Bir laboratuvar olarak Almanya: Sağ ve solda yükselen aktörlerin alamet-i farikası ne?

Almanya’da sağ güçleniyor ve solda yeni alternatiflere kapı aralanıyor. Sahra Wagenknecht, işte bu dinamizmin kaynağını iyi özetliyor.

Haber Merkezi

Kriz, savaş, göç ve emperyalist hiyerarşide yaşanan karmaşanın bir ürünü olarak Almanya adeta bir laboratuvar gibi çalışıyor. Almanya’da sağ güçleniyor ve solda yeni alternatiflere kapı aralanıyor. Alman solunun liberalliği, Covid pandemisindeki performansı, kimlikçi politikaları, Amerikancılığı ve büyük sermayenin kuyruğuna iyice yapışmış görüntüsü Merkel döneminin mirasıyla birleştiğinde karşımıza yeni deneylerin ülkesi Almanya çıkıyor.

Sahra Wagenknecht, Alman solunun "yeni yıldızı" ve Avrupa solunda her yıldızlaşan isim gibi, düzenle uyumlu. Fakat bu dinamizmin kaynağını oldukça iyi özetliyor. Neden kendi adıyla ("BSW") bir parti kurduğunu, neden “halk partilerinin” silindiğini ve lider partilerinin dönemine girildiğini, neden “muhafazakar bir sola” ihtiyaç duyulduğunu, kendisinin hangi boşluğa gözünü diktiğini, ve hatta hangi sınıfa sırtını yasladığını da açıkça anlatıyor.

Wagenknecht, küçük Alman sermayedarlarının çıkarlarının savunucusu olarak siyasette kendine yer açıyor. Bu sırada Alman soluyla Alman emperyalizminin nasıl bir ilişkisi olduğunu, Alman işçisinin ve küçük sermayesinin Alman emperyalizmine borçlarını, bu doğrultuda kapitalizm içi bir çözümün nasıl mümkün olduğunu da “satır aralarında” anlatıyor.

(Thomas Meaney ve Joshua Rahtz’ın gerçekleştirdiği bu söyleşi New Left Review’un 146. sayısında yayınlanmıştır.)

Çeviri: Sarp Kazezoğlu

Almanya ekonomisi, birbirine yaklaşan hem konjonktürel hem de yapısal birden fazla krizle karşı karşıya. Rusya’yla savaştan ötürü yükselen enerji masrafları, yüksek faiz, yüksek enflasyon ve reel ücretlerin düşüşünün sebep olduğu hayat pahalılığı şoku, Amerikalı rakipler mali genişlemeye başvururken anayasal borç freninin empoze ettiği kemer sıkma politikaları, otomobil endüstrisi, demir-çelik sanayi ve kimya endüstrisi gibi kritik sektörleri etkileyecek bir yeşil dönüşüm planı ve Almanya’nın en önemli ticaret partnerlerinden biri olan Çin’in elektrikli otomobil üretimi gibi sektörlerde bir rakibe dönüşmesi. Bize bu gerileme yüzünden en fazla zarar gören bölgeleri anlatabilir misin?

Son on yılların en şiddetli genel krizi yaşanıyor ve bu krizde Almanya diğer bütün büyük ekonomilerden daha kötü durumda. Bu krizden en çok etkilenen bölgeler, Büyük Münih, Baden-Württemberg, Ren-Neckar, Ruhr gibi bugüne kadar Alman modelinin belkemiği olan sanayi bölgeleri. Pandemi döneminde en çok perakende ve hizmet sektörleri en ağır darbeleri almıştı. Şu an ise bizim Mittelstand firmalarımız1 ağır baskı altında. 2022 ve 2023 yıllarında yüksek enerji harcayan endüstri firmalarımız üretimlerini yüzde 25 azaltmak zorunda kaldı. Bu daha görülmemiş bir şey. Toplu işten çıkarmaları yeni duyurmaya başladılar. Bu küçük ve orta ölçekli aile şirketleri (birçoğu uzman mühendislik şirketleri veya makine aletleri, otomobil parçaları, elektrikli ekipman üreticileri) Almanya için oldukça önemli. Çoğunlukla doğrudan şirket sahibi tarafından yönetiliyorlar veya bunlar aile şirketleri, bu nedenle de borsada görünmüyorlar ve oldukça dayanıklı bir karaktere sahipler. Yani üç aylık getirilere odaklanmak yerine daha uzun vadeye, gelecek nesillere odaklanan, kendilerine özgü bir işletme kültürleri var. Kendi mahallelerine yerleşmiş durumdalar ve genellikle işletmeler arası ticaret yapıyorlar. Büyük şirketler gibi her açıktan yararlanmak yerine çalışanlarını ellerinde tutmak istiyorlar: Ki bizde her açıktan yararlanan büyük şirketlerden de çok var.

