15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin şarkıları: ‘Direniş pek çok müzisyeni etkiledi’

15-16 Haziran Direnişi, birçok farklı sanat disiplininde çeşitli izler bıraktı. Bu disiplinlerin başında da müzik geliyor. Direniş’in müziğe yansımalarını müzisyen, koro şefi Haluk Polat'la konuştuk

Yekta Armanc Hatipoğlu

15-16 Haziran 1970, Türkiye işçi sınıfının direniş tarihinde önemli bir yer tutuyor. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) gücünü arttırdığı ve Türkiye işçi sınıfının söz söylemeye başladığı yıllarda çalışma yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası’nda değişiklik yapan tasarı, CHP ve Adalet Partisi’nin iş birliğiyle önce Meclis, sonra Senato’dan geçti.

Tasarının amacı esas olarak işçilerin Türk-İş’ten DİSK’e geçişinin önünü almaktı. Yeni yasa tasarısı, toplu sözleşme yapılabilmesi için işyeri ölçeğinde %51 olan temsil zorunluluğunu, sektör ölçeğinde %51 yaparak, DİSK’i toplu sözleşme yapamaz hale getirmeyi ve yok etmeyi amaçlıyordu.

DİSK, 1967’de gerçekleşen kuruluşunun üzerinden geçen üç sene boyunca örgütlü olduğu işyerlerinde direniş kararı almaktan çekinmiyordu. DİSK sayesinde pek çok fabrika işçi direnişleriyle; Türkiye, militan bir sınıf sendikacılığıyla tanışıyordu.

DİSK’i “oyun dışına itmeyi” amaçlayan bu hamleye yanıt, işçiler ve konfederasyondan geldi. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, 12 Haziran’da yaptığı basın toplantısında “Devrimci sendikaları ve DİSK’i bertaraf etmeyi kanunla sağlamayı düşünmekteler; esas plan budur” diyerek, 14 Haziran’da işçi temsilcilerinin ve sendika yöneticilerinin katılacağı toplantıyı ilk defa duyurdu.

İstanbul Merter Sitesi’ndeki Lastik-İş Binası’nda gerçekleşen ve direniş kararının alındığı tarihi toplantının öncesinde, DİSK’e bağlı işyerlerinde “Anayasal direniş komitesi” adı altında olası eylemlerin hazırlığından sorumlu komiteler zaten kurulmaktaydı. Tarihi toplantıya devrimci işçilerin kararlılığı yansıdı.

15 Haziran Pazartesi sabahı İstanbul ve Kocaeli’nin dört bir yanındaki işyerlerinde direniş başladı. Eyleme fabrikaların içinde başlayan işçiler, daha sonra kent merkezlerine doğru yürüyüşe geçtiler.

Yürüyüşlerde işçilerin taşıdığı afiş ve pankartlarda “Anayasaya aykırı kanun çıkaranlar işçi düşmanıdır”, “Kanunlar meclisten geri alınıncaya kadar direneceğiz” yazıyordu. Direnişi yönetmekle yükümlü olarak kurulmuş “Anayasal Direniş Komitesi” de Türkiye işçi eylemleriyle sarsıldığı saatlerde, aynı doğrultuda 10 bini aşkın protesto telgrafı çekmişti. Telgrafta şunlar yazıyordu: “27 Mayıs Anayasası’nın temel esprisi olan direnme hakkımızı tasarılar meclislerden alınıncaya kadar kullanmaya kararlıyız. Sizi uyarmayı tarihsel ve ulusal ödev sayarız.”

Direnişin ikinci yani 16 Haziran günü, ilkini gölgede bırakacak ölçüde kitleseldi. Sert ve olaylı geçecek 16 Haziran’da gerçekleşen eylemlere 150 bine yakın işçi katıldı. Babıali Caddesi’nde zırhlı birliklerle karşı karşıya gelen işçiler, buradaki barikatı aşarak Vilayet önünden geçerek Eminönü’ne çıktı. Ancak Eminönü ve Beyoğlu yakalarındaki işçilerin birleşmesini engellemek amacıyla köprüler açılmıştı. İşçilerin bir kısmı, sandal ve motorlarla karşı yakaya çıktı. Büyük bir bölümü ise geri dönerek yürüyüşün diğer kollarına katıldı.

İskele Meydanı’nda yaşanan şiddetli çatışmalarda polis silah kullandı. Kaymakamlık binası ve polis arabaları ateşe verildi, Adalet Partisi binaları tahrip edildi. Yaşanan çatışmalarda beş kişi öldü, 200’e yakın kişi yaralandı.

16 Haziran’da, yaşananların ardından, akşam saatlerinde Kocaeli ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildi. DİSK’e bağlı sendikaların merkez ve şubelerine polis baskını düzenlendi, pek çok işçi ve sendikacı gözaltına alındı.

