İrlanda solu saplandığı popülizm bataklığında debeleniyor. Popülist sol uzunca bir zamandır bağımsızlığı, örgütsüz ve partisiz mücadele mucizesini yeniden ve yeniden keşfediyor.

İrlanda: Mick Wallace ve Clare Daly neden kaybettiler?

Avrupa parlamentosu seçimlerinin gelecek için önemli sinyaller verdiği söyleniyor. Bu bir bakıma doğru, ama bakış açımızı medya denen efsundan biraz uzaklaştırmaya çalışırsak bunun büyük bir  alıklaşmaya kapı araladığını göreceğiz. Avrupa toprakları üzerinde en büyük, en tutkulu ve en sert çatışmaların yaşandığı yer İrlanda oldu. İrlanda, Ukrayna savaşının haklılığına tüm çabalara rağmen inandırılamadı. İnandırılamadı diyorum, çünkü NATO genişlerken cumhurbaşkanlığı düzeyinde bile İrlanda'nın NATO'ya üyeliği konusu büyük bir dirençle karşılandı. Elbette bunda Michael D. Higgins'in sosyalist geçmişi büyük oranda etkili oldu. Yine İrlanda halkı, İsrail'in soykırım suçuna gücü yettiği kadar karşı koydu. Sistem başa çıkmakta zorlandığı bu çıbanı sonunda görmezden gelmeye karar verdi. İrlanda'yı bu açıdan görmek, sınıfsal çıkarlarına karşı geliyordu. Bizlerin başaramadığı ne varsa, karşı cephe büyük bir esneklik ve kıvraklıkla başardı. Sömürgenler hemen bakış açılarını değiştirdi.

Değişen bakış açısı, propagandanın yönünü belirledi. İrlanda'da yaşananlar görmezden gelindi. Okurlar hatırlayacaktır, bu köşede Dublin'in neden yakılıp yıkıldığını anlatmaya çalışmıştım. ABD ve İngiltere yani kısacası NATO, İrlanda'ya operasyon çekmek zorundaydı. Elbette bu operasyonun kapsamı geniş ve tüm Avrupa'yı kapsıyor. Sadece İrlanda'da daha sert ve etkili davranmaları gerekiyor. Fark burada. Bu operasyonu çekebilmek için İrlanda'nın tüm zayıf yönleri kullanılmaya çalışıldı. İrlanda'nın tarihsel trajedileri ki bu trajedinin başında milyonlarca İrlandalı'nın tıpkı Afrikalılar gibi gemilere doluşup Amerika'ya göç etmek zorunda kalması geliyor. İşte pandoranın kutusu buradan açıldı; ilk önce Amerika'ya göç etmiş ve Amerikan milliyetçiliğiyle donatılmış İrlandalılar harekete geçirildi ve bir Elon Musk mucizesi olan "X" platrofmu üzerinden 24 saat esaslı nefret propagandası başlatıldı. Gerçekler çarpıtıldı ve göç eden siyah, esmer ya da İngilizce konuşamadığı için barbar ilan edilen (tıpkı Antik Yunan ve Roma'da olduğu gibi) ne kadar insan varsa hedef tahtasına oturtuldu.

