Böylece ABD ile yakınlaşma Türkiye’yi sadece kuzeyde Rusya ile karşı karşıya bırakmıyor, güneyde Hint Okyanusunda Çin ile de gerilmeyi getiriyor.
Türkiye sermaye sınıfının özellikle son 10 yılda kritik ikileminin Türkiye’nin ABD’ye bağlı bir emperyalist unsur mu yoksa kendi için emperyalist bir devlet mi olacağı olduğunu tartışmıştık. Hemen sonrasında ABD’ye doğru çubuk bükmenin belirtilerinin arttığını izledik.
Bu ikilemin muhalefetle (kaldıysa) AKP arasında olduğu sanılmamalı, aksine her düzen partisinin içinde bulunuyor. Ancak kritik yarılmanın AKP’nin içine yerleştiğini biliyoruz ve seçimden sonra bu fay hattının ne yönde ve nasıl kırılacağını göreceğiz.
Türkiye sermayesi tekrar ABD’ye bağlansa bile bunun eskisi gibi olmayacağını, yayılmacı bir devlet olarak son dönemde geliştirdiği yeteneklerle farklı bir düzeyde bağlanacağını söyleyebiliriz.
Ancak bu genellemeler soyut ve anlaşılmaz gelebilir, en iyisi bugün Irak’a Türkiye’den sermaye ihracatının aldığı son duruma göz atmak olacak.
Irak aslında petrol zengini bir ulus olmasına karşılık Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra emperyalist yeniden yapılandırma içinde ABD’nin düzeltici savaşına maruz kaldı. Ülke yıkıldı, talan edildi, bütünlüğü bozuldu, ABD müttefiki fiili bir Kürt devleti oluştu içinde. Hala tam bir egemenlik hakkından bahsedemeyiz, çünkü ABD’nin işgali sınırlansa da sürüyor.
Irak burjuvazisi bu zorluklar arasında kendine bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor.
Dünya ise 19. ve 20. Yüzyıllardan çok farklı, artık metalar başta Çin olmak üzere doğuda üretiliyor ve batıya akıyor, hammaddeler ise doğuya taşınıyor. Bu karşılıklı büyük hacimli ticaret yolları emperyalist hegemonya mücadelesinin başlıca aracı ve hedefi haline geliyor.
Irak devleti 2005’te bu gerçeğe dayanarak Basra Körfezi’nden Avrupa’ya kara yolunu kullanarak metaların taşınacağı bir güzergâh üzerine çalışmaya başladı. Önce Irak-Suriye-Türkiye yolu düşünülmüştü, ancak ABD’nin alçakça gerçekleştirdiği Suriye komplosu bunu imkânsız kıldı. Ve aşağıdaki haritada görülen Iraklıların Kuru Yol dedikleri Türkiye tarafının Kalkınma Yolu diye tanımladığı alternatif güzergâh ortaya çıktı.
2023’de Türkiye ve Irak devletleri arasında imzalanarak yürürlüğe giren anlaşma 22 milyar Dolarlık bir yatırımı gerekli kılıyor ve Türkiye tarafı 6-7 milyarlık kısmını yükleniyor. Birkaç hattan oluşan hızlı demiryolunu ve paralel seyreden karayolunu ise Türkiyeli şirketler inşa edecekler. 2029’da tamamlanması beklenen proje yol boyunca sanayi ve ticaret bölgelerinin oluşturulmasını da öngörüyor. Bunda da Türkiye sermayesine öncelikli bir pay düşüyor. Kalkınma Yolu Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı’ndan gerçekleşen ticaret yollarına göre ulaşım süresini anlamlı derecede kısaltıyor ve iki ülkeye önemli bir vergi geliri bırakıyor.
Türkiye işçi sınıfı emekçilerin iktidarında ülkeler arasındaki iktisadi ve kültürel işbirliği ile sınırları eritmeyi ajandasına yazıyor zaten. Bu nedenle böyle bir bütünleşme projesine karşı olmaz. Ancak emperyalizmin günümüzdeki dünyasında her sermaye ihracatı boyutuna göre bir hegemonya inşasına evriliyor.
Emperyalizm sermaye ihracatına ve buna dayalı tekelci sermayeye ait devletin başka bir ülkeyi kendi çıkarı doğrultusunda yönetmesine dayanır.
Dışişleri Bakanı Fidan geçen gün verdiği demeçte “Süleymaniye, Bağdat, Kerkük ve Musul’da geleceği hep beraber kuracağız” dedi. Bundan 30 sene önce böyle bir laf söylenemezdi, bu doğrudan bir ülkenin yönetilmesine katılacağız anlamına geliyor.
Geçen hafta Bağdat’ta Fidan, Kalın ve Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in katılımı ile Irak devleti yetkilileri ile bir zirve yapıldı. İki ülke arasında “terörle mücadele, ticaret, su ve ulaştırma” alanlarında ortak daimi bir komitenin kurulmasına karar verildi. Irak tarafı ilk kez PKK’yi “yasaklı örgüt” statüsüne itti.
ABD işgali sonrasında Irak’ta çok fazla çıkar grubu bulunuyor. Bu projenin gerçekleşmesi için güvenlik sorunundan Kürt sermayesinin Irak devletinden ayrışan çıkarlarına kadar bin bir başlık var. ABD’nin projeyi engelleyici potansiyelinin yanı sıra İran’ın bölgesel çıkarlarına ve Irak’taki yönetebildiği unsurlara da bakmak gerekiyor. Türkiye’nin yaza doğru planlandığı büyük çaplı sınır ötesi operasyon da dâhil karmaşık formülü kavramaya çalışmak gerekiyor.
Ancak sürece ABD’ye bağlı bir emperyalist unsur olma yönünden bir kez bakalım.
2019’da Basra Körfezi’nde yapımı süren devasa büyüklükteki Faw Limanı’nın inşası ve işletilmesine Çin talipken muhtemelen ABD’nin yönlendirmesi ile inşaatı Güney Koreli bir firma aldı.
Her ne kadar bu yolun işlemesi Çin ile olan ticarete bağlı olsa da yolun hegemonyasının bir NATO ülkesine kayması Çin için sorun olacaktır. Sürekli alternatif ticaret yollarının arayışında olan ve kendi hegemonyasını da bunun üzerine inşa eden Çin burada bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya bulunuyor. Kendi için emperyalist olmayı amaçlayan bir Türkiye burjuvazisi için Çin’in hegemonyasında kendisini var etmek söz konusu olabilirdi. Ancak ABD’ye bağlı bir emperyalist unsur olarak Türkiye Çin’e ve İran’a karşı itilme tehlikesi ile karşı karşıya.
Buradaki büyük formül ABD aracılığı ile Türkiye’yi Kürt siyasetleri ile uzlaşmaya, Suriye devletine daha çok zarar vermeye doğru da itecektir.
Böylece ABD ile yakınlaşma Türkiye’yi sadece kuzeyde Rusya ile karşı karşıya bırakmıyor, güneyde Hint Okyanusunda Çin ile de gerilmeyi getiriyor.
Türkiye işçi sınıfı siyaseti emperyalizmin her çeşidini karşısına alarak AKP’nin içindeki fay hatlarını ve kırılmanın getireceği olası sonuçları dikkatle izliyor.