Mevcut krizden asıl Mittelstand firmaları zarar görüyor. Enerji fiyatları yüksek kalmaya devam ederken, sanayi istihdamı da büyük ölçekte yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Ve sanayi kalmadığında hiçbir şey kalmaz: yüksek ücretli işler, satın alım gücü, toplumsal birlik. Sadece İngiltere’nin kuzey bölgelerine veya Doğu Almanya bölgelerinin sanayisizleştirilmesine bakmamız yeterli. Düzgün bir endüstriyel altyapıya sahip olmamız göreceli olarak yüksek sayıda yüksek ücretli istihdama sahip olduğumuz anlamına geliyor. Ama Mittelstand firmaları uzun zamandır baskı altında. Almanya'da çok popüler oldukları için ana akım siyasiler bu şirketlere övgüler yağdırmayı seviyor: Şirket satın almaları ve küreselleşme baskılarına karşı bu küçük, yüksek vasıflı aile şirketlerini korumak büyük bir başarı. Düşük fiyatlı Rus doğalgazı ve ucuz avro yüzünden bu şirketlerden bazıları gizli sektör şampiyonları, küresel piyasa önderleri olmuş durumda. Ama küresel sermaye tarafından kışkırtılan Alman hükûmetleri, bu firmaların faaliyet gösterdikleri koşulları zorlaştırıyor. 2000’li yılların başlangıcında Gerhard Schröder’in Yeşil-Sol koalisyonunun neoliberal dönüşümüydü bu. Schröder, yerel bankaların yerel şirketlerde büyük bloklar halinde hisse sahibi olduğu eski modeli kaldırdı; bunun en azından hisselerin çoğunun serbestçe alınıp satılmaması gibi bir avantajı vardı, dolayısıyla finansal grupların veya serbest fonların getirileri maksimize etmeye yönelik hissedar-değer baskısı yoktu. Schröder ayrıca bankaları sanayi hisselerini satmaya teşvik etmek için kâr vergisi muafiyeti tanıdı: bunu yapmasaydı, model muhtemelen bozulmayacaktı.

Mittelstand firmalarını idealize etmek istemiyorum. İşçilerini vahşice sömüren aile şirketleri de var. Ancak yine de bu, sadece çift haneli kazançlar peşinde koşan uluslararası, kurumsal yatırımcılara sahip borsaya kote şirketlerin kültüründen farklı bir kültür. Mittelstand firmaların yok olmasına izin vermek ciddi bir siyasi hata olur, çünkü ekonomik krizin bir çok yönü siyasi hatalardan kaynaklanıyor: Rusya ile savaş gibi, yeşil dönüşümün ele alınış biçimi gibi, Çin'e karşı düşmanca tutum gibi, Almanya'nın ekonomik çıkarlarına açıkça ters düşen kararlar. Biz Schröder’e “der Genosse der Bosse” yani patronların yoldaşı derdik, ama o en azından duruma bakıp uygun fiyatlı doğalgaz akışının sağlanmasının önemini anlamıştı. Mevcut hükümet tamamen siyasi nedenlerle yüksek fiyatlı Amerikan sıvılaştırılmış doğal gazına geçiş yaptı. İktidardaki koalisyonda yer alan üç parti de (SPD, FPD ve Yeşiller) anketlerde dibe vurdu çünkü insanlar ülkenin yönetilme şeklinden bıkmış durumda.

Bütün bu siyasi kararlara teker teker bakalım. İlk olarak Almanya’da enerji maliyetlerinin muazzam artışı Ukrayna’daki savaşın doğrudan bir sonucu. Size göre Rus işgali önlenebilir miydi? İşgalin, ancak silah zoruyla durdurulabilecek olan intikamcı Büyük Rus milliyetçiliği tarafından yönlendirildiği yaygın olarak söyleniyor.

Benim gördüğüm kadarıyla Washington, Rus işgalini durdurmayı hiç denemedi, sadece askeri yolları denedi. Ukrayna hızla AB ve NATO üyeliğine doğru ilerlerken, Rus devletinin ulusal güvenlik çıkarları için güvence olarak bir tür mutabık kalınmış güvenlik rejimine ihtiyaç duyulduğu açık olmalıydı. Ancak ABD 2020'de tüm silah kontrol anlaşmalarını ve güven arttırıcı önlemleri sona erdirdi ve 2021-22 kışında Biden Yönetimi Rusya ile Ukrayna'nın gelecekteki statüsü hakkında konuşmayı reddetti. Rusya'nın Ukrayna'nın NATO için önemli bir üs haline getirilmesine neden daha fazla seyirci kalamayacağını düşündüğünü açıklamak için “intikamcı Büyük Rus milliyetçiliğine” ihtiyacınız yok.

