Filistin’in kaderini tayin edecek olan emperyalistler ve Filistin halkının sahte dostları değil, iki halkın ilerici ve aydınlıktan yana örgütlerinin ortak iradesi olacak.

Nehirden denize dökülecek sömürgecilik

Filistin’de işgal ve savaş yıllardır sürüyor. Bir halkın sistematik biçimde ortadan kaldırılması, topraklarından sürülmesi, soykırım gözlerimizin önünde gerçekleşiyor. Filistin halkının maruz kaldığı zulüm dünyaya egemen olan sermaye imparatorluğunun geniş kitleleri yanıltmak için kullandıkları sahte “insan hakları, özgürlük, demokrasi” cilasının son kırıntılarını da kazıma yolunda. 

Filistinliler bir yandan direnir, bir yandan ölürken o lanetli imparatorluğun irili ufaklı uzantılarının ipliğini de pazara çıkarmayı başarıyorlar. ABD’nin, İngiltere’nin, Avrupa’nın Fransa, Almanya gibi ülkelerinin günahlarını zaten biliyor, her fırsatta dile getiriyoruz. Bir de sözde etnik ve dinsel gerekçelerle Filistin halkının yanında gibi görünenlerin ikiyüzlülükleri var. 

Bu köşede Türkiye’yi yöneten siyasal İslamcı sermaye iktidarının bir yandan İsrail savaş makinasının değirmenine su taşırken bir yandan da içeride sözde İsrail karşıtlığı adına ne tür müsamerelere imza attığını çok yazdım. Yine de haklarını teslim edelim. İsrail kaynaklarına göre, Türkiye’nin İsrail’e ihracatı geçen yılın aynı dönemine göre neredeyse yarı yarıya gerilemiş. Elbette bu rakam üçüncü ülkeler üzerinden yapılmaya devam edilen ticareti kapsamıyor. İktidar çevrelerine yakın sermaye gruplarının Yunanistan ve Mısır gibi ülkelerin limanlarını kullanarak kirli ticaretlerini sürdürdükleri tahmine müsait. Örneğin bu yılın Mayıs ayında Türkiye’nin Yunanistan’a yaptığı ihracatta geçen yıla göre yüzde 71 artış olmuş. 

Diğer taraftan, zevahiri kurtarmak adına Türkiye’yi yönetenler kadar kurnazca davranmaya tenezzül dahi etmeyenler var. Mısır’ın İsrail’e ihracatı geçen yıla göre iki kat artmış. Filistinli öldürmek konusunda en az İsrail kadar “başarılı” olduğu su götürmeyen Haşimi Ürdün Krallığı ve bölgedeki her türlü krizde riyakârlığın zirvelerini zorlayan Birleşik Arap Emirlikleri’nin İsrail’e ihracatlarında da artış var.

Bu tabloya bakınca yoksul Filistinlilerin nasıl bir mengeneye sıkıştırıldığını görmek ve bu çıkmazdan sıyrılmalarının mümkün olamayacağını, İsrail’in kazanmakta olduğunu düşünmek  zor değil. 

Öyle ya, İsrail ordusuyla, istihbaratıyla “yenilmez” zaten! 7 Ekim saldırısını da Mossad planlamamış mıydı Filistin direnişini ve halkını tümüyle yok etmek için... Hatta şimdi de sıra Lübnan’a geldi. Orayı da “temizleyip” rahata erdirecek küresel sermayeyi.

Böyle düşünenler çok. Salt dünyada değil, Türkiye’de de. Emperyalist, sömürgeci saldırganlığın galebe çalmasını bir tür kader olarak görenler de var, bundan mutluluk duyanlar da. Bugün bu çevreleri biraz üzelim ve şaşırtalım mı, ne dersiniz?

