım şiirlerinin yayıncıları tarafından hâlâ sansürlenebildiğini ortaya çıkarttık. Nâzım Hikmet Kollektifi imzasıyla kitabı bile var: Sevdalınız Komünisttir, Nâzım Hikmet’i Sansürlemek, Yazılama’dan 2018’de çıktı. Şu linke bir göz atarsanız “utanç günlerinden” ne kast ettiğimi net olarak görürsünüz. 

Nâzım Hikmet öldüğünde, eserine son nokta konmuş değildi. Daha doğrusu mücadelesi sürdürüldü. Başlıklardan yalnızca birkaçına değineceğim…

  • “Komünistti, ama iyi şairdi”

Yani komünistlik iyi şiir yazmakla çelişiyordu! Bu tezi Nâzım’ı bir aşk şairi olarak tanıtarak kanıtlamayı denediler. Bu, ellerinde kolay patladı. Çünkü olmuyor, Nazım’ın şiirinden komünist kimliği bir türlü ayrıştırılamıyordu. Zaten kendisi daha hayattayken gülüp geçmişti, “Sevdalınız komünisttir” diyerek. Bizlere bunu içini doldura doldura tekrar etmek düştü.

  • “Komünistliği bir gençlik heyecanıydı ve aslında sonradan uzaklaşmıştı o işlerden”

Epey bir süredir Nâzım’ın Türkiye’den ayrılınca, 1951 Tevkifatı sonrası faaliyeti duran TKP’yi yeniden canlandırmak için girişimde bulunduğunu biliyoruz. Partinin yurtdışı temsilcisi İsmail Bilen’le birlikte hazırladıkları planın bütününün karşılık bulmadığını ama bir ayağının, radyo yayıncılığının hayata geçirildiğini biliyoruz. Radyo deyip geçmeyin, o zamanlar Türkiye’de bir devlet bir de TKP yayın yapıyordu!

  • “Partiden atmışlardı zaten...”

Kendisi diyor “sökmedi” diye. Ama yine epey süredir anlıyoruz ki, Nâzım 1927 Tevkifatından sonra atalete sürüklenen Partiyi canlandırmak için bir inisiyatif geliştiriyor. Kongre adıyla yapılan toplantı Partide ve Komintern’de olumlanmıyor. Girişim boşa, Nâzım Hikmet de parti dışına düşüyor. Ama komünizm davasından hiç kopmaması bir yana, bir süre sonra TKP’ye de geri döndüğünü biliyoruz. Nâzım hapiste mücadelesini şiirleriyle sürdüren bir parti militanıdır. Hapisten çıkması için yurt içinde ve dışında yürütülen ve ürün alınan kampanyaların örgütçüsü de Parti’den başkası değildir.

  • “Son yıllarında Sovyetler’den hayal kırıklığına uğramıştı”

Sömürü düzeninin komünist eleştiriye tahammül göstermediğini biliyoruz. Bizi de kendileri gibi bilmelerini ise anlıyoruz. Komünist eleştiriye katlanamayanların, sosyalist ülkelerde komünistliğin gıkını çıkartmamak olduğunu düşünmeleri normaldir. Oysa komünist diye, hep daha iyisini aramaktan vazgeçmeyene diyoruz. Kapitalizme biat edenler, komünistlerin komünizmi geliştirmek için eleştirmelerini anlamazlar. Göstermiş bulunuyoruz ki, Nâzım’ın yaptığı budur. 

  • “Hasretten geberdiğini itiraf etmişti… Ölürken pişmandı”

Uzun zamandır biliyoruz ki, 1962’de TKP’nin Dış Büro Konferansı Partinin en üst organı olarak toplandı. Nâzım, bu toplantıya delege olarak girdi, beş kişilik Dış Büronun üyesi olarak çıktı. 1963’te öldüğünde TKP’nin en yüksek kurulunun üyesiydi. Belgelerde pişmanlıktan eser yok, TKP’yi gerekiyorsa yeniden kurma kararlılığı var.

Her 15 Ocak ve 3 Haziran’da, ölümünün üstünden neredeyse bir ömürlük zaman geçen bir eski yoldaşa karşı görev ifa etmiş olmuyoruz. Gerçek bir mücadele veriyoruz. Sadece Nâzım’la paylaştığımız mücadeleyi değil, aynı zamanda Nâzım üstüne bir mücadeleyi…