Şu anda Türkiye sermayesinin ve onun baş aktörü AKP’nin en zayıf karnının Montrö Anlaşması’nın ihlaline dönük basınç olduğu anlaşılıyor.

AKP yönetimi ABD’ye mi yanaşıyor?

AKP 2000’lerin başında tasarlandığında ve ileri sürüldüğünde ABD’den başka pusulası yoktu ve Türkiye ABD’ye ekonomik ve siyasi olarak bağımlı tipik bir ülkeydi.

Sonraki 24 yılda çok şey yaşandı, burada ayrıntılandırmadan genelleyebiliriz ancak.

AKP eliyle gerçekleşen kamu mallarına sermayenin çökmesine dayalı yağma büyük bir sermaye birikimi sağladı. Emeğin örgütlülüğünün dağıtılması ve yargının tekellerin hizmetine verilmesi ise Türkiye’ye yurt dışından hatırı sayılır bir sermaye akışına neden oldu. Böyle bir birikime yaslanan Türkiye sermaye sınıfı yurtdışına sermaye ihracatına başladı.

ABD ise 2008’deki mali çöküşünden sonra bariz bir hegemonya erozyonuna sürüklendi, eskiden kendine bağlı olan devletleri etrafında tutamaz hale geldi.

Bu siyasi boşlukta sermaye sınıfının yurtdışı iştahı “Kendi için emperyalist olma” eğilimini yükseltti. “ABD’ye bağımlı bir emperyalist unsur” olmanın belirlediği ABD-Fethullah darbesinin 2016’da başarılı olmaması bu eğilimi serbest bıraktı.

Ancak devletin ve AKP’nin içinde “kendi için emperyalist olma” ile “ABD için emperyalist bir unsur olma” çelişkisi inişli çıkışlı olmak üzere hep var oldu.

Türkiye sermayesi 2024 içinde ödenmesi gereken çoğu Batı emperyalizmine ait bankalardan alınmış kısa vadeli borçlara ve cari açığına baktığı zaman bu fay hattı yeniden depreşiyor.

Kendi için emperyalist olmak bazılarının kulağına hoş geliyor olabilir ama bu komşu halkların ve emekçi sınıfların zararına olan siyasetin eninde sonunda kendi emekçi halkımızı vuracağını biliyoruz. ABD için emperyalist unsur olmak ise kuzeyimizdeki savaşa bodoslama girmek anlamına gelebilir.

Şimdi bu koşullarda AKP ABD’ye yanaşıyor mu diye son dönemde ortaya çıkan olaylara bakalım bir kez.

İsveç’in NATO’ya kabulüne geçit verme ve Türkiye’ye F-16 satışına ABD’den izin çıkması sonrası ABD ile görüşme trafiğinde yoğunluk yaşandı. Nelerin görüşüldüğünü tam olarak bilmiyoruz. Dışarıya yansıyan olaylardan bir eksen değişikliği olup olmadığını anlamaya çalışacağız.

Putin’in Şubat’ta planlanan Türkiye ziyareti iptal oldu

Türkiye sermayesinin kendi için emperyalist olma eğiliminin en belirgin özelliklerinden biri ABD ile büyük bir karşıtlık içinde olan Rusya ile iktisadi-siyasi ilişkilerin yoğunlaşmasıydı. Şu sayılar konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. 2016 darbe girişiminden sonra Erdoğan ve Putin değişik vesilelerle 30 kez bir araya gelmiş ve 25 kez telefonda görüşmüşler.

Bu sefer Putin’in Türkiye’ye gelişi Batılı ülkelerde “Putin Ukrayna savaşı sonrası ilk kez bir NATO ülkesine gidiyor” diye mercek altına alınmış ve örtülü bir baskı ortamı yaratılmıştı. Ziyaretin Türkiye’nin önerisi ile iptal edilmesi olası gözüküyor.

Öte yandan bu veri ABD’ye yanaşma açısından çok güvenilir değil. Trakya’da Rus doğal gazının biriktirileceği büyük bir istasyon ve buradan Avrupa’ya gaz sevkiyatı söz konusu. Ayrıca Türkiye ve Rusya arasındaki giderek büyüyen ticari ilişkide Batı mali sisteminin yasakları nedeniyle ödeme güçlüğü yaşanıyor ve bir Rusya-Türkiye Ortak Bankası’nın kurulması gündemde.

Dolayısı ile burada ne olduğunu anlamak için seçim sonrasını beklemek zorunda kalacağız.

Fethullahçı olduğu suçlaması ile yargılanan 450 yargı mensubunun göreve iadesi ile ilgili Danıştay’ın aldığı karar
ABD’ye yanaşmanın hemen göze çarpacak bir belirtisi Fethullahçı olanların hapisten çıkması veya devletteki görevlerine dönmesidir. Bu yüzden Danıştay’ın tam bu dönemde aldığı karar çok dikkat çekti. Öte yandan HSK tarafından aynı gerekçeyle görevine son verilmiş 4.500 kişiden 450’sinin haksız yere suçlanma olasılığını ve Danıştay’ın siyasetle ilgili olamayan bir karar verme olasılığını göz önünde tutmalıyız.