Böyle bir propagandanın başarılı olması, içeriden bir yardım almadan mümkün değildi. Sinn Fein'in yaklaşan ve bağıra bağıra gelen iktidarına karşı Dublin ve Londra kafa kafaya verdi. Hükümet, mültecilere yer bulmakta zorlandı, mülteciler Dublin'de çadır kurmak zorunda bırakıldı ve gelen bu pası ırkçılar her gün maharetle işledi. Doğudan akın akın gelen barbar insanı barındıracak yer yoktu, çünkü İrlanda en ufak boşluğu bile ayrıcalıklı gördüğü Ukraynalıya tahsis etmişti. Kısacası kaleyi boş gören faşistler gol atmaya devam etti. Eline kamerayı alan soluğu mültecilerin çadırlarında aldı, İngilizce dahi bilmeyen insanlara kaç yıldır burada oldukları soruldu; videoların sonunda mültecilere '"defolup gitmeleri" (elbette nazik bir üslupla yazıyorum) mesajı güçlü bir biçimde verildi. Böylece İrlanda şerefli tarihiyle vurulan ne ilk ne de son ülke oldu. Milliyetçiliği tertemiz bir suyun içine damlatın, o su saniyeler içerisinde simsiyah kesilecektir. İşte AP'nin en muhteşem konuşmalarına imza atan iki isminin yenilgisinin altında bu kısa tarihsel süreç yatıyor. Bu yenilgide dış etkenler olduğu kadar, iç etkenler de oldukça güçlü. Bildiğimiz anlamdaki solun liberalizm denen eblehlikle sarıp sarmalanması ki bu bir nevi popülizmi de içeriyor, kendisini işçi kitlelerinden soyutlamasına neden oldu. Nasıl yani konuşmaları sosyal medyada milyonlarca kez izlenen insanlar işçi kitlelerinden uzaklaştı mı? Evet, tam olarak bunu söylüyorum. İrlanda solunun dünyadaki muadilleriyle ortak yönü, işçi sınıfı kitlelerinden tamamen kopmuş olması. Şimdi, tek tek saymayacağım liberal kavram setini gözünüzün önüne getirin, kimlik politikaları vb. Tam anlamıyla bitmiş bir mücadelenin parlamentolardaki temsili, popülizm olmadan mümkün değil. Ancak sosyalistlerin anlaması gereken şey, popülizm sosyalistler için ancak anlık bir jet yakıtı olabilir. Bu yakıtla hızla yükselir ve hızla yerin dibine çakılırsınız. Vekil maaşı bu tabloda teselli ikramiyesi olarak görülüyorsa eğer geçmiş olsun.

Avrupa'daki mülteci düşmanı ırkçıların arkasında NATO var. Mülteciler, ırkçılar için sadece sıçrama tahtası; tıpkı geçmişteki anti semitizm gibi. Ana hedefleri, NATO'ya tam itaat ve savaşa koşa koşa gitmeye razı edilecek yoksul kitleler. Bunu defalarca yazmaya ve anlatmaya çalıştık. Bu vatansever, ülke ve millet aşığı serdengeçtilerin arkasında NATO varsa eğer, doğal olarak İsrail de var. Gelelim bizim aklı evvellere. Sermayenin çektiği "Atatürk" temalı reklamlara ağzı sulanarak tav olanlar, Geert Wilders'in "laiklik ve Atatürk" temalı "X" paylaşımlarına meftun oluyorlar. Türkiye'deki garip siyasi ayrımlarla söyleyecek olursak ulusalcılığın ve milliyetçiliğin kocaman bir çengel (balık oltası) olduğunu ve bu çengelin kitle iletişim araçlarıyla milyonlarca sazanı avladığını söylemek zorundayız. "Wilders’in İsrail doğumlu yeni bakanının Mossad ile bağı olduğu gerekçesiyle adaylığı geri çekildi". İşte Wilders'in göç bakanlığına atamak istediği böyle bir isim (Gideon (Gidi) Markuszower). Ülke sevdalısı, vatan aşığı Wilders, kendi ülkesinde, bir bakanlığa başka bir ülkenin ajanını atamaya kalkacak kadar seviyor vatanını.1 Türkiye'de de maliye yönetimine bakarsak belki benzer bir şey orada da görebiliriz. Kim bilir? Okurun daha fazla başını döndürmeden İrlanda'yı ve AP seçimlerini değerlendirmeye devam edelim. Ülkeler arasındaki bu hızlı geçişleri yapmamın sebebi, büyük bir operasyonun içerisinde olduğumuzu kavratabilmek için. Faşistlerin iktidar yürüyüşü, NATO ve müttefiklerin iç yardımı olmadan mümkün değil.