Ancak direnişin de etkisiyle Anayasa Mahkemesi Türkiye İşçi Partisi’nin başvurusunu kabul ederek, yeni sendika yasasını “Anayasaya aykırılık” gerekçesiyle iptal etti. Direniş, Türkiye’de işçi sınıfının var olduğu ve yeri geldiğinde de sesini yükseltebileceğini gösterdi.

Direniş adına farklı disiplinlerde pek çok sanatsal üretim yapıldı. Bu disiplinlerin başında da müzik geldi. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin müzikteki yansımalarını müzisyen ve koro şefi Haluk Polat ile konuştuk.

Haluk Polat, Galatasaray Lisesi’ni ve sonrasında Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünü bitirdi. Lise yıllarında İstanbul Üniversitesi Yarı Zamanlı Konservatuarı’na devam etti. 1996 yılından bu yana birçok koro ve vokal topluluğu yönetti, birçok albümün yapım aşamasında çalıştı ve halk şarkısı düzenlemesi yaptı. 2019-2023 yılları arasında Ruhi Su Dostlar Korosu şefliğini üstelenen Polat, şu an kendi politik müzik anlayışını, müzik direktörlüğünü yaptığı AN Vokal ile sürdürüyor.

Haluk Polat

‘Bu direnişin aynı zamanda birçok müzisyeni ve üretimlerini de doğrudan etkilediği düşünülebilir’

15-16 Haziran Direnişi’nin şarkılarında bir coşku var. Bu durumun, direnişin şarkılarını üretenlerin sınıfla kurduğu bağ açısından ilgisi nedir?

15-16 Haziran Direnişi 1967 yılında kurulan DİSK’in devlet ve sermaye tarafından baskı altına alınmasına tepki gösteren, haklarını arayan 150 bin işçinin görkemli direnişidir. Sendikalara uygulanan baskılar, işçi sınıfını toplu direnişlere yönlendirmiş ve işçiler sendikalarına sahip çıkmıştır. Güçlü sendikacılık oluşturmak için işçiler anayasanın tanıdığı hakları kullanarak sendika seçme özgürlüğünü savunmuşlardır. Sermayedarın ve otoritenin dayattığı sendikaya üye olmayı reddederek sokaklara çıkmışlardır.

İşçilerin toplu halde sokaklara dökülmesi, otoriteyi endişelendirmiş ve işçilerin sendikal haklarını kısıtlayıcı yasaların uygulanmasına yol açmıştır. Bu durum işçi direnişini daha da güçlendirmiş, direnişleriyle ülke tarihine damga vurmuşlardır. İşçi direnişine karşı yoğun bir polis gücü kullanılmış, birçok işçi ve polis yaralanmış ve hayatını kaybetmiştir. Ülkede sıkıyönetim ilan edilmek zorunda kalınmış, sendika üyeleri, işçiler ve eyleme destek veren öğrenciler tutuklanmıştır. Ülke sosyoekonomik olarak gerilemiş, hükümete olan güven sarsılmış ve kısa süre sonra askerler yönetime el koymuştur. Ülke tarihinin en büyük işçi direnişi, birçok yönüyle tarihe damgasını vurmuştur. Bu direniş ile işçiler uzun vadede önemli kazanımlar elde etmişlerdir.

Eylemler, işçilerin dayanışma içinde ne kadar güçlü olabildiğini göstermiştir. İşçiler, yasaların tanıdığı haklarla verdikleri mücadelede örgütlenmenin başarının anahtarı olduğunu kanıtlamışlardır. İşçi sınıfının ülkede ne kadar etkili bir rol oynadığı görülmüş ve işçi sınıfının ülkede çok önemli bir dinamik olduğu kabul edilmiştir. İşçiler, mücadelesinde ne kadar haklı olduklarını kabul ettirmişlerdir. Gösterdikleri dinamizmle antidemokratik yasaların geri çekilmesini sağlamışlardır. 15-16 Haziran büyük işçi zaferi, işçilerin neler yapabileceğini en açık şekilde gösteren en görkemli direniş olmuştur. Bu direniş, sendikal mücadelenin en önemli yapı taşını oluşturmuştur. Bu direnişin aynı zamanda birçok müzisyeni ve üretimlerini de doğrudan etkilediği düşünülebilir. Özellikle 16 Haziran hakkında yazılan iki marşı ve sözlerini dinlediğimizde coşkunun ve direniş iradesinin ne kadar güçlü olduğunu görebiliriz.

‘Ürettikleri eserlerin büyük çoğunluğu hem içerik hem de müzikal olarak güncelliklerini koruyor’

15-16 Haziran Direnişi, arkasında, özellikle müzik alanında pek çok eser bıraktı. Türkiye işçi sınıfının, en azından şimdilik, kitlesel olarak sesini yükseltemediği bugünlerden baktığımızda bu eserler nerede duruyor?