Almanya, Çin ile ekonomik ilişkilerini azaltması için ABD’den büyük baskı görüyor. Siz bu ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Bu durum, Rusya’yla olan durumdan daha belirsiz. Çin’in Almanya’ya rakip olması Almanya’nın suçu değil, bu açık. Ama aynı anda hem Çin piyasasından ayrılıp hem de ucuz enerji kaynaklarından koparsak, Almanya’da gerçekten lambalar bile yanamaz. Bu yüzden büyük şirketlerde bile izolasyoncu bir strateji izlemememiz için bir baskı var. GSMH'nin yüzdesi olarak Çin'e ABD'den çok daha fazla ihracat yapıyoruz, dolayısıyla ekonomimiz Çin'e çok daha bağlı. Ancak Yeşiller bu konuda fanatik bir tutum sergileyerek ABD'ye öylesine bağlandılar ki, şiddetle Çin düşmanı bir tutum benimsediler. Yeşillerin Dışişleri Bakanı Baerbock korkunç diplomatik hatalar yaptı. En azından bir örnekte, Saarland'da, çok sayıda istihdam sağlayabilecek önemli bir Çin yatırımını korkuttu. Dolayısıyla bu, endişe veren yeni bir gelişme. Çinliler Almanya'da çok sayıda şirkete sahipler ve bu şirketler genellikle Amerikan serbest fonları tarafından devralınan şirketlerden daha iyi durumdalar. Genel olarak Çinliler, birçok Amerikan finans şirketini karakterize eden üç aylık düşünme tarzını değil, uzun vadeli yatırımları planlıyorlar. Elbette kâr elde etmek istiyorlar ve teknolojiler de çıkarsız değil; ancak aynı zamanda güvenli istihdam da sağlıyorlar.

Bu bizim ekonomimiz için oldukça önemli. Scholz’un kendisini nasıl konumlandırması gerektiğine henüz karar verdiğini düşünmüyorum. FDP de Alman işverenler tarafından baskı altında kendi manevralarını yapıyor. Rusya’nın dondurulmuş döviz rezervleri hakkında paralel bir tartışma gelişiyor. Bu dövizlere, hatta sadece bu dövizlerden gelen kazançlara el koyarlarsa bu Çin’e avro bazında döviz rezervi almama konusunda sinyal gönderir. Bazı rezervlerini altına çevirmeye başladılar bile. ABD, Rus rezervlerine el koymuyor, bunun için iyi bir sebep var. Yani yine sadece Avrupalılar aptal gibi davranıyor. Ekonomik beklentilerimizi mahvediyoruz ki böylece Çinliler (aslında zaten  amaçladıkları gibi) her halükârda giderek daha fazla kendi kendilerine yeterli hale gelebilsinler. Ticarete hâlâ ihtiyaçları var ama belki de yirmi yıl içinde bizim onlara duyduğumuz ihtiyaçtan daha az ihtiyaç duyacaklar.

Ekonomi Bakanı ve eski Yeşiller Eş Başkanı Robert Habeck’e göre Almanya’nın en büyük ekonomik sorunu nitelikli ve niteliksiz işçi eksikliği: aşağı yukarı 700 bin pozisyon doldurulamıyor. Yaşlanan toplum göz önüne alındığında Alman hükümeti 2035’e kadar 7 milyon işçi eksikliği olacağını tahmin ediyor. Eğer Alman kapitalizminin sağlığı sizin yeni partiniz BSW (Bündnis Sahra Wagenknecht) için bir öncelik ifade ediyorsa bu önemli düzeyde bir göç gerektirmez mi?

Alman eğitim sistemi perişan bir durumda. Okul bitirme yeterliliğine sahip olmayan genç yetişkinlerin sayısı 2015 yılından bu yana sürekli artıyor. 2022 yılında, 20 ila 34 yaş arasındaki 2,86 milyon kişi resmi bir yeterliliğe sahip değil ve bu kişiler arasında göçmen kökenli birçok kişi de bulunmakta. Bu, o yaş grubundaki tüm insanların neredeyse beşte biri demek. Almanya'da her yıl 50.000'den fazla öğrenci diploma almadan okuldan ayrılıyor: bunun kendileri ve toplum için dramatik sonuçları oluyor. Onlar için nitelikli işçi eksikliği tartışması bir alay konusu olmalı. Bizim önceliğimiz bu insanları mesleki eğitime kazandırmak.

