Alman emperyalizminin mehter yürüyüşü

Türkiye solunun oldukça geniş bir kesiminin pek sevecen duygular beslediği Almanya sinsi bir emperyal güçtür.

cemil fuat hendek

Bazı okuyuculara sıkıcı gelebilir ama her olanakta vurgulamadan geçemiyorum: Türkiye solunun oldukça geniş bir kesiminin pek sevecen duygular beslediği Almanya sinsi bir emperyal güçtür. Birinci Dünya Savaşı öncesinde sinsiydi. İkinci Dünya Savaşı’na hazırlıkta da başta öyle davrandı. Şimdi de aynı yoldan yürüyor. İki adım ileri, bir adım geri…

Örnek mi gerekiyor? Uzun casusluk faaliyetleri ardından Yugoslavya henüz bağımsız ve egemen bir ülkeyken Slovenya ve Hırvatistan’ı resmen tanıyarak içsavaşı başlatma işareti verdiğini çok insan unuttu. Onlardan çok daha fazlası ise hiç bilmedi. Ya Ukrayna’da Turuncu (karşı) Devrim’e dek Almanya’nın çevirdiği dalavereler, Nazi birliklerinin kalıntısı tohumları sulayarak yeşertmesi? Biraz dikkatlice bakan herkes bunlar ve benzeri nice örnekte aynı sinsiliği gözlemlemekte zorluk çekmeyecektir. Fakat yazıyı uzatmamak adına (çok) eskileri bırakarak günümüze gelelim.

Yakın geçmişte Almanya’nın ABD’den görece “bağımsızlaşma” ve emperyalist hiyerarşide daha yükseklere tırmanma eğilimine şahit olmuştuk. Dünya ticaretinde kırdığı rekorlar bu doğrultudaki hızlı yükselişine temel oluşturuyordu. Kimse farkında bile değildir: Dünya çapında tüm ticaret fuarlarının neredeyse yüzde 75’i de Alman fuar işletmelerinin eline geçmiş bulunuyordu. “Pazarları ve hammadde kaynaklarını daha da genişletmek, ticaret yollarının güvenliğini sağlamak” üzere ülke dışında etkinliklere heveslenmekteydi.

Öte yandan ABD’nin bu eğilimleri sessizlikle seyrederek kabulleneceğini beklemek saflık olurdu. Nitekim, önce Alman sermayesine ve tekellerine küçük devletlerin yıllık bütçesine yakın cezalar keserek başladı işe. Yetmedi, New York Borsası ağır yaptırımlar uyguladı. Böylece ilk aşamada “Haddini bil!” demiş oldu. ABD’nin aynı sıralarda Almanya’daki askersel varlığı ve NATO üsleri üzerinden bir zamanlar “savaşın galibi işgalci ülke” olduğunu anımsatan davranışları ise gözlerden kaçtı.

İktidar değişikliğiyle atılan adım

Alman emperyalizmi bunları umursamazdı, ama federal hükümetin değişmesiyle birlikte hava da değişti. Sosyal demokratlar (SPD), liberal parti (FDP) ve Atlantik ötesinin gizli sevdalısı, şahinler partisi Yeşiller’in koalisyonuyla birlikte “bir adım geri atış”a geçti. Atlantik’in öte yakası gerisin geriye dikte eder konumunu kazanmaya başladı. Bu durum Ukrayna Savaşı sayesinde de kesinlik kazandı.

Ne var ki, Almanya’nın bu geri adımla birlikte emperyal heveslerini de bir adım geri çektiği sanılmasın. Şimdi tek fark, bu doğrultudaki gelişmelerin ABD emperyalizminin “Avrupa’daki bir numaralı vasalı” kisvesi altında devam ettirilmekte oluşudur. Verilen görüntüye göre, Almanya artık sadece Avrupa’da değil, ABD’nin “dünya çapında başta gelen bir vasalı” olma doğrultusunda çaba göstermektedir.

Anlaşılan, Alman emperyalizminin babaları şimdilik bu maske altında kendi ülkelerini militaristleştirmeyi, silahlanmayı tırmandırmayı, dünyanın pek çok yerinde askersel varlıklarını güçlendirmeyi pek de göze batmayan bir yöntem olarak tercih etmekteler.