İnsan denen primatın geçmişi en fazla 1-2 milyon yıl. Bunun tarih diye adlandırdığımız kısmı 10 bin yılı bile bulmuyor. Neler olduğu hakkında az çok fikrimizin bulunduğu kısım ise 4 bilemedin 5 bin yıl. Buna da Uygarlık tarihi diyelim. Bu süre içinde kurulan, yıkılan sayısız krallık, imparatorluk ve devlet benzeri birim var. Halklar bir yerlerde oluşmaya başlamışlar, bir yerlere göçmüşler, oralardaki halkları kimi zaman dönüştürmüş kimi zaman yok etmiş ve bugün basitçe devlet dediğimiz yapılar kurmuşlar. Bazıları olağanüstü keşif ve icatlara imza atmış, dev binalar inşa etmiş, kendi dönemlerinde, örnek olsun savaş arabası gibi silahlar üretip yenilmez görünen ordular kurmuşlar. Bugün hiçbiri yok.

ABD veya İsrail fark etmez. Devletlerin ve hegemonyalarının bir ömrü, bir son kullanma tarihi var.

İsrail’in Filistin halkını topyekûn yok etme hedefine çok yaklaştığını düşündüren bu dönemde New Left Review'da (NLR) bir makale okudum. Daha doğrusu, uluslararası ilişkiler konusunda İngiltere’de çalışmalarını sürdüren Türk akademisyen Selin Nasi’nin sosyal medyada paylaşması üzerine haberdar oldum makaleden. NLR İngiltere’de 1960’tan beri iki ayda bir yayınlanan bir Marksist dergi.

Makale Ilan Pappé imzasını taşıyor. Pappé İsrailli solcu bir tarihçi. Akademisyenliğin dışında bir dönem sol siyasetle de aktif olarak uğraşmış. 2007’de görüşleri yüzünden hedef gösterilip ölüm tehditleri alınca ülkesini terk etmek zorunda kalmış. Bunda da şaşılacak bir şey yok zira Pappé 1948 yılında 700 bin Filistinli’nin memleketlerinden sürüldüğü “Nakba”nın, 1947 yılında İsrail’in kurucu kadroları tarafından hazırlanmış olan Dalet Planı çerçevesinde gerçekleştirilmiş sistemli bir etnik temizlik olduğunu savunan nadir İsrailli tarihçilerden. 

Burada bir parantez açalım. Filistin sorunu konusunda uluslararası ilişkiler çalışanların veya çeşitli sebeplerle konuyu takip edenlerin çok aşina olduğu ideal görünen bir çözüm etiketi var: İki devletli çözüm. BM Güvenlik Konseyi kararlarını da temel alarak biraz daha ayrıntılandırırsak 1967 sınırlarını esas alan iki devletli çözüm. İşte Pappé’nin sürüden ayrıldığı nokta burası.

Siyonizm’e ve İsrail devletine karşı olduğunu her fırsatta dile getiren İsrailli tarihçi Ilan Pappé Filistinli ve Yahudilerin birlikte yaşadıkları tek devletli çözümü savunuyor. Filistin meselesine dair çoğu Türkçe’ye de çevrilmiş çok sayıda kitabı var. 
Pappé, NLR’deki makalesinde bana göre önemli tespitlerde bulunuyor. İngilizce okumak isteyenler için linkini buraya bırakıyorum. Okuyucuların geriye kalan bölümü için makaleyi yorumlayarak özetlemeye çalışacağım.

Her zaman yaptığım gibi, en son söyleneceği en başta söyleyeyim: İsrailli tarihçi özetle Siyonizm’in ve İsrail’in sonunun geldiğini yazıyor ve bu kehanetinin dayandığı alametleri sıralıyor. Pappé İsrail Yahudi toplumunun iki ana kesimden oluştuğunu söylüyor. Bunlardan birincisini “İsrail Devleti” olarak adlandırıyor. Bu kesimin ağırlıkla Batı Avrupa kökenli, görece demokrat ve liberal, devletin kuruluşunda kilit rol oynamış ve 20. yüzyılın sonuna kadar iktidar bloğuna hâkim olmuş kişilerden oluştuğunu vurguluyor. Bu arada, bu kesimin Filistinlilerin tabi tutulduğu “apartheid” rejimi konusunda bir sıkıntılarının bulunmadığını, demokrasi ve özgürlükleri salt İsrailliler için düşündüklerini eklemeyi de ihmal etmiyor.

