Sosyalizm bu yüzden günümüzde bir yaşamda kalma mücadelesidir. Şirketlerin, tekellerin arasındaki savaştan uzak kalmaya, dünyaya ve insanlığa hak ettiği şansı vermeye dayanır.

Halkımız sosyalizm yerine ne istesin?

Bu ara çok tartışılıyor, halkımız ne talep etsin, ne için mücadele etsin diye.

Siyasi harita tamamen CHP kırmızısına mı boyansın?

Parlamentonun güçlendiği bir ülke mi olsun?

Vergi adaleti mi sağlansın?

Ücretli ve emeklilerin maaşları enflasyon oranının üzerinde mi artsın?

Bunlar istenebilir tabi, haklı da olabilir. Ama ya sosyalizm. O sadece ulvi bir amacımız olduğunu gösteren iç rahatlatıcı bir duvar süsü mü?

Oysa sosyalizm bir bütün gelecek planıdır. Düzen içi hedefler de koysanız toplumsal mücadele sosyalizm hedefiyle ilişkilenmeli, emekçi halk sosyalizmi temel hedef haline getirmelidir.

Sosyalizme ulaşmadan halkımız içinde bulunduğu durumdan kurtulamayacaktır çünkü. Hatta ara hedeflere de ulaşamayacaktır.

Neden sosyalizmi halkımızın her şeyden çok istemesi gerektiği hakkında uzun uzun yazılabilir. Burada sadece birkaç başlığı kısaca hatırlatalım:

Düzen büyük bir çocuk suistimali yaratmıştır

Bir ülkede emekçi halkın refahı ve mutluluğu çocuklarının çok yönlü olarak geliştiğini, bilimsel düşünceyi öğrendiklerini ve nitelikli bir işte üretime katıldıklarını görmeleri ile çok yakından ilişkilidir. Oysa düzen bırakın onları anne babalarından daha gelişkin kılmayı açık bir çocuk suistimalini örgütlemektedir.

Sermaye sınıfı aslında gelişkin kadrolara gereksinim duyar ama bu süreç emekçi çocuklarına düşünmeyi öğretmekten geçmektedir. Düşünmeyi öğrenmiş emekçi nesiller ise en çok korktukları şeydir. Bu yüzden düzen bütün olanakları ile çocukların zihinsel gelişmelerine saldırıyor.

İlk ve orta öğrenimde düşünmenin temelini oluşturan tarihsel ve bilimsel referanslar budanıyor. Bunların yerini her geçen gün daha fazla dinsel referanslar getiriliyor. Okullar camilerle eşleştiriliyor, okul koridorlarında imamlar geziyor, derslere giriyor, öğretmenleri tehdit edebiliyor.

Eğer aile emekçi sınıfların alt tabakasındaysa zaten İmam Hatip seçeneğine yönlendiriliyor. Bu yüzden yoksul aileler toplumsal eşitsizliğin en acı yanlarından birini dile getirirken “laiklik parayla” diyorlar. Üst tabakalar çünkü çocuklarını dinsel referansların daha seyrelmiş olduğu özel okullara yollayabiliyor.

Ancak emekçi çocuklarını bekleyen başka bir şey daha var, sermaye sınıfı büyük bir açgözlülükle çocuk işçi çalıştırmanın resmi yolunu tarif etmiş bulunuyor. Çocuklar akademik eğitimden yoksun kalırken üretim bantlarında kazaya uğrayarak, sakat kalarak ve ölerek sömürülüyorlar.

Eğer aile giderek erise de orta ve üst gelir grubundaysa çocuğuna özel okulun yanı sıra internet ve dijital aletlerin verdiği olanakları sunuyor. Ancak düzende çocuk suistimali her yerde. Daha önce bu konuya değinmiştik, bilgi tekelleri çocukları bağımlı hale getirmek ve bir zombiye çevirmek için en alçakça taktikleri geliştiriyorlar.

