Gürcistan emperyalizm çağında ulusal egemenlik ve bağımsızlığın nasıl ayaklar altına alındığının acı ve trajik bir örneği. 

Çağımızda egemenlik ve bağımsızlık sorunu: Gürcistan örneği

Çağımızda ulusların egemenlik ve bağımsızlık meselesini son günlerde dünya gündemine giren Gürcistan üzerinden ele alacağız.

Bizim nesiller aşağıdaki fotoğrafı çok iyi hatırlıyorlar ama gençlere hatırlatmakta yarar var.

Gürcistan’da “2003’teki “Gül Devrimi’nden sonra Cumhurbaşkanı seçilen ve Batı emperyalizminin ajanı olan Mihail Şaakaşvili Rus Ordusu Osetya’ya girince medyanın önünde ABD Başkanıyla konuşurken kravatını yiyor.

Mihail Saakaşvili 2008’de Batı emperyalizmi adına Gürcistan Cumhurbaşkanıyken 2008’de Osetya Savaşı esnasında Rus ordusu Osetya’ya girince ABD Başkanıyla konuşurken canlı yayında kravatını yiyor.

Her ne kadar Şaakaşvili çocukluğundan beri kravat yediğini iddia ettiyse de o zaman konuyu bilenler ABD, NATO, AB veya genel deyimle Batı emperyalizminin kaybetmeye başladığının bir belirtisi olarak almışlardı bu olayı. Bir kadro sorunu yaşanması, stres yönetimine sahip olamayan niteliksiz ajanların sahaya sürülmesini Batı emperyalizminin emperyalist rekabeti kaybedebileceğinin bir işareti olarak almıştık.

Saakaşvili yerine daha sonra bahsedeceğimiz, Fransız vatandaşı olup Batı için çalışan ve halen Cumhurbaşkanlığı görevinde olan Salome Zurabişvili’ye bırakarak Ukrayna’ya tayin oldu. Ukrayna vatandaşlığına geçti, 2015-16 döneminde Ukrayna devletinde görevler üstlendi. Sonra Saakaşvili’yi ABD Gürcistan’da tekrar görevlendirdi, 2021’de ülkeye döner dönmez ayaklanma çağrısı yaptı ve tutuklandı. Halen hapiste olan Şaakaşvili yiyecek kravat bulamadığı için çok zayıflamış gözüküyor ve bağlı olduğu devletler tarafından kurtarılmayı bekliyor.

1990 karşı devriminden sonra ortaya kargaşa ve yağma ekonomisi içinde kapitalizme geçmeye çalışan birçok eski sosyalist ülke ortaya çıktı. Batı emperyalizmi bu ülkelerde hegemonya kurmanın adeta teknolojisini geliştirdi. Çok basitçe, sivil toplum kuruluşları adı altında kendi ajanlarını fonluyor, medyayı ve siyasileri satın alıyor, çok sayıda ajanını ülkeye yerleştiriyordu. 

Sonuçta bir ülkedeki parlamento seçimleri her ne kadar yerel sermaye sınıfının iktidarını temsil etse de egemenlik ile ilişkilidir. Sonuçta seçimler gerçekleşiyor, yerel burjuva temsilcileri şu veya bu şekilde burjuvazinin çıkarlarını savunacak şekilde parlamentoda temsil ediliyor. Fakat o da nesi, STK’lar düğmesine basılmış gibi seçim sonuçlarında hile yapıldığını söylüyorlar, bindirilmiş kıtalar kent meydanlarına yığılıyor, Batı medyası ve satın alınmış basın büyük bir destek veriyor ve Saakaşvili gibi Batı ajanları yönetime geliyor. Bu olguya tam bir kepazelik olarak güzel anı uyandıran bir isim ekleyerek başına “devrim” diyorlar. Gürcistan’daki 2003 “Gül Devrimi” tam da böyle gerçekleşmişti.

Dikkat edin Batı emperyalizmi kısmen üstünlük duygusu, kısmen kirli sömürgeci tarihsel deneyimi ve kısmen maddi olanağı olmadığı için yerel burjuvaziyi yatırım yaparak, ticari ilişkileri geliştirerek elde etmeye çalışmıyor, hileye dayalı bir tezgâh kurarak hegemonyayı sağlamaya çalışıyordu.

Sol’da ayrıntısı ile haber yapılan ve son aylarda Gürcistan’da kopan patırtıya bakın. Yönetimdeki siyasi parti öncülüğünde başta AB ve ABD olmak üzere yabancı ülkeler tarafından fonlanan sivil toplum kuruluşlarının maddi kaynaklarına utangaçça da olsa müdahale etmeyi amaçlayan yasa parlamentodan geçti.  