Tarihçi Pappé, ikinci kesime ise “Yahudiye Devleti (State of Judea)” adını veriyor. Bu akımın temsilcilerinin büyük çoğunlukla, işgal altındaki Batı Şeria’da yaşayan (yasadışı) yerleşimciler olduğunu ve 2022 Kasım ayındaki seçimleri Netanyahu’nun kazanmasında kilit rol oynadıklarına işaret ediyor. Bu kesim yüzyılın başından beri giderek artan bir şekilde İsrail ordusu ve devletinin üst kademelerine egemen olmuş. “Yahudiye Devleti” savunucuları, tarihsel Filistin topraklarının (nehirden denize) tümünü kapsayan tam teokratik bir İsrail’den yanalar. Bu hedefe varmak için Filistinli sayısını olabildiğince azaltmak ve El Aksa Camii’ni yıkıp yerine Üçüncü Tapınağı inşa etmek gibi hedefleri var. Yahudiyeci Yahudiler, görece seküler İsraillileri en az Filistinliler kadar sapkın telakki ediyorlar.

Pappé’ye göre bu iki kesimin kavgası, 7 Ekim’den çok önce başlamış olmakla birlikte Filistin Direnişinin saldırısı sonrasında şiddetlenmiş. Öyle ki, son 8 ay içinde “İsrail Devleti” yanlısı, yani birinci kesime mensup, beşyüz bine yakın Yahudi ülkeyi terk etmiş. Bu eğilimin doğal sonucu Yahudiye yanlılarının ülkeye tümüyle egemen olmaları ve İsrail’i dönüştürmeleri olacak.

Bunun anlamını kavramak için salt siyasi gelişmelere bakmak yeterli değil. Zamanında birilerinin dediği gibi “it’s economy, stupid!”. Siyaseti veya daha geniş anlamda jeopolitiği de ekonomi belirliyor. Pappé, makalesinde İsrail ekonomisindeki daralmaya dikkat çekiyor. ABD’nin on milyarlarca dolarlık katkısına karşın sıkıntı sürüyor. İsrail’in savaşı Lübnan’a da yaymaya kalkması bu sıkıntıları daha da büyütecek. Makalede olmayan bir hususu da ben ekleyeyim. İsrail uzun yıllardır ilk kez zenginlerin yerleşmeyi ve yatırım yapmayı tercih ettiği ilk on ülkenin arasına giremedi.

Sürekli savaş halinin faturasını ağırlaştıran bir diğer unsur ise fanatik bir Yahudiye yanlısı olan Maliye Bakanı Smotrich’in icraatı. Smotrich’in ekonomiye dair tek yaptığı işgal altındaki Batı Şeria’da bulunan yasadışı yerleşimlere kaynak aktarmak. Pappé’nin makalede yer verdiği verilere bakılırsa ülkeden sermaye kaçışı var ve toplam vergi hasılatının yüzde 80’inin elde edildiği yüzde 20’lik kesim yatırımlarını ülke dışına aktarmış veya aktarma niyeti taşıyor.

İsrail’in sonunun yaklaştığı kehanetinin ilk iki işareti, toplumsal yarılma ve ekonomik gerilemenin yanında üçüncü işaret ise uluslararası planda yaşanıyor Pappé’ye bakılırsa.  İsrail giderek bir parya devlet haline geliyor. Bu anlamda Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesinin tutumları, bugüne dek Filistin konusunda çok net tavırlar almayan uluslararası toplum üzerinde de etkisini gösteriyor. Hükümetler böylelikle hem aşağıdan hem yukarıdan baskı altında kalıyorlar. Başka bir deyişle, uluslararası kurumların kararları ve Filistin’deki soykırım yüzünden seslerini yükselten kamuoylarının tepkileri Hükümetleri iki yandan sıkıştırıp, İsrail’den uzaklaşmaya zorluyor.