Bununla birlikte Almanya’daki demografik durum göz önüne alındığında bir miktar göç gerekli. Ancak bu süreç, tüm tarafların çıkarları göz önünde bulundurularak yönetilmelidir: menşe ülkeler, göç alan ülke nüfusu ve göçmenlerin kendileri. Bunun için hazırlık gerekiyor; şu anda böyle bir şey yok. Herkesin istediği yere gidebildiği ve bir şekilde uyum sağlayıp hayatta kalmaya çalıştığı neoliberal göç rejiminin iyi bir fikir olduğunu düşünmüyoruz. Ülkemizde çalışmak ve yaşamak isteyen insanları hoş karşılamalıyız ve bunu yapmayı öğrenmeliyiz. Ancak bu, halihazırda burada yaşayanların hayatlarının altüst olmasıyla sonuçlanmamalı ve insanların uğruna çalışıp vergi ödediği kolektif kaynakları aşırı zorlamamalıdır. Aksi takdirde, göçmen karşıtı sağcı siyasetin yükselişi kaçınılmaz olacaktır. Aslında bugünkü haliyle AfD büyük ölçüde Angela Merkel'in mirası. Almanya'da özellikle düşük gelirli insanlar için dramatik bir konut sıkıntısı yaşıyoruz ve devlet okullarındaki eğitim kalitesi yer yer korkunç bir hal aldı. Göçmenlere ekonomimize ve toplumumuza eşit katılım şansı verme kapasitemiz sonsuz değil. Ayrıca, insanların kendi ülkelerinde eğitim ve iş bulabilmelerinin çok daha iyi olduğunu düşünüyoruz ve demografik boşluklarımızı doldurmak için bu ülkelerdeki en girişimci ve yetenekli gençlerin bazılarını ekonomimize çekmek yerine, en azından yatırım sermayesine daha iyi erişim ve adil bir ticaret rejimi ile o ülkelere bu konuda yardımcı olmak zorunda hissetmeliyiz. Ayrıca Almanya'ya taşınan doktorlar gibi yüksek vasıflı çalışanların eğitim masraflarını da menşe ülkelere geri ödemeliyiz. Ve göçün insan kaçakçılığı boyutunu, gerçekten sığınmaya ihtiyacı olmayan insanların Avrupa'ya girmesine yardım ederek milyonlar kazanan çeteleri ele almalıyız.

BSW'ye sempati duyabilecek bir sürü kişi, geçtiğimiz Kasım ayında Berlin'de düzenlenen göç politikası zirvesi hakkında yaptığınız “Almanya bunaldı, Almanya'da yer kalmadı” şeklindeki yorumunuz gibi ifadelerin yabancı düşmanı bir atmosfere katkıda bulunmasından endişe duyuyor. Adil bir göç politikasının ne olabileceğini tartışırken ırkçı veya yabancı düşmanı imalardan kaçınmak konusunda net olmak önemli değil mi?

Irkçılıkla her zaman mücadele edilmelidir, ırkçılıktan sadece kaçınılmamalıdır, onunla mücadele edilmelidir. Ama gerçek toplumsal kıtlıklara (talebin kapasiteyi aşması) ışık tutmak yabancı düşmanlığı değildir. Bunlar sadece somut veriler. Mesela şu an Almanya’da 700 bin birimlik konut yetersizliği var. On binlerce öğretmen açığı var. Elbette savaşlardan kaçan çok sayıda sığınmacının (2015'te Suriye, Irak ve Afganistan'dan bir milyon; 2022'de Ukrayna'dan bir milyon) aniden gelişi, kapasitede herhangi bir artışla karşılanmayan büyük bir talep artışı yaratıyor. Bu da kıt kaynaklar için yoğun bir rekabete sebep oluyor ve yabancı düşmanlığını körüklüyor. Bu yeni gelenler için adil değil ama aynı zamanda uygun fiyatlı konuta ihtiyaç duyan ya da çocukları sınıfın yarısı Almanca bilmediği için öğretmenlerin tamamen bunaldığı okullara giden Alman aileler için de adil değil. Ve böyle durumlar insanların zaten stres içinde olduğu yoksul yerleşim bölgelerinde yaşanıyor.

Bu sorunları inkâr etmenin ya da görmezden gelmenin bir faydası yok. Diğer partilerin yapmaya çalıştığı da buydu ve eninde sonunda AfD'yi güçlendirdi. Göç, açık bir dünyada her zaman gerçekleşecektir ve çoğu zaman her iki taraf için de zenginleştirici olabilir. Ancak bunun ölçeğinin kontrolden çıkmaması ve ani göç dalgalarının kontrol altında tutulması çok önemli.

Irkçılıkla mücadele edilmesi gerektiği söylüyorsunuz ama BSW’nin Avrupa Parlamentosu manifestosu Almanya ve Fransa’da “İslamcı eğilimlere sahip paralel toplumlarda” çocukların “Batı kültüründen nefret ederek büyüdüklerini” ilan edince bu tamamen şeytanlaştırma gibi anlaşılıyor. Ancak aynı zamanda BSW’nin liderliği ve parlamentodaki temsilcileri şüphesiz Alman partileri arasında en çok-kültürlü olanı. Buna nasıl cevap verirsiniz?

Almanya'da da bu tür yerler var, İsveç ya da Fransa'daki kadar çok değiller ama dikkat çekiyorlar. İnsanları sadece üretim faktörleri, toplumu da sadece polis gücüyle korunan bir ekonomi olarak görürseniz, bu durum sizi çok da rahatsız etmeyecektir. Karşılıklı güvensizlik ve düşmanlık sarmalından kaçınmak istiyoruz. Grubumuzda sizin deyiminizle “çok kültürlü bir geçmişe” sahip olanlar her iki tarafı da tanıyor ve tüm insanların sömürüden uzak, barış içinde bir arada yaşayabileceği bir topluma yönelik hayati bir ilgi duyuyor. Neoliberal göç politikalarının (“açık sınırlar” tam olarak budur) vaatleri yerine getirme konusunda ne kadar boş olduğunu yakından görüyorlar. Ve özellikle grubumuzdaki kadınlar, ataerkilliği büyük ölçüde aşmış bir ülkede yaşamaktan mutlular ve bunun arka kapıdan yeniden dayatıldığını görmek istemiyorlar.

