Birbirine benzeyen süreçlerin sanki Modi ve Erdoğan’ın karakterinden kaynaklanıyor gibi gözükmesi yanıltıcıdır, arkalarındaki sınıfın gereksinimlerine bakmak gerekiyor.
Hindistan içinde bulunduğu genel seçim süreci ile bir kez daha dünya gündemine girdi. Ne de olsa dünyanın neredeyse sekizde biri -900 milyondan fazla kişi-oy kullanacak. 19 Nisan’da başlayan seçimler 4 Haziran’da sonuçların ilan edilmesiyle tamamlanacak.
Seçimler Türkiye’deki 2023 Genel Seçimine benziyor ve esas olarak iki ittifak arasında geçiyor. Modi’nin liderliğini yaptığı BJP, Ulusal Demokratik İttifak içinde seçimlere giriyor. Karşısında ise yine çok benzer şekilde ülkenin kurucu partisi olan Hindistan Ulusal Kongresi’nin başını çektiği 26 muhalif partinin yaptığı ittifak bulunuyor.
Benzerlikler nereye kadar ve varsa tesadüf mü?
Oysa karşılaştırmalı tarih, siyaset, coğrafya bize genellenebilir kavramlar sunar. Kültürel olarak çok farklı zenginlikler içeren ülkeler benzer toplumsal koşullarda benzer karakterde davranır.
Örneğin, birbirinden kültürel olarak oldukça farklı olan İtalya, Almanya ve Japonya’da Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında faşist rejimler kuruldu. Her üçünde faşizmin ortak nedenleri var mıydı diye bir kez bakalım.
Her üçünde de geç kalmış ve halkın örgütlü gücünden kaçan tepeden inme burjuva devrimleri ile ulusal birlikleri sağlanıyor. Hızla sanayileşirken kendilerini kapitalizmin emperyalizm aşamasında buluyorlar. İktidarı ele geçiren tekelci sermayeleri önceki emperyalist devletler tarafından aralarında pay edilmiş dünyanın yeniden paylaşılmasını talep edecektir. Tekellerin paylaşım savaşına sürmek için kitleler halinde emekçi çocuklarına gereksinim duyarlar ancak işçi sınıfı başka bir havadadır. Bu ülkelerde burjuva devrimleri gerçekleşirken Paris Komünü yaşanmış, 1917’de Ekim Devrimi gerçekleşmiş, dünyanın neredeyse her yerinde komünist partileri kurulmuştur. Tekelci sermaye dünyada ve ülkelerinde işçi sınıfı siyasetinin tehdidinden kurtularak paylaşım savaşına girmelidir.
Görüldüğü gibi tarihsel ortak nedenler benzer sonuçlara neden olabiliyor.
Modi Hindistan tarihinde az rastlanacak şekilde 10 yıldır yönetimde ve seçimi bir üçüncü dönem için kazanması büyük olasılık olarak görülüyor. Erdoğan ve AKP’nin 23 yıla yayılan yönetimi gibi.
Her iki ülke de 25 yıl kadar bir arayla burjuva devrimlerini gerçekleştirdiler ve emperyalizme karşı bağımsızlıklarını kazandılar. Her ikisi de farklı zaman dilimlerinde Sovyetler Birliği’nin etkisiyle tarihsel olarak ileri çekildi, devletçi, planlamacı, halkçı ve laik cumhuriyet özellikleri gösterdiler. Ama 25 yıl uzun bir süre 20. Yüzyıl için, Hindistan 1950’lerde Nehru’nun önderliğinde dünyada Bağlantısızlar Hareketi’ni kurarken, Türkiye NATO’nun pislik çukuruna yuvarlanmıştı bile.
Bu önemli farka rağmen Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ile 1990 sonrası karakterleri tekrar benzemeye başladı birbirine. Özelleştirme, piyasalaştırma ile sermaye birikimi yağmayı andıran yöntemlerle sağlandı. Her iki ülkede de tekelci sermaye sınıfları mutlak bir iktidar kurdular.
