Türkiye hem dünyanın içinde bulunduğu koşullarda yayılmacı bir ülkedir. Aynı zamanda emperyalizmin güdümünde bir ülke. Bu iki zıt dinamik dış politikada bir salınıma neden oluyor.
İki hafta kadar önce Türkiye adına (Türkiye sermaye sınıfı adına demek gerekir) Savunma Bakanı Yaşar Güler Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimi’ne imza koydu, böylece Türkiye sürece fiilen katıldı.
Söz konusu girişimin tarihi çok eski değil, Ukrayna-Rusya Savaşı çıktıktan sonra Rusya Kaliningrad’a balistik füze yerleştirince Alman Başbakanı Scholz tarafından 2022’de önerildi. Füze ve uçak saldırılarına karşı bütünleşmiş bir hava savunma sistemi kurulması ve aynı zamanda bunun NATO’nun Avrupa savunmasını güçlendirmesi amaçlandı.
Nasıl korunacak Avrupa hava sahası? Muhakkak radarları birbirine bağlayan bir sistem vardır, hava hedefleri içinse kısa, orta ve uzun menzilli füze sistemleri söz konusu. Otuz beş km’ye kadar Alman füzeleri, 100 km’ye kadar ABD Patriyotları ve onun ötesi için ABD-İsrail ortak yapımı olan balistik sistemler.
Bir kere baştan söyleyelim, Türkiye artık kime karşı korunacaksa İsrail füzelerinden yararlanacak. Bir kez daha İsrail sermayesinin işlemeye devam ettiği Filistin katliamı burada bir engel oluşturmamış gözüküyor. Sermaye sınıfının ikiyüzlü pragmatizmi galebe çalmış.
Aşağıdaki haritadan Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimi’ne hangi ülkelerin katıldığına ve Rusya’yı nasıl kuşattığına bakabiliriz:
Haritada görüldüğü gibi 21 Avrupa devleti sürece katılmış ve Rusya doğusundan ve güneyinden kuşatmaya alınmış. Adının savunma sistemi olduğuna da bakmayın, eğer bir ülkenin saldırılarını boşa çıkartacak bir sisteme sahipse bir askeri ittifak kolayca saldırabilir anlamına gelir.
İlginç olan bir nokta hemen her zaman paylaşım savaşlarında tarafsız kalıp savaştan kaçırılan paraları istifleyen bir savaş fırsatçısı görünümündeki İsviçre’nin sürece katılması. İşin vahameti hakkında fikir verebilir.
Fransa ve İtalya ise kendilerinin ortak olarak geliştirdiği SAMP-T füze sisteminin kullanılması yerine İsrail-ABD füzelerinin kullanılması nedeniyle süreci şimdilik protesto etmişler. Burada herhangi bir ilke aramayın, kendi silah tekellerinin kazancı üzerinden bir restleşme var.
Şimdi esasa gelip sorabiliriz, Rusya’nın Türkiye’ye saldırma olasılığı var mı diye.
Bir kere Türkiye Rus sermayesinin başlıca yatırım alanlarından biri haline geldi. Akkuyu Nükleer Santrali hızla ilerliyor, hatta ikincisinin de Rus sermayesi tarafından yapılması konuşuluyor.
Türk Akımı ve Mavi Akım Boru Hatları büyük yatırımlar. Trakya’da kurulması planlanan ve Avrupa’ya doğalgaz taşıyacak gaz istasyonu da öyle.
Türkiye ve Rusya arasında savaşa ve Rusya’ya karşı uygulanan ambargoya rağmen artan ticaret hacmini de düşündüğünüzde, Rus sermayesinin Türkiye’ye askeri olarak saldırmasının, dolayısıyla Türkiye sermayesinin kendini savunmaya almasının hiçbir rasyonel nedeni yok.
Aksine buradaki çıkarları Batı emperyalizmine karşı savunmak durumunda. Örneğin, Almanya ve Rusya arasındaki doğal gaz teminini sağlayan Kuzey Akımı Hattı’nı ABD göz göre göre bombalayarak sabote etti ve Alman sermayesi bunu yalayıp yutmak zorunda kaldı. NATO’nun Karadeniz’e girmesi birçok olası belanın dışında Mavi Akım ve Türk Akımı’nın sabotaja uğraması anlamına geliyor.
Türkiye işçi sınıfı Rus kapitalistlerin açgözlülüğünden, işçi düşmanlığından ve geliştirdikleri stratejilerden korunmak zorunda, bu başka bir konu. Akkuyu’daki kötü çalışma koşullarını ve Sputnik grevini düşünmek yeterli.
Ancak Türkiye sermayesi bir cinayet şebekesinden başka bir şey olmayan Batı emperyalizmine tedirgin edici bir şekilde yaklaşıyor. İsveç’in NATO’ya üyeliğine geçit verilmesi, F-16’ların satışının onaylanması, Kanada’nın uyguladığı askeri ekipman için ambargoyu kaldırması, Türkiye’nin diğer iki NATO üyesiyle Karadeniz Mayın Güvenliği Anlaşması imzalaması, Ukrayna’ya silah temininde Türkiye’nin NATO şemsiyesinde rol alması, şimdi de Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimi’ne dahil olması emekçi sınıflar adına kaygımızın artmasına neden oluyor.
Ukrayna’nın itildiği vekâlet savaşında çok kritik bir noktadayız. Bunu bu köşede birçok kez işledik. Ukrayna’nın paylaşılmasının yanı sıra ABD Rusya’yı Pasifikte Çin’in yanında savaşamaz hale getirmek için bu savaşı körükledi. Savaş ve ekonomik yaptırımlar, Ukrayna’nın bir cephaneliğe çevrilmesi Rusya’yı yıpratacaktı.
Rusya yıprandı bir ölçüde tabi ki, çok sayıda emekçi çocuğu cephede öldü gitti. Ancak ne ekonomik olarak ne savaş kapasitesi olarak çöktü. Aksine tam tersi oldu, Avrupa resesyona girdi. Ukrayna ordusunun 1000 km’lik cephede düzenlediği saldırıların hiçbir başarı kazanamadığı ve savaşma yeteneğini kaybettiği anlaşıldı.
Bunu başta ABD olmak üzere Batı emperyalizminin başlıca ülkeleri kaldıramazlar. Burası bir Afganistan değil, apar topar çekilecekleri.
Her türlü olasılığı konuşuyorlar aralarında. Ukrayna’ya asker göndermekten bahsetti Macron ve her ne olursa olsun savaş kazanılmalı dedi. NATO Genel Sekteri delice şeyler söylüyor, Ukrayna’ya verilecek F-16’ların Rusya içlerini vurabileceği gibi.
Bu koşullarda bir borç krizine yuvarlanmış Türkiye sermayesinin yönelimine dikkatlice bakmalıyız.
Diyalektik düşünememek aslında hiç düşünememek demektir. Türkiye hem dünyanın içinde bulunduğu koşullarda yayılmacı bir ülkedir. Aynı zamanda emperyalizmin güdümünde bir ülke. Bu iki zıt dinamik dış politikada bir salınıma neden oluyor.
Böyle bir durumda emekçi halkın örgütlü hale gelmesi çok yaşamsal. Bu bela ancak halkımızın örgütlülüğü ile aşılabilir.