Gençleri bekleyen işsizlik ve nitelikli iş kaybının getirdiği depresyon ve mutsuzluktan bahsetmedik bile.

Bu korkunç ve çok yönlü çocuk suistimalinden kurtulmak sermaye sınıfından kurtulmayı gerektiriyor, bu yüzden sosyalizm bu başlıkta bir zorunluluk haline geliyor.

Emekçi halk için akılla ve onurla yaşamak ancak sosyalizmde mümkün

Seçim sonuçları çok tartışıldı, burada sadece bir noktasını ele alacağız. Deprem illerinde yerel seçim sonuçlarına bakıldığında çoğunlukla AKP’nin kazandığı görüldü.

Oysa jeolojik bir olayın toplumsal bir felakete dönüşmesinin ve 50 binden fazla insanın enkaz altında can çekişerek ölmesinin nedeni son 22 yılda AKP’nin devlet olanaklarını küçültürken piyasayı büyütmesi ve konut inşaatı ve rantını başlıca sermaye birikim araçlarından birisi haline getirmesi değil miydi?

Bu bölgede yaşayan seçmenler yoksa CHP ve diğer düzen partilerinin bu konuda çok da farklı olmadığını keşfetmiş olabilirler mi? 

Değil, keşfetselerdi farklı davranırlardı muhakkak. Depremde yaşamları ve evleri yıkılan ailelerin konuta ihtiyacı vardı ve konut anahtarları AKP’nin elindeydi.

Muhtemelen 31 Mart seçimlerinin en acı sonuçlarından biri olarak anılacak bu olay.

Sosyalizm sadece bir onur meselesi değil bugün, yaşamda kalma mücadelesi aynı zamanda

Son olarak daha önce işlediğimiz İsrail karşıtlığında AKP’nin ne kadar samimi olduğu konusuna bakalım.

Son günlerde Gazze katliamında İsrail’i suçlayan yönetimin İsrail ile Türkiye arasındaki ticareti engellemediği çok konuşuldu. Ancak AKP bu karşıtlıkta samimi bile olsa, AKP döneminde devlete ait ne üretim, ne liman, ne dış ticaret olanağı bırakıldı. Özel sektörün kim ile ticaret yapacağına karar verecek güçlü bir yürütme yok artık Türkiye’de.

Yürütme ancak sermaye işlerini görürken önünü temizlemeye çalışıyor.

Ve mesele sadece İsrail ile ticaret mi?

İsrail’i yaratan, kollayan, bugün cinayet işleme özgürlüğünün arkasında duran ABD, AB, NATO ve genel olarak Batı emperyalizmi değil mi? Şimdi bütün düzen siyasetlerinin Batı emperyalizmi yanlısı olması nasıl açıklanacak?

Sosyalizm olmadan bir ülke asla tutarlı, ahlaklı ve kararlı bir dış siyaset güdemez.

Ama sadece mesele ahlaklı ve tutarlı olmak mı?

İsrail ve İran arasında kışkırtılmış ve halen nereye varacağı belli olmayan gerilimde Irak halkının evlerinin üzerinden her iki yönde 300’den fazla bomba yüklü insansız hava aracı ve füze geçti. Herkes farklı yönlerinden bu olayın analizini yapıyor, bunlar yararlı da olabilir.

Ama şu söylenmiyor, dünya emperyalizmin kıskacında büyük bir akıl yoksunluğu ile bir felakete doğru sürükleniyor. Evlerimizin üzerinden on binlerce insansız hava aracı ve füze geçecek ve bazen kafamıza da isabet edecek.

Sosyalizm bu yüzden günümüzde bir yaşamda kalma mücadelesidir. Şirketlerin, tekellerin arasındaki savaştan uzak kalmaya, dünyaya ve insanlığa hak ettiği şansı vermeye dayanır.

İyi, doğru da halkımız ne anlasın sosyalizmden deniyor. 

Önce biz inanalım sosyalizmin acilliğine, sonra halkımız seller gibi gelir.