Toprak arsa, orman ağaç tarlası değildir

Tokat’ta ağaçları kutsal sayan köylüler madene karşı tek yürek oldu. Toprağı ‘arsa’, ormanı ‘ağaç tarlası’ olarak gören anlayışa karşı yüzlerce yıllık kültürlerini koruyarak direniyorlar.

Yusuf Yavuz

Türkiye’nin dört bir yanında yıkıcı madenciliğe karşı yerel halkın yaşam alanlarını savunma mücadelesi de yükseliyor. Erzincan İliç’te yaşanan maden faciasında toprak altında kalan işçilerin cesetlerine aylarca ulaşılamazken benzer faciaların yaşanmasından endişe eden halk hukuk mücadelesi yürütüyor. O bölgelerden biri de Tokat'ın merkeze bağlı Günçalı köyü. Eski adı ‘Dinar’ olan köyde bulunan Çal Baba ormanı, yöre halkı tarafından kutsal olarak kabul ediliyor. Bu inancın köklerinde, ağacı, suyu, ormanı, dağları kutsal bilen kadim kültürel bağlar var.

İndus’tan Tuna’ya ortak hafızanın sırrı

Anadolu coğrafyasının koynunda barındırdığı zengin kültürel doku, İndus’tan Tuna’ya, Altaylardan Nil Vadisine çok geniş bir coğrafyada harmanlanan insanlığın ortak hafızasından izler barındırıyor. Bu ortak hafızada dağların, kuşların, ağaçların, dalın ve yaprağın, ışığın ve suyun sırları var. Bu sır, insanı hem coğrafyaya hem de birbirine bağlayan bir süreklilik. Bu süreklilikten koptukça, sır da yitiriliyor. Bugün köklerinden, bağlamından kopmuş milyonların sıkışıp kaldığı betonarme kentlerde yaşadığı bunalımın temelinde yatan nedenlerden biri de budur.

Çal Baba ormanında bir cem töreni.

Alıç ağacıyla vedalaşamadan köklerinden koparılan insan

Yamaçtaki alıç ağacıyla, ağaçtaki ibibikle, topraktaki madımakla, deredeki çakıl taşıyla vedalaşamadan yaşam gailesinin hızlıca köklerinden kopardığı insanımızın derin hüznü ancak coğrafyanın ve kültürün ortak bağlarının canlı tutulup yaşatılmasıyla neşeye, dayanışmaya ve umuda dönebilir.

Çal Baba ormanında bir başka cem töreni.

Tokat Günçalı Köyü: Göçten umuda, coğrafyadan kültüre

Tokat Günçalı köylüleri de umudu ve dayanışmayı köklerine, kültürlerine sarılarak büyütüyorlar. Yıllar önce göçle birlikte nüfusu büyük ölçüde boşalan Günçalı’da köy halkı yeniden ata topraklarını yaşatma, ocakları tüttürme çabası veriyor. İstanbul, Bursa, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlere göç eden köylüler yavaş yavaş geri dönmenin yollarını arıyor. Dayanışma kültürünün halen canlı olduğu köyde eski evler onarılıyor, yenileri yapılıyor. Boş kalan tarlalar yeniden sürülüp tohumlar toprakla buluşuyor. Bir zamanlar binlerce büyükbaş ve küçükbaş hayvanın dolaştığı zümrüt yeşili meralar, yaylalar boş kalmasın diye yeni çareler aranıyor. Üretimi teşvik etmek için kamu idaresi sulama sistemleri, göletler inşa ediyor.

Anıt ağaçlardan biri.

Verimli topraklarda yöre halkı madencilik kabusu yaşıyor

Ancak Türkiye’de bir yandan don, bir yandan kefen biçmeyi bir siyaset biçimi olarak benimseyen zihniyet burada da kendini gösteriyor. Bereketli Çamlıbel ovasından Artova’ya kadar uzanan bu kadim üretim ve kültür havzasında verilen madencilik ruhsatları, köyüne dönerek yeni bir gelecek inşa etmeye çalışan yöre halkının en büyük endişesi. Günçalı ve çevresinde altın, gümüş, krom vb. değerli madenler aramak için verilen maden arama ruhsatına köylüler geçtiğimiz yıl dava açtılar. Hukuk mücadelesi halen sürüyor. Köylülerin yaşam alanlarını korumaya yönelik kararlı tavrı, verimli topraklarda henüz madencilik girişimine izin vermiş değil. Ancak yakın çevrede başka madencilik ruhsatlarının da verilmiş olması tüm yöre halkının ortak kâbusu.