Yeşil dönüşüm politikalarının Almanya'nın ekonomik çıkarlarına aykırı olduğunu belirttiniz. Burada aklınızdan geçen neydi?

Yeşillerin çevre politikasına yaklaşımı çoğu insan için ekonomik açıdan cezalandırıcı. Yüksek CO2 fiyatlarından yanalar, fosil yakıtları daha pahalı hale getirerek bu yakıtlardan vazgeçmek için bir teşvik yaratmak istiyorlar. Bu, elektrikli araba almaya gücü yeten varlıklı insanlar için işe yarayabilir, ancak fazla paranız yoksa, daha kötü durumda olacağınız anlamına gelir. Yeşiller yoksul insanlara karşı kibir dolu bir tavır sergiliyor ve bu nedenle halkın büyük bir kesimi tarafından nefretle karşılanıyor. AfD de bunu kullanıyor: Yeşiller'e ve politikalarına duyulan nefretten besleniyor. Halk, siyasilerin onların ne yiyeceğine, nasıl konuşacağına, nasıl düşüneceğine karışmasından hoşlanmıyor. Yeşiller de sözde ilerici gündemlerini dayatırken bu misyoner tavrın tipik bir örneğini sergiliyorlar. Elbette, elektrikli bir arabaya ayıracak paranız varsa, onu kullanın. Ancak, başka bir şeye maddi gücü yetmediği için eski bir dizel orta menzilli araba kullanan birinden daha iyi bir insan olduğunuzu düşünmeyin. Bugünlerde, Yeşil seçmenleri ekonomik olarak çok iyi durumda: anketler, FDP seçmenlerinden bile daha “ekonomik olarak memnun” olduklarını gösteriyor. Geçim sıkıntısı çeken insanların hayat pahalılığını arttırırken bile kendilerinden memnunlar: "Biz erdemli olanlarız, çünkü organik gıda almaya gücümüz yetiyor. Bir kargo bisikleti alabiliyoruz. Bir ısı pompası kurmaya gücümüz yetiyor. Hepsine maddi gücümüz yetiyor."

Yeşiller'in yaklaşımını eleştiriyorsunuz ama siz olsaydınız hangi çevre politikalarını izlerdiniz?

Ülkemizdeki insanların büyük çoğunluğunun ekonomik ve sosyal olarak karşılayabileceği politikalar. Şehir planlamasından ormancılığa, tarımdan toplu taşımaya kadar iklim değişikliğinin acil sonuçları için kapsamlı kamu hizmetlerine ihtiyacımız var. Bu pahalıya mal olacaktır. İklim değişikliğinin azaltılmasına yönelik kamu harcamalarını, örneğin “savunma” bütçemizi GSYH'nin %3'üne ya da daha fazlasına çıkarmaya tercih ediyoruz. Her şeyi aynı anda ödeyemeyiz. “Küresel ısınmaya” karşı savaş ilan edebilmemiz için komşularımızla barışa ihtiyacımız var. Sadece keyfi emisyon standartlarını karşılamak için elektrikli otomobilleri zorunlu hale getirerek yerli otomobil endüstrisini yok etmek desteklediğimiz bir şey değil. Şu anda hayatta olan hiç kimse, karbon emisyonlarını ne kadar azaltırsak azaltalım, ortalama sıcaklıkların tekrar düştüğünü göremeyecek. Öncelikle yaşlıların evlerini, hastaneleri ve çocuk bakım merkezlerini, masrafları kamu tarafından karşılanmak üzere klima ile donatalım ve nehirlere ve akarsulara yakın yerleri sellere karşı güvenli hale getirelim. İddialı emisyon düşürme planlarını uygulama maliyetinin, zaten geçimini sağlamakta zorlanan sıradan insanlara yüklenmemesini sağlayalım.

Almanya bir de şu an İsrail'in Gazze'de 30 binden fazla Filistinliyi katletmesi nedeniyle kültürel bir krizle çalkalanıyor. Almanya'da İsrail'e yönelik eleştirilerin yasaklanmasına karşı çıkan ve ABD ve İngiltere ile Almanya'nın Netanyahu hükümetine silah sağlamasına karşı çıkan az sayıdaki siyasetçiden birisiniz. Siyonizm yanlısı mevcut kültürel saldırı Almanya'daki popüler görüşü temsil ediyor mu?