Sınır dışı askersel varlık hayatın normali

Meclise bisikletle gelip, açık yakalı gömlek ve lastik ayakkabılarla gezinen yemyeşil Dışişleri Bakanı Joschka Fischer Afganistan’a asker göndermeye giriştiğinde ortalık biraz ayağa kalkar gibi olmuştu. Ama korkacak bir şey yoktu: “Sadece insani görevler üstlenmek üzere” gideceklerdi(?!). Almanya’da sendikalar dahil solun çoğunluğu dillerini yuttular.

O günlerden bu yana köprünün altından pek çok sular geçti. Artık sınır dışı askersel manevralar, asıl neyi hedeflediği sis bulutu içinde saklı tutulan faaliyetler “alışkanlık yaptı”, hayatın normaline dönüştü.

İnsani yardım artık gündem dışı

Nitekim 20 Ekim’de tam da emperyalist güçlerin İsrail’e destek açıklamaları yaptıkları ve askersel önlemler aldıkları sırada bir Alman fırkateyni özel olarak yetiştirilmiş mürettebatıyla Lübnan açıklarında demirlemek üzere Wilhelmshaven limanından hareket ettiğinde kimsenin sesi çıkmadı. Görev, sözde Birleşmiş Milletler’in UNIFIL etkinliği1 kapsamındaydı. Fakat dikkat; artık insani yardımdan bahseden kimse kalmamıştı. Fırkateyn palamarları çözmeden önce Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Frank Lenski, geminin helikopter sahasına topladığı mürettebata seslenirken, Hamas’ın İsrail’e hücumundan sonra dünyanın bakışlarının odaklandığı bir göreve gittiklerini söylüyor ve “denizcilik tarihinde yeni bir sayfa açıyorsunuz” diyordu. Gazetecilerin bir sorusu üzerine gemisine ve askerlerine güvendiğini söyleyen fırkateyn kaptanının yanıtı da şüpheye yer bırakmayacak açıklıktaydı: “... (V)e sadece barış sırasındaki faaliyetlere değil, (askeri) harekâta da komuta edebilecek bir kaptanın vakar ve sükûnetine sahibim.”

Aslına bakılırsa, Alman Deniz Kuvvetleri’nin Doğu Akdeniz’deki varlığı yeni değildi. 19 Temmuz’da donanma tedarik gemisi “Frankfurt am Main” Doğu Akdeniz’e doğru yola çıkmış, 13 Ağustos’ta da “Oldenburg” korveti Varnemünde’den demir alarak onu takip etmişti.

Bu yıl Avrupa Birliği’nin Kızıldeniz’e savaş gemileri gönderme kararında da Almanya canla başla görev üstlendi. Daha 8 Şubat’ta Akdeniz’in doğusunda görev almak üzere yola çıkan ve Girit’te demirleyerek beklemekte olan “Hessen” fırkateyni de bu karara uyarak harekete geçti.

Akdeniz Almanya’nın burnunun dibi. Ya Pasifik? Ne çabuk unutuldu? Ya da belki hiç algılanmadı: 2021 sonunda “Bayern” fırkateyninin Singapur’u ziyareti sırasında, Uluslararası Stratejik İncelemeler Enstitüsü’nün düzenlediği toplantıda donanma müfettişi, amiral yardımcısı Kay-Achim Schönbach, federal hükümetin 2023’ten itibaren Indo-Pasifik bölgesine iki yılda bir savaş gemisi göndermeye karar verdiğini açıklamamış mıydı?

Bu yazdıklarıma karşı “paranoyaya gerek yok” diyenler çıkacaktır. ABD’nin bile Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya ve Kore Halk Cumhuriyeti’nden sonra dördüncü sırada olduğu bir alanda bunlara “bir damla” olarak bakılabilir. Ama konu Alman emperyalizmi olduğunda bu hareketleri “mucize yaratmak için ön hazırlıklar” olarak gözden kaçırmamak gerekir.