Maden arama ruhsatı verilen bölgede yer alan Çal Baba ormanı bugüne kadar halk tarafından korunmuş.

Danişmend Melik Gazi’den Çal Baba’ya kutsal orman

Günçalı köyünde her yıl bu mevsimde büyük bir buluşma yaşanıyor. Çal Baba Ormanının koynunda bir araya gelen köylüler hem inançları gereği Cem oluyor, hem de dayanışma sağlıyorlar. Çal Baba ormanının Anadolu Selçukluları ve erken beylikler döneminde bölgeye hâkim olan Danişmentler dönemine kadar uzanan bir inanç geçmişi var. 12. yüzyılda bölgeye hâkim olan ve beyliğini en güçlü seviyeye çıkaran Danişmend Melik Gazi’nin Bizansla yaptığı savaş sırasında yaralanan askerlerinin sığındığı ormanın hem yaralı askerleri sakladığı, hem de yaralarını iyileştirdiğini anlatan köylüler, Melik Gazi’nin ormana seslenerek “dünya durdukça dur” diyerek şükranlarını sunduğunu ve o gün bu gündür bu ormanın durduğunu anlatıyor.

Çal Baba ormanının zirvesindeki sarıçam ağacı tıpkı Avatar filminin Eywa ağacı gibi halk için kutsal sayılıyor.

‘Bu orman dünya durdukça dursun’

Danişmend Melik Gazi’nin “dünya durdukça dur” dediği o orman, Günçalı köylülerinin Çal Baba Ormanı diye andığı o orman. Çal Baba da yöre halkı için bir inanç önderi ve bu ormanla özdeşlemiş. Dağların, ağaçların, ormanın, suyun, taşların ortak bir ruhu olduğuna yönelik kadim inançlar burada Melik Gazi’nin efsaneleşen öyküsüyle de birleşince yüzlerce yıldır sürüp gelen kültürel bir bağ oluşmuş. Bu öylesine güçlü bir bağ ki, Günçalı köyü sırtlarında yaşı 500’ü bulan ardıç ağaçları var. Köy halkı bazı mevkileri ve anıtsal ağaçları ‘Melek Gaze’ (Melik Gazi) adıyla anıyor ve bırakın ağaçları kesmeyi, bu ormanlardan tek bir kuru dalı bile alıp götürmüyorlar. Bu nedenle Çal Baba ormanındaki ağaçlar kendiliğinden yaşlanıp doğaya karışıyor, kurdun kuşun, toprağın rızkını oluşturuyor.

Çal Baba ormanında halkın semaha durduğu meşe ağacının altındaki alan.

Halka göre kutsal, idareye göre baltalık ya da bozuk orman

Bu kültürel bağ, aslında tüm Anadolu coğrafyasında farklı efsane ve anlatılarla varlığını sürdürmüş. Bir zamanlar ormanlarla kaplı olduğu belirtilen, 1402’deki Ankara Savaşı’nda Timur’un fillerini sakladığına inanılan Orta Anadolu coğrafyasında günümüze ulaşabilen kalıntı ormanların hemen hemen hepsinin varlığını benzer bir öyküye borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Bu kültürel akış, aslında gelenek hukuku dediğimiz ve yüzlerce yıldır kuşaktan kuşağa aktarılan insani bağları da canlı kılmasının yanında ortak değerin korunmasını da sağlıyor. Bu nedenle bir bölgede madencilik, enerji vb. projelere izin verilmeden önce sadece ilgili kurumlardan görüş almak yeterli değil. Ormanları ağaç tarlası ve kereste olarak gören orman idaresinin, “burası bozuk orman, madencilik yapılmasında bir sakınca yoktur” görüşü tek başına yeterli bir onay olamaz, olmamalı.

Köyden kente ‘koru’ kültürü ormanları koruyan bir bağ

Bugün Anadolu coğrafyasında adına “köy korusu” denilen kalıntı ormanları da bu kapsamda sayabiliriz. Bir tür yaşam sigortası gibi görülen bu ‘koru’ ya da ‘koruluk’ların kentlerde de varlığını sürdürdüğü biliniyor. İstanbul’da hâlâ ‘koru’ olarak anılan ormanlar, bu geleneğin bir parçasıdır.