Türkiye’de sol hareketin ilk defa kitleselleştiği 60’lı yıllarda politik müziğindeki en belirgin eğilim, Aşık İhsani ve Mahsuni Şerif gibi halk ozanlarının bağlama ile seslendirdiği Alevi müzik geleneğine dayanan müziksel bir söylemdir. Bu ozanlar, dini repertuardan çok politik bir repertuarı seslendirerek aslında bu müzik geleneğinin tarihindeki bir eğilimi sürdürmekte ve icra ettikleri müziksel söylemi sol hareketi destekleyecek şekilde yeniden uyarlamaktadırlar.

Müzik yazarı Ayhan Erol “Alevi-Bektaşi Müziğindeki Çeşitliliği İncelemek” adlı eserinde “Aleviler 16. yüzyıldan beri müziklerinde yalnızca Alevi öğretisini ifade etmekle kalmamış, aynı zamanda bir baskı ve toplumsal protesto tarihini de yansıtmışlardır. Bu nedenle, Alevi müziği neredeyse her zaman belirgin bir protestonun merkezi olmuştur.” demiştir.

1960’larda gelişen siyasal alanla müzik alanı arasındaki etkileşim işçi şarkılarının ortaya çıkmasıyla kendini iyice belli etmeye başlamıştır. Anadolu Pop’un önde gelen temsilcilerinin bu hattan beslendiği de görülmektedir. 1960’ların özellikle ikinci yarısından itibaren işçilerin ve emekçilerin mücadeleleri şarkılarla dillendirilmiş, 1970’li yıllarda ise önceki döneme göre işçi şarkılarında görece bir artış olmuştur.

1965 seçimlerinde 14 milletvekiliyle seçimlere giren TİP, Tülay German, Aşık Nesimi ve Aşık İhsani gibi isimleri seçim kampanyalarına sahneye çıkarmış ve Tülay German’ın söylediği bir seçim şarkısı yaratmıştır: “Yarının Şarkısı”

Ozan Eren “Türkiye’de 1960’larda Müzik Alanı ve Protest Müziğin İlk Nüveleri: Anadolu Pop Akımı” adlı makalesinde Bora Ayanoğlu tarafından bestelenen ve Alpay tarafından 1967 yılında seslendirilen Fabrika Kızı Türkiye’de protest müziğin işçilerin hak arayışlarının sesi haline gelmesinde öncülük ettiğinden ve diğer işçi şarkılarının bestelenmesi için motivasyon kaynağı olmasından bahsetmektedir.

1970’lerde işçi hareketlerinin yaygınlaşması, müzisyenleri de doğrudan etkilemiş ve bu alanda eserler üretilip paylaşılmaya başlanmıştır. Ana akım Batılı popüler müzik söylemine dayanan “aranjman/hafif müzik” kategorisinde, 70’lerle birlikte bu müziksel söylemi sol hareketi destekleyecek şekilde uyarlayan Timur Selçuk, Melike Demirağ ve Şanar Yurdatapan’ın temsil ettiği etkili bir bölüm ortaya çıkmıştır. Yine, 60’ların sonunda ortaya çıktığında politik müzik niteliği taşımayan Anadolu pop-rock akımı ve öne çıkan isimleri Cem Karaca, Edip Akbayram ve Selda’nın müziklerinin 70’lerdeki değişimi, Batı’nın politik müziğinin sol hareket aracılığıyla etkilemesinin önemli bir örneğidir.

Ruhi Su, Rahmi Saltuk, Sadık Gürbüz ve Zülfü Livaneli gibi Alevi müzik geleneğini vokal anlamda klasik Batı müziği ve/veya ana akım popüler müzik söylemleri içinde seslendiren “kentli ozanlar”, 70’lerin sonlarında koro ya da orkestra kullanarak enstrümantasyon anlamında da ya klasik Batı müziği söylemi ya da ana akım popüler müzik söylemleri içinde çok seslendirme denemelerinde bulunmuşlardır.

1970’lerde birçok marş yazılmış, uluslararası olanlar Türkçeleştirilmiş ve kayıt altına alınmıştır. İşçi hareketlerinde, eylemlerinde işçilerle birlikte söylenegelmiştir. 12 Eylül’ün baskılarının devam ettiği dönemde bile üretim durmamış, müzikal form ve içerik sosyalist şairlerin şiirlerinin bestelenmesiyle, özgün üretimlerle yoluna devam etmiştir. Ezginin Günlüğü, Grup Yorum, Grup Kızılırmak, Ahmet Kaya gibi sanatçı ve gruplar tarafından üretilen bu müzik, işçi sınıfının kendini yeniden bulduğu form olarak varlığını sürdürmüştür.