Dördüncü işaret bu gelişmelerle de bağlantılı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan genç Yahudilerin önemli bir bölümü İsrail ve Siyonizm’e karşı tavır alma ihtiyacı hissediyor ve yer yer Filistinle Dayanışma hareketleriyle yakınlaşıyorlar. Bu da İsrail’in çok övündüğü ve güvenliği Yahudi Lobisi’nin gücünü aşındırıyor.

Pappé’nin değindiği beşinci işaret, benim de 7 Ekim’den beri dile getirmeye çalıştığım bir konu. İsrail Ordusu’ndaki zayıflama. Birkaç kilometrekarelik Gazze şeridinde çoluk çocuk gözetmeden katliam yürütmesine rağmen Filistin direnişinin belini kıramayan İsrail Ordusu, İran’ın uzaktan yaptığı sınırlı bir saldırıya karşı durabilmek için bile dünyanın en güçlü ordularından üçünün (ABD, İngiltere, Fransa) desteğine bel bağlamak zorunda kaldı. Lübnan’da açılacak yeni bir cephenin de daha parlak sonuçlar vermesi mümkün değil. Pappé, İsrail ordusunun içine düştüğü aczi açıklarken 1948’den beri askerlikten muaf tutulan ultra-ortodoks Yahudilerin askere alınması kararına da atıf yapıyor ve bunun da arazide sonucu değiştirmeyeceğini, ordunun ciddi bir karamsarlık içinde bulunduğunu vurguluyor. Pappé’nin açıktan söylemediği ama benim ekleyeceğim husus ise ilk işaretle yani toplumsal yarılmayla bağlantılı. Yobazların eline geçen kurumlar geriliyor. Ordu ve  Mossad da bundan ari değil. Başka ülkelerdeki örneklerden de bildiğimiz gibi, akıl ve bilim sahneyi terk ettiğinde çöküş kaçınılmaz oluyor.

İsrail ve Siyonizm’in sonunu haber veren son işaret ise Filistinli genç kuşakların artan dinamizmi Pappé’ye göre. Filistin Direnişi Hamas’tan ibaret değil. Genç kuşaklar yeni ve daha demokratik bir örgütlenmeyi ve en önemlisi tek devletli çözümü tartışıyorlar. Bu dinamizmin Siyonizm’in gerilemesiyle ortaya çıkacak fırsatı değerlendirip değerlendiremeyeceği henüz belli değil. Ilan Pappé, her şeye rağmen Filistin’de çözümün bu genç kuşakların göstereceği feraset ve getirecekleri somut önerilere bağlı olduğunu düşünüyor. Bu bağlamda tek devletli çözümün modalitelerini tartışırken İsviçre ve Belçika modellerini de birer seçenek olarak hatırlatıyor.

Pappé, makalesini sonlandırırken İsrail’in çöküşünün yakın olduğu kehanetini yineliyor ve bölgede yürütülecek diplomatik müzakerelerin bu olguyu hesaba katması gerektiğini anımsatıyor. Artık üçüncü kuşağından söz edilebilecek İsrailli yerleşimcilerin bölgede kalabilmeleri için sömürge zincirlerinden kurtarılmış bir Filistin’de yerli halka hükmeden ve zulmeden değil, eşit hakka sahip yurttaşlar olarak yaşamayı kabullenmelerinin ön koşul olduğunun da altını çiziyor.

İsrailli tarihçi Pappé’ye bir ek yaparak bitirelim bu yazıyı. Filistin’in kaderini tayin edecek olan emperyalistler ve Filistin halkının sahte dostları değil, iki halkın ilerici ve aydınlıktan yana örgütlerinin ortak iradesi olacak.