Köy halkı ömrünü tamamlayarak kuruyup ölen ağaçları bile orman alanından alıp götürmüyor.

‘Gafil olma cümle cihan bir vücut’

Günçalı köyündeki orman, yerel halkı buluşturan bir kültürel ve inançsal simgeye dönüşmüş. Her ailenin bir ağacı var. Hiçbir belgesi, tapusu, kaydı yok ancak her ailenin ağacı gelenek hukukunun yazılı olmayan kurallarıyla kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Topluluğun kurban, lokma ve Cem gibi buluşmalarında her aile kendi ağacının altında oturup bu kültürel akışın parçası oluyor. Tıpkı Nâzım Usta’nın dediği gibi, “bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” sürüp giden bu gelenek insanla ağacı, toplulukla ormanı birleştiriyor. Tıpkı 16. yüzyılın ikinci yarısıyla 17. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşadığı bilinen ve yedi ulu ozandan biri olarak görülen Virânî’nin “Gafil olma cümle cihan bir vücut, fark edersen aziz mihman sendedir” dizeleriyle başlayan şiirinde anlatıldığı gibi…

Tokat Günçalı köyündeki orman Çal Baba adıyla anılıyor ve yöre halkınca kutsal olarak kabul edildiği için kuru bir dal bile alınmıyor.

Bir ülkeyi yurt yapan ruh, coğrafyaya yüklenen anlamda saklı

Türkiye’nin içinden geçtiği yıkıcı zamanlardan daha az yarayla kurtulabilmek için bu kültürel ve coğrafi bağları yaşatmaya ihtiyacımız var. Çünkü modern hukukun değeri korumaya yetmediği zamanlardan geçiyoruz. Bir dereye, ormana, dağa, göle, ovaya, tepeye yüklenen anlam, gelenekte kıstas kabul etmez bir değer iken örneğin, orman idaresine göre orası ‘taşlık-çalılık’ ya da ‘bozuk orman’, ‘baltalık orman’ olarak görülebiliyor. Oysa bir ülkeyi yurt yapan ruh, halkın o toprağa, doğaya yüklediği anlamda saklıdır. Toprağı arsa, ormanı ağaç tarlası, dağları mermer ocağı, dereleri şişelenip satılacak su kaynağı gibi gören anlayış yaşama hâkim oldukça bu değerler de alınıp satılabilen birer ticari mala dönüşüyor.

Günçalı köyü bir yıldır vahşi madencilik girişimine karşı direniyor.

Günçalı’da yıkıcı değil, koruyucu bir antropojenik etki var

Günçalı köylüleri ve yöre halkının ormanı, ağacı kutsal gören bu kültürel mirası bu bakımda çok kıymetli. Doğa üzerindeki insan baskısı ve tahribat bilimsel olarak “antropojenik etki” olarak tanımlanıyor. Oysa Günçalı örneğinde bu etki tersine işleyen bir örneğe dönüşmüş. Bir başka deyişle burada doğayı tahrip eden değil, koruyan bir antropojenik etki söz konusu. Bu yanıyla da hem kamu idaresi hem de kamuoyu tarafından korunup desteklenmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Bu topraklardan umut kesilmez

Geçmişte üretim takvimine göre yılın belli zamanları tekrarlanan “Çal” buluşmaları son yıllarda yaz başında, herkesin bir araya gelebildiği tatil zamanlarında yapılıyor. Günçalı köylüleri bu bayramda hem Çal Baba ormanında bir ayara gelip inanç ve kültürlerini yaşatacak, hem de 16 Haziran’da köyün derneği tarafından imeceyle köyün meydanında yaptırılan Günçalı Halk Evi’nin açılışını yapacaklar. Örnek bir dayanışma ve imece ruhuyla yaşam alanlarını ve kültürlerini koruyup yaşatma mücadelesi veren Günçalı köylüleri ve tüm yöre halkının yıkıcı madencilik girişimine karşı gösterdiği kararlılık, Anadolu coğrafyasında umudun hâlâ tükenmediğini gösteriyor...