Elbette Almanya'nın farklı bir tarihi geçmişi var, bu nedenle İsrail ile diğer ülkelerden farklı bir ilişki içinde olmamız anlaşılabilir ve doğru. Almanya'nın Holokost'un faili olduğunu unutamazsınız: bu gerçeği asla unutmamalısınız. Ancak bu durum Gazze Şeridi'nde işlenen korkunç savaş suçları için silah temin etmemizi haklı çıkarmaz. Kamuoyu anketlerine bakarsanız, halkın çoğunluğunun bunu desteklemediğini görürsünüz. Elbette medyada yer alan haberler her zaman taraflı oluyor, ancak yine de insanların kaçamadığı, acımasızca bombalandığı çok açık. İnsanlar açlıktan ölüyor, hastalık kol geziyor, hastaneler saldırı altında ve son derece yetersiz donanıma sahip. Tüm bunlar ortada ve Almanya'da kesinlikle çok eleştirel tutumlar var. Ancak siyasette, eleştirilerini dile getiren herkes hemen antisemitizm sopasıyla dövülüyor. Aynı durum, Berlinale ödül töreninde olduğu gibi, sosyal ve kültürel söylemde de geçerli: İsrail hükümetinin eylemlerini eleştirdiğiniz anda (ve elbette birçok yahudi İsrail’in eylemlerini eleştiriyor) yahudi düşmanı olarak damgalanıyorsunuz. Bu da doğal olarak korkutucu bir durum, çünkü kim yahudi düşmanı olmak ister ki?

Ekim 2021'de pek çok kişi, Merkel'in on altı yıllık başbakanlığının ardından, SPD'nin kurduğu bir hükümetin sola dönüşü temsil edeceğini düşünüyordu. Bunun yerine Almanya sağa savruldu. “Trafik Lambası” koalisyonu savunma bütçesini 100 milyar avro arttırdı. Alman dış politikası saldırgan Atlantikçi bir tavır aldı. Scholz'un dönüşümü2 sizin için sürpriz oldu mu? Peki SPD'nin koalisyon ortakları onu bu yola itmekte nasıl bir rol oynadı?

Bu eğilimler bir süredir mevcuttu. SPD Almanya'yı 1999'da Yugoslavya'ya karşı savaşa, ardından 2001'de Afganistan'ın askeri işgaline sürükledi. Schröder en azından Amerikalılara Irak işgali konusunda karşı durdu, SPD içinden yüksek destek de topladı. Ancak SPD eski kişiliğini tamamen kaybetti ve şimdi bir nevi savaş partisi haline geldi. Asıl korkutucu olan ise parti içinde çok az muhalefet olması. Partinin şu anki liderleri gerçekten de kendilerine özgü hiçbir pozisyonları olmayan kişiler. CDU-CSU’da (Hristiyan Demokratlar) da Liberal Parti’de (FDP) de yabancı gözükmezler. Bu yüzden SPD’nin itibarı büyük oranda kalmamış durumda. Artık özgün hiçbir yanı kalmadı. Artık sosyal adaleti temsil etmiyor: tam tersine, ülke giderek daha adaletsiz hale geldi, sosyal uçurum büyüdü ve gerçekten yoksul olan ya da yoksulluk riski altında olan insanların sayısı giderek arttı. Detant politikasını da tamamen terk etti. Elbette SPD Yeşiller ve FDP tarafından da bu yönde yönlendiriliyor. Yeşiller şu anda Almanya'daki en saldırgan parti konumunda: 1980'lerin büyük barış gösterilerinden doğan bir grup için dikkate değer bir gelişme. Bugün en büyük militaristler onlar; her zaman silah ihracatını ve savunma harcamalarının arttırılmasını savunuyorlar. Bu da SPD içindeki militarist eğilimi güçlendiriyor.

Rusya'ya karşı yapılanma bu dinamik tarafından yönlendirildi. Başlangıçta Scholz'un bazı konularda baskıya boyun eğdiği ama diğerlerinde boyun eğmediği görülüyordu. Örneğin Ukrayna için özel bir fon oluşturdu ancak çatışmanın içine çekilmekten çekindi ve başlangıçta Ukrayna'ya sadece 5.000 miğfer teslim etti. Ancak daha sonra bu durum değişti ve bir örüntü ortaya çıktı. Scholz önce tereddüt ediyor. Ardından Hristiyan Demokrat muhalefetin lideri Friedrich Merz tarafından saldırıya uğruyor. Ardından koalisyon ortakları Yeşiller ve FDP baskıyı arttırıyor. Sonunda Scholz bir konuşma yaparak bir kırmızı çizginin daha aşıldığını duyuruyor. Tartışma zırhlı personel taşıyıcılarına, ardından tanklara, sonra da savaş uçaklarına taşındı. Scholz önce hep “Nein” dedi, sonra cevabı “Jein”e, “hayır-evet”e ve bir noktadan sonra da “Ja”ya dönüştü.