Birbirine benzeyen süreçlerin sanki Modi ve Erdoğan’ın karakterinden kaynaklanıyor gibi gözükmesi yanıltıcıdır, arkalarındaki sınıfın gereksinimlerine bakmak gerekiyor.
Her iki egemen sınıf da emekçi haklarını budamalarına karşın emekçi sınıfları düzene bağlamalıydılar.
Bunun için ikisi ideolojik biri hem ideolojik hem iktisadi üç yöntem kullandılar.
İlki dinin istismarı ve din üzerinden taraflaştırma, diğeri bu ulusun içinde bulunduğunuz yüzyılda şahlanışına işaret eden bir milliyetçilik ve üçüncüsü işçi sınıfına tüketim ekonomisine dayanan bir “orta sınıf” ideolojisinin enjekte edilmesi.
İki ülke arasında ekonomik güç açısından büyük farklılık var, dünyanın neredeyse üçüncü büyük ekonomisi haline gelen Hindistan uzun vadede Çin ile bir paylaşım savaşına girmeyi hedefliyor, Türkiye ise bölgesel bir güç olmayı. Ama buna rağmen egemen sınıf özellikleri her iki ülke siyasetine yansıyor.
Modi seçim kampanyasına Babürlerden kalan ve 32 yıl önce yıkılan Camiyi Hindu tapınağına çevirerek işe başladı, Erdoğan Ayasofya Müzesini ibadete açarak.
Modi yurtdışında çalışan 30 milyon kadar Hint vatandaşına oynamayı seviyor, hem onlar üzerinden bir siyasi hegemonya oluşturuyor hem içeriye doğru Hint milliyetçiliğini pekiştiriyor. Aşağıdaki fotoğraf bu yıl Birleşik Arap Emirlikleri’nde açılan devasa Hindu tapınağı önünde Modi’nin pozunu gösteriyor.
Biri Hindu dinini diğeri İslam’ı araç olarak kullanıyor ne gam, sınıfın sermaye birikimi bunu gerektiriyor. AKP de yurtdışında çok sayıda cami yenilenmesi veya kurulmasına kaynak aktardı.
Her ikisi de bu yüzyılın kendi uluslarına ait olacağını söylüyor ve bunu pekiştiren işler yapıyor kendi çapına göre. Hindistan, 2023’te ABD, Sovyetler ve Çin'in ardından Ay'a ayak basan dördüncü ülke oldu. Türkiye kiralık bir araçta uzaya ilk kez insan gönderdi.
“Orta sınıf” yaratma meselesini daha önce ele almıştık.
Muhalefet de birbirine benziyor, her ülkenin kurucu partileri (Ulusal Kongre ve CHP) ana muhalefet partilerini oluşturuyor. Ama her ikisi de birbirine benzemezlerle ittifak yapıyor ve eninde sonunda tekelci sermayenin politikalarını yürütmeye aday oluyor. Renk farklıkları kadın hakları, gençlerin işsizliği gibi yan temalarda sınırlı kalıyor.
Muhalefet bloğunun içinde büyük hacimli komünist partileri de var, ama bu partiler sosyalist devrimi güncel bir mesele olarak görmüyorlar.
Şimdi, iki ülkeyi hangisi devrime daha yakın diye karşılaştırabiliriz:
Türkiye bugün iktisadi kriziyle emperyalist kurumlara bağlı hale geliyor ve “orta sınıf” törpüleyici politikalar izliyor. Kuzeyinde güneyinde savaşların sürdüğü coğrafyanın özellikleri nedeniyle bir meşruiyet krizine sürüklenme olasılığı çok daha fazla gözüküyor. Ve sosyalizmi güncel bir mesele olarak gören bir komünist partisi var.
Bu deli saçması döngüden kurtulmak için Hindistan’a göre şansımız daha fazla yani.