Sivil toplum kuruluşları tarafından şiddet içeren bol AB bayraklı gösteriler her yeri kapladı. Elli yaşına kadar Fransa’da yaşayan ve Fransa’nın Gürcistan Elçiliğini tam da “Gül Devrimi” esnasında yapan, sonra bir hileli yasayla Gürcistan vatandaşlığına geçen ve halen Cumhurbaşkanı olan Zurabişvili parlamentodaki iradeye karşı ayaklanma çağrısı yaptı. 

Niye, “demokrasi ve AB değerleri ihlal ediliyor”. 

Önüne arkasına “demokrasi” kelimesini alan siyasetlere/kuruluşlara dikkat edin bu arada, fonlanıyorlar mı diye!

Ama Batı emperyalizmi çok hırçın. Tam Gürcistan AB’ye ve NATO’ya girecekti. Tam Rusya’ya güneyden bir cephe açılacaktı.

ABD Yasanın arkasında duran Gürcistanlı milletvekili ve ailelerine vize yasağı getirdi. Söylendiğine göre sivil toplum kuruluşları milletvekillerini “kafalarına sıkmakla” tehdit ediyorlarmış.

Gürcistan emperyalizm çağında ulusal egemenlik ve bağımsızlığın nasıl ayaklar altına alındığının acı ve trajik bir örneği. 

Peki, Batı emperyalizminin kendi sefil ajanlarını Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtacak kadar ele geçirdiği bir ülke nasıl ellerinden kayıp gitmeye başladı?

Bir süredir ortaya çıkan Gürcistan’daki burjuva siyasetleri suçlandıkları gibi Rus yanlısı değiller, ama Ukrayna’nın yaşadığı akılsız yıkımı görünce ülkeyi bir mahva sürüklemek istemiyorlar.

Ancak başka bir şey var, egemenlik üzerinden değil, bağımlılık üzerinden hareket eden başka bir aktör. Aşağıdaki grafik ne demek istediğimizi anlatacak bizim yerimize.

Grafik bize Çin ve Gürcistan arasındaki toplan ticaret hacminin yıllara bağlı olarak yükselişini gösteriyor. Düşey eksenin birimi olarak milyon dolar alınmış. Ticaret hacmindeki artış bütün siyasi olaylardan etkileniyor ve sanki siyasi bir kronoloji sunuyor. 2008 Osetya Savaşı, 2014 Ukrayna Maidan Darbesi ve 2021 Ukrayna Krizi esnasında düşüyor, ancak hemen sonra yükselişine devam ediyor.

Grafikte Batı emperyalizminin bütün komploları sürerken Çin’in ısrarla ve hiç bıkmadan Gürcistan ile ticaret hacmini genişletmesi görülüyor. 1990’dan sonra iki ülke arasındaki ticaret hacminin 400 kat arttığı söyleniyor. Batı emperyalizminin müdahalesinin doruk yaptığı dönemeçlerde biraz geriliyor, sonra tekrar yükseliyor.

Toplam ticaret hacminin giderek Çin lehine büyük bir ticari açık vererek ilerlediğini ve bir bağımlılık yarattığını ilave edelim. Gürcistan Çin’in başlıca hegemonya araçlarından biri olan Yeni İpekyolu’nun rotalarından birinin üzerinde bulunuyor.

Gürcistan geçen yıl Çin vatandaşları için vize zorunluluğunu kaldırdı. Çin ve Gürcistan arasındaki işbirliği kısa bir süre önce “stratejik ortaklık” seviyesine çıkarıldı.

Bağımlılığın eninde sonunda egemenlik sorunu da yaratacağını biliyoruz. 

Günümüzde ulusal sermaye sınıfları sermaye birikimlerine göre ya kendisi yayılmacı bir pozisyon alıyor ve başka halkların egemenliği veya bağımsızlığı üzerinde hegemonya oluşturmaya çalışıyor ya da egemenlikleri değişik derecelerde törpüleniyor ve bağımlı hale geliyorlar.

Türkiye gibi hem bağımlı hem yayılmacı hibrit devletler de hiyerarşide yer alıyor.

Ulusal egemenlik/bağımsızlık ve ulusların eşitlik içinde gelişmesi ve kaynaşması birbirleriyle çelişmeyecek şekilde sadece işçi sınıfının tarihsel görevi olarak yükseliyor.