Şimdi iş NATO ülkeleri ve Ukrayna'nın Almanya'dan Moskova'ya kadar uzaktaki hedeflere saldırabilen Taurus seyir füzeleri tedarik etmesini istemesine kadar vardı. Bu füzeler bugüne kadarki en tehlikeli tırmanışı temsil ediyor çünkü açıkça Rus hedeflerine karşı saldırı amaçlı kullanılacaklar. Almanya'nın bunları teslim etmesinin gerçekten Amerika'nın çıkarına olup olmadığından da emin değilim, çünkü risk son derece yüksek. Kırım ile Rus anakarası arasındaki Kerç Köprüsü gibi Rus hedeflerini yok etmek için Alman silahlarını tedarik edersek, Rusya Almanya'ya karşı tepki gösterecektir. Umarım bu, füzelerin tedarik edilmeyeceği anlamına gelir. Ancak Scholz'un omurgasızlığı ve pes etme eğilimi göz önüne alındığında emin olamıyoruz. Bu kadar sefil bir sicile sahip bir başbakan düşünmek zor. Koalisyonun tamamı da bir o kadar sefil: Almanya'da sadece iki buçuk yıl iktidarda kaldıktan sonra bu kadar cansızlaşan bir hükümet hiç olmamıştı. Ve tabii ki CDU-CSU bir alternatif değil. Merz, savaş ve barış konusunda daha da kötü ve ekonomik konularda da daha kötü. Sağın bir stratejisi yok ama hükümetin kötü sicilinden en çok yararlanan da onlar olacak.

Belki de Luftwaffe şeflerinin Taurus füzeleri için karada Alman botlarına ihtiyaç olup olmayacağını tartıştıkları (ve İngiliz ve Fransız birliklerinin Ukrayna'da Storm Shadow ve Scalp füzelerini fırlatarak zaten aktif olduklarını ortaya çıkaran) dinleme kaydı bunu şu an için askıya alacaktır. Ancak Merz'in stratejisi “sağa kaymak”, AfD seçmenlerini Hristiyan Demokratlara çekmek değil mi? Bunda oldukça başarılı olmadı mı?

Merz'in çoğu konuda inandırıcı bir pozisyonu yok. AfD üç konuda destek kazandı: birincisi, göç: yani Almanya'daki sığınmacı sayısı; ikincisi, pandemi sırasındaki sokağa çıkma yasakları; ve üçüncüsü, Ukrayna'daki savaş. Merz sığınmacılar konusunda çok farklı düşünüyor. Bazen AfD'den bile sağcı söylemlerde bulunup “küçük paşalar” hakkında atıp tutuyor, sonra eleştiriliyor ve tüm dediklerini geri alıyor. Ve elbette göçmen sorunu Merkel'in mirasıydı, dolayısıyla CDU'nun söylemleri inandırıcı değil. Aynı şey Covid krizi için de geçerli: CDU-CSU da sokağa çıkma yasakları ve zorunlu aşılamadan yanaydı ve herkes kadar kötü davrandı. Sonra barış meselesi gündeme geldi ve Almanya'da en kalleşçe olan da buydu. BSW'yi kurmadan önce AfD, Ukrayna savaşı için müzakere edilmiş bir barışı tutarlı bir şekilde savunan ve doğudaki pek çok seçmen için hayati bir mesele olan Ukrayna'ya silah sevkiyatına karşı çıkan tek partiydi. CDU-CSU daha fazla silah tedarik etmek istiyordu ve Die Linke bu konuda bölünmüştü. Eğer detant politikasına geri dönülmesini istiyorsanız, müzakere istiyorsanız, silah sağlayarak savaşın bir tarafı olmak istemiyorsanız, destekleyebileceğiniz AfD hariç kimse yoktu. Elbette İsrail konusunda AfD daha da fazla silah sağlamaya kararlı çünkü İslam karşıtı bir parti ve orada yaşanan korkunç şeyleri açıkça onaylıyor. Nihayetinde yeni bir parti kurma adımını atmamızın temel nedenlerinden biri de buydu; böylece ana akımdan meşru bir şekilde memnun olmayan ancak aşırı sağcı olmayan insanlar (ki AfD seçmenlerinin büyük bir kısmı da buna dahil) yönelebilecekleri ciddi bir partiye sahip olacaklardı.

Peki şu anki CDU'yu Helmut Kohl'ün partisiyle nasıl kıyaslarsınız? Yeni eyaletleri ilhak etmek için anayasayı ayaklar altına alan oydu.

Kohl yönetimindeki CDU'nun her zaman güçlü bir toplumcu kanadı, güçlü bir işçi kanadı vardı. Norbert Blüm ve ilk günlerinde Heiner Geißler'in savunduğu bir şeydi bu. Toplumsal hakları, sosyal güvenliği savundular ve bu da CDU'yu bir çeşit halk partisi haline getirdi. CDU her zaman işçilerden, kleinen Leute (sıradan insanlar) olarak adlandırılan düşük gelirli kesimlerden güçlü bir destek görmüştü. Merz ise BlackRock kapitalizmini sadece BlackRock için çalıştığı için değil, ekonomi politik açısından bu bakış açısını temsil ettiği için savunuyor. Emeklilik yaşını yükseltmek istiyor ki bu da yeni bir emekli maaşı kesintisi anlamına geliyor. Sosyal yardımları azaltmak istiyor; refah devletinin çok büyük olduğunu ve parçalanması gerektiğini söylüyor. Daha yüksek bir asgari ücrete de karşı. CDU'nun eskiden desteklediği her şeye karşı. Bu, CDU'da bir yeri olan Katolik sosyal doktrininin bir parçasıydı. Evcilleştirilmiş bir kapitalizmi, güçlü bir toplumcu bileşeni olan bir ekonomik düzeni, güçlü bir refah devletini savunuyorlardı. Ve inandırıcıydılar çünkü Almanya'da sosyal haklara yönelik gerçek saldırı 2004 yılında Schröder ve SPD-Yeşiller hükümeti döneminde gerçekleşti. Yani İngiltere'den biraz farklı. CDU aslında neoliberal saldırıyı geciktirdi. Merz onlar için bir dönüm noktası.