Sınır dışında askersel varlığın boyutları değişiyor

Alman askerlerinin Yugoslavya’dan koparılan parçalarda, Bosna-Hersek’te ve Kosova’daki varlığı sürmekte. Ürdün, Irak ve Lübnan’da keza. Asker sayılarına bakarak bunların sadece sembolik olduğu söylenebilir. Fakat bu arada Filistin’deki son olaylar üzerine sözde Almanya yurttaşlarının tahliyesine yardım için Kıbrıs’a da bin asker gönderdiler. Haydi bu da olağanüstü duruma yazılsın.

Ya Federal Meclis’in yeni kararı? Alman Silahlı kuvvetleri Letonya’ya 4 bin 800 asker ve 200 sivil personele sahip bir tugay gönderiyor! Bu da nereden çıktı demeyin. Almanlar NATO’nun doğu kanadına yönelen Rus tehditine karşı önlem alıyorlarmış. Dolayısıyla, insani yardım, gözlem falan filan için değil. Bu sapına dek silahlı ve eğitimli bir savaş gücü. Sınır dışındaki askerler genel olarak birkaç ayda bir değişirken bu askerler belirsiz bir süre orada kalacaklar. Yani ailelerini de götürebilecekler. Neden olmasın? Eşi ve iki çocuğuyla oraya yerleşen bir çavuşun cebine her ayda tamı tamına 7 bin 291 Avro girecekse… Savaş Bakanı Pistorius 8 Nisan’da tugayın yerleşimini organize edecek ilk askerlerin havaalanından hareket ettiğini ilan etti.

Afrika’ya gelince…

Almanlar Afrika’da ne yapıyor? İlk başlardaki açıklamalara bakarsak, “doğal felaketlerde insani yardım, salgın hastalıklarla mücadele, deniz kazalarında insanları kurtarma, korsanlarla mücadele…” ve “yerel silahlı kuvvetlerin eğitimi yanı sıra özgür seçimleri güvence altına almak!”

Ortalığa “asker eğitmek”, “özgür seçim” gibi laflar dökülünce işin nereye varacağını kestirmek için ortalama bir zekâ yetmeli. Bir ara çok modaydı, “Anlat, anlat açılırsın,” derdik.

Şaka bir yana, gerçekten açıldılar. İnsani yardım şimdilik bir kenarda dursun. Durum vahim! Fransa ve ABD Büyük Sahra bölgesinden kovuldu. Almanlar şimdi oradan boşalan yerlere, özellikle Nijer’e göz dikiyorlar. Ama sorun var: Oralara Ruslar yerleşiyor. Sözde buna karşı kendilerine misyon yüklüyorlar. Bunu açıkça da söylüyorlar: “Alman Bilim ve Güvenlik Vakfı (SWP) tarafından yakın zamanda yapılan bir analize göre, Sahra bölgesinde 'devlet, siyaset ve toplumda siyasi olarak uygun çok az ortak' var. 'Avrupalılar rejim değişikliğini hızlandıracak bir kaldıraca sahip değiller'; ancak, örneğin dış politikadaki olası değişikliklerle birlikte 'yeni darbeler' düşünülebilir.”2

Yani? Yanisi şu: Almanya Afrika’da yeni bir çatışma bölgesinin tohumlarını serpiştiriyor.

Mehter yürüyüşünde bir adım geri atarken olanlar bunlar. Siz bir de iki adım ileri atılacağında neler olacağını düşünün.

  • 1. UNIFIL (Birleşmiş Milletler çatısı altında Lübnan karasularında geçici görev yapan deniz kuvveti) BM’nin halen aktif olan en eski barış görevlerinden biri. Aslen 1978’de “İsrail’in Lübnan’dan geri çekilmesini gözlemlemek ve Lübnan devletinin bağımsızlığına kavuşmasını sağlamak” için öngörülmüştü. Derken, bu görev 2006’da “İsrail ve Lübnan arasındaki ateşkesin devamını gözetim altında tutmak, sınır bölgesi boyunca karada ve denizde silah kaçakçılığını engellemek” olarak genişletildi. Federal Meclis daha 2006’da Alman ordusunun burada görev yapmasına izin vermiş bulunuyor.
  • 2. Bu paragraf, “German Poreign Policy“ portalindeki Almanya’nın Afrika’daki faaliyetine ilişkin bir makaleden alıntılanmıştır. (https://www.german-foreign-policy.com/news/detail/9533)