Yukarıda bahsi geçen tüm bu sanatçıların 60’lardan 80’lerin sonuna kadar uzanan süreçte ürettikleri eserlerin büyük çoğunluğu hem içerik hem de müzikal olarak güncelliklerini korumaktalar. Çünkü sömürü devam ediyor, sermaye gittikçe büyüyor ve azgınlaşıyor. İşçilerin emekçilerin koşulları yıllar geçtikçe daha ağırlaşıyor ve katlanılamaz hale geliyor.

‘Sol hareketin zayıflamasıyla müzisyenler müzikal söylemlerdeki politik duruşlarını geri çekti’

Türkiye’de politik müziğin öne çıktığı yıllar aynı zamanda işçi sınıfı ve haliyle solun iddia sahibi olduğu yıllar. 15-16 Haziran Direnişi’nin miras bıraktığı şarkılarda da bunu görüyoruz. Bu bağ hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ali Cenk Gedik Kasım 2009 yılında Gelenek dergisinde yayınlanan makalesinde müzisyenlerin politik müziği tercih etmeleri, sol hareketin gücüne bağlı olarak önemli bir meşruiyet kaynağı ve toplumsal bir motivasyon sağladığından bahseder. Devletin sol harekete yönelik baskıcı politikaları ve askeri darbeler güçlü olduğunda, sol hareket de politik müzik üzerinde belirli kısıtlamalar getirmiştir. Kültürel etkileşim açısından, sol hareketin kitleselleştiği 1960’larda, yerel göçlerle birlikte Alevi toplumu ve müzik geleneği sol harekete ve politik müziğe dahil olmuştur. Ancak 1980 sonrasında sol hareketin zayıflamasıyla, politik müzikteki Alevi müzik geleneğinin etkisi azalmıştır.

Batı etkileri ise sadece “politik müziği” değil Türkiye’deki tüm popüler müzik uygulamalarını hem müzikal söylemler hem de teknolojiler açısından etkilemiştir. 1980 öncesi Batı müziği söylemlerini icra eden müzisyenler, sol hareketin kitleselleşmesiyle bu söylemleri sol hareketi destekleyecek şekilde uyarlarken, 1980 sonrasında sol hareketin zayıflamasıyla birlikte aynı müzisyenler bu müzikal söylemlerdeki politik duruşlarını geri çekmişlerdir.

‘Şimdi 16 Haziran’ı hatırlama, hatırlatma ve yeniden üretme zamanı’

Söylemiştik, Türkiye işçi sınıfı en azından şimdilik kitlesel olarak sesini yükseltemediği bir dönemin içerisinde. 15-16 Haziran’ın şarkılarından da yola çıkarak konuşmakta yarar var, Türkiye’de işçi sınıfı müziği bugün ne durumda?

Günümüzde işçi sınıfının müziğini üreten müzik grupları yok denecek kadar az ve var olanlar geniş kitlelere ulaşmakta zorlanıyor diyebiliriz. Sokaktaki öfke, hip hop müzikle kendini ifade etmeye çalışsa da bunun örgütlü bir çağrı olmadığını da görüyoruz. Hip hop müzik ve türevleri sistemden ziyade kişileri hedefleyen bir bakış açısına sahip. Her ne kadar kitleleri harekete geçiriyormuş gibi görünse de tıpkı 1980’lerde arabeskin taşıdığı bireysel ve kaderci isyan duygusuna benzer bir tavır içinde olduğunu görebiliriz. Günümüzde örgütlenmeyi, işçi sınıfının yükselmesini konu alan, içerik açısından 1970’lerin işçi hareketlerinin coşkusunu, anlayışını taşıyan ve hep bir ağızdan söylenen yeni eserler yok. Şu an hala işçi sınıfının müziği olarak icra edilen eserler 70’lerden, 80’lerden kalan ve güncelliğini sürdüren eserler. Bu elbette işçi hareketinin içinde bulunduğu durumla benzer özellikler taşıyor. Oysa bugün 70’lerin, 80’lerin koşullarından daha da acımasız şekilde işçi ve emekçi sömürülüyor, güvencesiz çalıştırılıyor, sendikasızlaştırılıyor, istendiği zaman kapı önüne konuluyor.

İşçilerin sanattan müzikten kopartılmış izole bir hayat sürmeye mahkûm edildiklerini, kendilerine sunulan vasatı almak zorunda kaldıklarını, var olan koşullar nedeniyle hayattan daha da uzaklaştığını görmemek mümkün değil. Sosyalist, komünist sanatçılara bu açıdan çok önemli bir görev düşüyor. Şimdi 16 Haziran’ı hatırlama, hatırlatma ve yeniden üretme zamanı. İstanbul’u, Türkiye’yi 16 Haziran gibi yeniden işçilerin İstanbul’u, Türkiye’si yapmak için mücadele zamanı.