Buna karşılık Erdoğan’ın bu karara çok sinirlenmesi ve basına bunu ifade etmesi devlet ve AKP içindeki bahsettiğimiz malum fay hattına denk gelme olma olasılığını güçlendiriyor.

Baykar’ın Kiev yakınlarında SİHA fabrikası kurduğunu açıklaması

Ukrayna savaşı boyunca Türkiye’nin çok çelişik bir pozisyonu oldu. Bir yandan Rusya ile ekonomik ilişkiler geliştirilerek sürdürülürken diğer yandan Ukrayna’nın silah sağlayıcıları arasında Türkiye de vardı. Ancak Türkiye sermayesi bu alanda NATO unsuru olmaktan çok Ukrayna motorlarına ulaşmaya çalışan ve NATO’dan bağımsız bir silah üretme kapasitesi geliştirmeye çalışan bir görüntü verdi.

Bilmiyoruz, Putin ile olan görüşmelerde Erdoğan” Bizim çocukların fabrikalarını bombalamasınız” diye rica ediyor mudur? Ancak Rusya bu durumu bir şekilde sindirmiş gözüküyor. Savaştan önce başlayan bu askeri işbirliği ABD’ye yanaşmanın kesin bir belirtisi olarak alınamaz yeni veriler gelene kadar.

S-400’lere karşı F-35 teklifi

İsveç’in NATO’ya girişinin Meclis’te oylanmasından sonra ABD emperyalizminin en berbat figürlerinden olan Dışişleri Başkan yardımcısı Victoria Nuland Türkiye’yi ziyaret etti. ABD’nin ahlaksız teklifi olan “S-400’leri Ukrayna’ya verin”i dile getirdi mi bu görüşmede, bilmiyoruz. Ancak “S-400 bataryasından bir şekilde kurtulun sizi tekrar F-35 programına alalım”ı öne sürdüğü basına yansıdı.

Türkiye ve Yunanistan arasında eşitsizlik yaratarak yönetme çabası ABD emperyalizminin eski bir taktiğidir. Sonuçta Yunanistan 2030’ların başında F-16’lardan daha gelişkin olan F-35’leri alacak. Ancak Türkiye sermayesi 2030’lara kadar çok zaman olduğunu ve Türkiye’nin savaş uçağı üretme kapasitesine ulaşacağını umuyor.

Dolayısı ile buradan da kesin bir eksen değişikliği kanıtı bulamıyoruz.

ABD’nin Suriye ve Irak’tan asker çekme olasılığı 

ABD’nin Irak’ta 2500, Suriye’de 900 kadar askeri bulunuyor. Ancak İsrail’in Gazze’de giriştiği katliamdan sonra ABD askerlerinin bulunduğu üsler sürekli saldırı altında kaldı. Ayrıca Irak devleti ABD askerlerini istemiyor, Suriye devletini söylemeye gerek yok. Ancak bütün bu işgalci pozisyon ve risklere rağmen ABD şimdilik asker çekmeyi göze alamıyor gözüküyor. Oysa birçok sermayeye bağlı köşe yazarı Kürtleri bırak bizi al diye yazıp duruyorlar. Yine de bu alanda hızlı bir değişim ufukta gözükmüyor.

Karadeniz’de mayın avlama merakı

Bütün bu gelişmelerin içinde fay hattını en çok zorlayan olay ABD’nin ve NATO’nun Karadeniz’e girmek için sürekli plan yapması ve Türkiye sermayesini basınç altında bırakması olarak gözüküyor. 

Birkaç hafta önce üç NATO ülkesi arasında (Türkiye-Romanya-Bulgaristan) Karadeniz mayınlarını temizleme konusunda anlaşmanın ne anlama gelebileceğini yazmıştık. Mayınları döşeyen ve serbest bırakan NATO, temizlemek için Montrö’yü delmeye çalışan yine NATO.

Şimdi de NATO Sekreterinin 20 NATO üyesi ülkenin mayın temizleme koalisyonu kurduğunu bildirmesi bu konunun nasıl bu alçaklarda saplantı haline geldiğini bize gösteriyor.

NATO sekreteri ya sayı saymayı bilmiyor ya da gerçekten kana susamış olmalı. Çünkü açıklamasında Ukrayna’ya 1 milyon SİHA vereceklerini de bildirmiş. Bu gerçek olabilir mi? Dünyanın hiçbir hava savunması 1 milyon SİHA’yı durduramaz ve bu açık savaş ilanı anlamına geliyor.

Bu açıklama NATO’nun soğuk savaştan bu yana yürüttüğü 90 bin askerin katılımıyla en büyük NATO tatbikatı esnasında yapılıyor.

Şu anda Türkiye sermayesinin ve onun baş aktörü AKP’nin en zayıf karnının Montrö Anlaşması’nın ihlaline dönük basınç olduğu anlaşılıyor.

Türkiye emekçi sınıfları bu süreci yakından izlemeli ve bir felakete dönüşecek tavize karşı örgütlü bir uyanıklık göstermeliler.