Öyleyse milliyetçilerin iktidar yürüyüşünü şöyle yorumlamalıyız: Savaş kabinelerini kuracak ve toplumları gözünü kırpmadan ateşe atacak hainler grubunu, sermaye ancak bu milliyetçilerin içinden bulabilir ve maalesef bulmuş gibi de görünüyorlar. Tüm bu başlıkların detaylı incelemesini "Gelenek" dergisine bırakmak istiyorum. Köşe yazısının sınırlarını aşmadan Mick Wallace ve Clare Daly bozgununa değinmeye devam edeyim. Burada her iki adayın aldığı oyları, istatistikleri ve rakamları paylaşmak istemiyorum. Bu teknik yorumların ufkumuza ne gibi bir katkısı var bunu da açıkçası bilmiyorum.

Her iki aday, İrlanda'nın değişen siyasi atmosferine uyum sağlayamadı. Filistin-İsrail savaşını bir din savaşı olarak göstermeye (Müslüman-Hristiyan) ve korkunç bir şekilde medeniyetler savaşı tezine sarılan milliyetçiler fazlasıyla hafife alındı. Brüksel'den, yaldızlı salonlardan ve kürsü şehvetinden bir türlü çıkamayan bu ikili bir kez daha bize parlamento tuzağının ne olduğunu gösterdi. Kişiyi kendinden daha büyük gösterme illüzyonunu başarıyla sağlayan ve adına "X" denen mucize de bu iki sol popülistin ipini çekmiş gibi görünüyor. Yorumlarım Türkiye'deki okurlar için sert, acımasız ve keskin görünebilir, ancak bunun bile yeterli olmadığı kanısındayım. Çünkü, sol adına umut tüketen herkes büyük bir suç işlemiş demektir. Bu bozgun yetmemiş olacak ki İngiltere muhalefetinden George Galloway, Clare Daly için çağrıda bulundu ve onu İrlanda Cumhurbaşkanı adayı gösterdi. Kabus gibi bir yabancılaşma, cumhurbaşkanlığı koltuğunu kaybetmek adına başarılı bir popülizm.2 Neticede tükenen her umut, karşı cephenin hanesine yazılan yeni sayılar anlamına geliyor. Bu ikilinin Dublin'de otobüsler yakılırken, hatta mülteciler konaklıyor gerekçesiyle oteller kundaklanırken, Brüksel'de çok büyük işlerle meşgul olduklarını biliyoruz. Evet, "Vay be izledin mi? Clare Daly, Ukrayna-Rusya savaşını destekleyenlere ne çaktı öyle? Gördün mü? Mick Wallace, nasıl Filistin meselesinde İsrail'e güm güm geçirdi!" Tüm bu kürsü performanslarının vicdanlarımızda yarattığı mastürbatif etkiyi reddetmiyorum. Evet, rahatladık ve rahatlatıldık. Peki, bu konuşmaların sonucu ne oldu? İsrail, çocukları bombalamaya, sınır tanımadan öldürmeye devam etti. İnsanlar artık herhangi bir konuda çok konuşulmasından, çok alkış alınmasından yoruldu. İşçiler artık sonuç alınmasını istiyor.

