Ama yaşanan değişimle birlikte Türkiye’de bir süredir yitirildiği düşünülen “devlet aklı” da restore edilmektedir. Düzenin asıl ağırlık merkezi buradadır ve büyük sermaye de tam oradadır.
Seçimin öncesinden beri Türkiye’nin nereye gittiğine işaret ediyoruz. Bu yönün esası, sömürü düzeninin yönetilme kabiliyetinin arttırılmasıdır. AKP’nin yönetme kabiliyetinin azalmasının haber değeri yok; kaçınılmaz bir sonuç. Ama yine de birkaç temel boyutunu not edelim.
Sermayenin talep ettiği ve son derece pervasızca hayata geçirilen yoksullaştırma operasyonu en önemlisidir. Uluslararası dengelerdeki sıra dışı oynaklık ve savaş rüzgârlarının bir nevi milli birlik iktidarıyla karşılanması düzen açısından zorunlu hale gelmiştir. Tarikatlar kapladıkları nüfus alanının çok ötesinde bir nüfuz sahip oldular. Narkotik ekonomisi ve mafya düzeninin sayısız “faydalarına” kontrolsüz bir dejenerasyon eşlik etti. İktidarın sorunu, bir zamanlar dile getirilen “kültürel hegemonya kuramadık” saptamasının çok ötesinde ideolojik bir dağılma görünümü aldı…
Seçimin çok öncesinde, Tayyip Erdoğan istesin istemesin, büyük sermaye yeni bir ittifak sisteminin kurulmasından yana olmuştu. CHP’yi bile dirilttiler! Bir süredir bu gerçeği aydınlatmaya çalışıyoruz.
Gerçekten bir değişim var. Akla ilk gelen AKP’nin eski ittifakları. Önce liberalizm-İslamcılık-Kürt milliyetçiliği üçgeni. Sonra İslamcılıkla Türk milliyetçiliğinin harmanlandığı bir model. Arada bir önceki dönemin muhaliflerinden eski ulusalcılara geçici davetiyeler…
Şimdi yeni bir evre gündemde. Ancak önemli bir fark var.
Yirmi küsur yıllık süreç, kısaca özetlediğimiz gibi büyük ölçüde net pozisyonlarla ilerledi. Bugünse, birincisi, böyle bir netlik zorunlu değil, hatta olanaksızdır. Türkiye kapitalizminin AKP’nin cebindeki cephaneden fazlasına ihtiyacı var. Kriz potansiyelinin büyük, kimi dinamiklerin fazlasıyla canlı olduğu koşullarda bütün birikimin aynı kefeye konması veya hep birlikte cepheye sürülmesi başka bir riski ortaya çıkarabilir. Bütün düzen güçlerinin bir milli birlik kurması durumunda, toplumun bir dizi kesimi kapsama alanının dışına terk edilmiş olacaktır. Hoşnutsuz emekçiler herkesin kendilerine karşı birleştiğini görecekler. Laikliğe sarılan kesimler, değerlerinin asla dikkate almadığını anlayacaklar. Sonuç olarak, “büyük uzlaşmanın” dışında kalan her bir siyasi akım, önünde hızla güçleneceği bir koridor bulabilecektir. Egemenlerinse, yangını yatıştıralım derken ağır sarsıntı geçirmeleri olasıdır.
O halde somut olarak CHP’nin, toplumsal muhalefet duyularına büsbütün yabancılaşmayacağı bir biçim üstünden iktidarın fiili ortağı olması sağlanmalıdır. Net bir ittifakın ilan edilmesine ne gerekiyor, ne de bu mümkün.
“Biz adaletli bir vergi sistemi için Sayın Erdoğan’a dün teklifimizi sunduk.” Özel ikinci zirvenin ardından bunu söylüyor ve CHP’nin ekonomi kurmaylarının Mehmet Şimşek’le bir araya geleceğini müjdeliyor. Bu, “etkili ve yapıcı muhalefet” etiketiyle kamuoyuna yutturulabilir. Ekmeği küçülen milyonlar sırtlarındaki vergi yükünün azalacağı beklentisine sokulabilir. En azından varsayım budur.
Beşli Çete sorulduğunda “gerektiğinde mücadele gerektiğinde müzakere” diyen de Ali Mahir Başarır’dır. Bir muhalefet partisi iktidarın en aleni soyguncu zenginleriyle neyi müzakere edecek, bilmiyorum. Ama adamların uzmanlığının inşaat ve CHP’nin kozu da yerel yönetimler olduğuna göre bu kesin akçalı bir müzakere olacaktır! Belediye olanakları karşılığında soygunun aleniliğini biraz örtmek ve bunu CHP’nin başarı hanesine yazıp topluma sunmak düşünülüyor olabilir.
CHP bir önceki dönem sokaktan ısrarla kaçınırken artık bir mitingler partisi olmuştur. Söz konusu miting dalgasının, temaları itibariyle ülkeyi baştan aşağı sarması ve gidişatta sert bir kırılmayı zorlaması objektif olarak mümkündür. Ama CHP mitingleri büyük bir toplumsal kampanyanın adımları olarak değil, kitlesel basın açıklaması olarak yapılandırılmaktadır. Özetle biriken gaz patlamadan tahliye edilmektedir. Soran olursa elinden geleni yaptığını söyleyebilir.
Son günlerdeki Sinan Ateş cinayeti kaynaklı gerilim de işlevseldir. Soruşturmanın nereye evrileceğinden bağımsız olarak Cumhur İttifakının “aşırılıklarının” faturası MHP’ye çıkartılmaktadır. Oysa bu partinin hukuksuz ve pervasız tarzı rejime rengini vermişti. Şimdi, Başkanlık sistemiyle, Sarayla, ekonomi yönetimiyle, dinselleşmeyle uğraşmayan CHP, MHP ile itişerek muhalif görünme şansı yakalamıştır.
Tekrar olacak, buradan kenarları köşeleri belirgin çizilmiş bir rejime varılmayacaktır. Türkiye bir “kriz idaresi” ülkesidir. Türkiye egemen güçlerinin uzmanlık konusu istikrar üretmek değil, krizi kontrol altına almaktır. Bu ülkede mümkün olan da zaten budur.
Sonuç olarak ve özetle, düzen siyaseti elindeki özneleri merkeze doğru çekmekte ama birbirleriyle özdeş hale gelmelerini asla amaçlamamaktadır. Gerilimli, iktidarın nerede bitip muhalefetin nerede başladığı belirsiz, dinamik ve karmaşık bir süreçtir içine girdiğimiz.
Bu noktada son bir uyarı daha yapılmalıdır. Bu karmaşık süreç, kendi çıkarlarının peşinde koşan tarafların itiş kakışıyla yönetilemez. İtiş kakıştan bu kadar incelikli bir sentez çıkması “hayatın doğal akışına” aykırıdır. Meseleyi komuta merkezi aramaya, komplo teorileri yazmaya götürmeyelim. Ama yaşanan değişimle birlikte Türkiye’de bir süredir yitirildiği düşünülen “devlet aklı” da restore edilmektedir. Düzenin asıl ağırlık merkezi buradadır ve büyük sermaye de tam oradadır.
Peki, bu gerilimli yapılanma gerçekten sömürü düzeninin sağlamlaşması anlamına gelecek midir? Düzenin yönetme yeteneği tahkim edilebilecek midir?
Bizim için önemli olan ve geniş emekçi halk kitlelerini doğrudan ilgilendiren birincil soru budur. Yanıt mücadele konusudur. Ama egemen güçlerin işi sanıldığından çok daha zordur ve devrimcilerin de eli armut toplamayacaktır.