Seçim sonuçları açıklandıktan ve iki adayın kaybettiği belli olmasından sonra İrlanda Komünist Partisi "X" üzerinden bazı duygusal açıklamalar yaptı. Bu açıklamaların yine gerçekliğimizle bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. İkiliye büyük medya tekellerinin korkunç baskı kurduğu ve aleyhlerinde çok çirkin bir kara propaganda yapıldığı ve seçim yenilgisinin buna bağlı olduğu solun ortak çıkarımı gibi görünüyor. Sahi sermaye medyasından nasıl davranması bekleniyordu? Siyasete garip bir dil yerleşti, ne olursa olsun kimse kaybetmiyor; herkes bir şekilde kazançlı çıkıyor. Kaybediliyorsa bile iç nedenlere bakılmıyor, sorun hep dış nedenlerde aranıyor. İrlanda solu saplandığı popülizm bataklığında debeleniyor. Mick Wallace, seçim yenilgisi sonrası yaptığı açıklmada "partisiz çalışma yapmasına vurgu yaparak" bir bağımsız olarak aslında başarılı olduğunu ima etti. Popülist sol uzunca bir zamandır bağımsızlığı, örgütsüz ve partisiz mücadele mucizesini yeniden ve yeniden keşfediyor.3 Bu tavır işçi kitlelerinden kopuşun adeta açık bir vesikası. Bu işçi kitlelerine göçmenler, mülteciler kısacası tüm ten renginden insanlar dahil. Gelecekte bu ayrımı "milliyetçilerin" dahi yapamayacağını göreceksiniz. Çünkü, hizmet ettikleri sermayenin damarlarına onlar sayesinde taze kan taşınıyor. Merkez partileri göçmenleri cesurca aday gösterirken, aman gayri milli görünürüz korkusu yaşıyor sosyalistler. Sınıftan kopanlar, korkularının veya popülizmin esiri oluyor. Okurlara garip bir çıkarım gibi gelebilir ancak İrlanda'da yaşayarak gözlem yapmanın büyük bir ayrıcalık olduğunu belirterek şunu yazmak istiyorum, Mick Wallace ve Clare Daly'nin seçilememesi iyi oldu. Zaten işlevsiz hale gelen Avrupa Parlamentosu'nun iyice sermaye sınıfının ahırına dönmesi, ifade özgürlüğü denen o illüzyonun kalkmasına hizmet edebilir. Ayrıca işçilerin, evsizlerin, mültecilerin yanında görünmekten imtina eden ama kürsüye çıktığında mangalda kül bırakmayan sol popülizmin tükenişi iyi bir şey. Bir yanına Afrikalı diğer yanına İrlandalı işçiyi almadan, kameraların şehvetine kapılan solu girdiği her seçimde artık hüsran bekliyor. James Connolly'den fazlasıyla etkilenen İngiltere'deki demiryolu işçilerinin lideri Mick Lynch ne demişti? Artık Avrupa'da işçi sınıfının ana gövdesini göçmenler oluşturuyor. Bu insanları mücadeleye katacak tecrübeye sahibiz. Tek yapmamız gereken o tecrübeyi hatırlamak. İnsanlara dokunacak, okuma grupları açacak, devletin yapmadığını yapıp onlara dil öğreteceğiz. Evet, bunlar da bir sendikanın ya da devrimci bir siyasi partinin görevi. Ancak değil göçmen işçilere ulaşmak görünüyor ki kendisini sosyalist, devrimci ya da sendikacı olarak nitelendirenlerin tamamı İngiliz ya da İrlandalı işçilere ulaşmaktan çok uzak. Özetle bu iki popülist solcunun kaybettiği seçim bir yana durum sanıldığından daha vahim. İnsani ilişkileri dahi nasıl kuracağını unutmuş bir devrimcilik biçimiyle alınabilecek herhangi bir yol yok.

Öfkemizin bir yanında sermayenin dizginsiz sömürüsü varsa diğer yanında bu var. Dünyadaki sınırların kendisine açık olduğunu gören ve başka bir alemde yaşayan teknokratların sınırsız ve sorunsuz dünyasının içinden bakarak bu sorunları çözmek ya da anlamak mümkün değil. Marksizmi entelektüel bir uğraşa, kürsü şovlarına ya da bir hobiye indirgeyen küçük burjuva gözlüklerini paramparça etmeden ulaşılabilecek bir yol yok. Evet, Avrupa'da işçiler oylarını ırkçılara vermeye devam edecek. Çünkü o işçiyi aşağılamadan kapısını çalanlar, derdini dinleyenler ve sosyal gruplar oluşturanlar büyük bir enerjiyle siyaset sahnesine dahil oluyorlar.