Yıllar sonra neden Die Linke'den ayrılmaya karar verdiğinizi açıklayabilir misiniz?

Asıl olay, Die Linke’nin dönüşümüydü. Şu an Yeşillerden bile yeşilci olmak istiyor ve onların modelini kopyalıyor. Kimlik siyasetine öncelik veriyor ve toplumsal sorunları kenara öteliyor. Die Linke eskiden oldukça başarılıydı: 2009’da 5 milyondan fazla oy ile oyların yüzde 12’sini almıştı ama 2021’de oyları yüzde 5’ten aşağıya düştü, sadece 2,2 milyon oy aldılar. Bu ayrıcalıklı söylemler, eğer onları böyle tanımlayabilirsem, metropol akademik çevrelerinde popülerler, ancak eskiden sola oy veren sıradan insanlar arasında popüler değiller. Onları kendinizden uzaklaştırıyorsunuz. Die Linke eskiden Almanya'nın doğusunda güçlü bir yere sahipti, ancak oradaki insanlar çeşitlilikle ilgili bu tartışmalarla, en azından bu tartışmaların yapıldığı dille başa çıkamıyor; bu tartışmalar düzgün emeklilik maaşları, düzgün ücretler ve elbette eşit haklar isteyen seçmenleri yabancılaştırıyor. Biz herkesin dilediği gibi yaşayabilmesi ve sevebilmesinden yanayız. Ancak o kadar abartılı bir kimlik siyaseti var ki, bir konu hakkında konuştuğunuzda eğer göçmen kökenli değilseniz özür dilemeniz gerekiyor ya da heteroseksüel olduğunuz için özür dilemeniz gerekiyor. Die Linke bu tür bir söylemin içine daldı ve bunun sonucunda oy kaybetti. Bazıları oy vermeyenler kampına, bazıları da sağa kaydı.

Partide artık bizim bir çoğunluğumuz yoktu çünkü Die Linke’yi destekleyen ortam değişmişti. Partinin kurtarılamayacağı artık belliydi. Bir grup kendi kendimize dedik ki, ya partinin battığını görmeye devam edeceğiz ya da bir şeyler yapmamız gerekecek. Memnun olmayanların gidebilecekleri bir yer olması önemli. Pek çok insan artık kime oy vereceğimizi bilmiyoruz, AfD'ye oy vermek istemiyoruz ama başka kimseye de oy veremeyiz diyordu. Kendi başımıza bir şeyler yapalım ve yeni bir parti kuralım dememizin motivasyonu buydu. Hepimiz soldan gelmiyoruz; tabiri caizse sol bir uyanıştan biraz daha fazlasıyız. Diğer gelenekleri de bir ölçüde bünyemize kattık. Bunu kitabım Die Selbstgerechten'de “muhafazakâr-sol” olarak tanımladım. Başka bir deyişle: sosyal ve politik olarak solda yer alıyoruz, ancak sosyal-kültürel açıdan insanlarla oldukları yerde buluşmak istiyoruz: Onlara reddettikleri şeyleri vaaz etmek değil.

2018'de başlattığınız Aufstehen hareketinin deneyimlerinden olumlu ya da olumsuz ne gibi dersler çıkardınız?

Aufstehen kurulduğunda 170.000'den fazla kişinin ilgisini çekerek büyük bir yankı uyandırdı. Beklentilerimiz çok büyüktü. O zamanki en büyük hatam, buna gerektiği gibi hazırlanmamış olmamdı. Başladığımızda yapıların kendiliğinden oluşacağı yanılsaması içindeydim; çok sayıda insan olur olmaz her şey işlemeye başlayacaktı. Ancak kısa süre içinde, işleyen bir hareket için gereken yapıların (eyaletlerde, şehirlerde, belediyelerde) bir gecede kurulamayacağı anlaşıldı. Zaman ve özen gerektiriyorlar. Bu BSW'nin gelişimi için önemli bir dersti: tek bir kişi bir parti kuramaz, iyi organizatörlere, tecrübeli insanlara ve güvenilir bir ekibe ihtiyaç var.

BSW etkileyici bir grup milletvekili tarafından başlatılmıştır. Ne tür bir uzmanlığa sahipler, yani uzmanlıkları ve özel görev alanları nelerdir?

Bundestag'daki BSW grubu güçlü bir kadroya sahip. Başkan yardımcısı Klaus Ernst, IG-Metall'den deneyimli bir sendikacı, WASG'nin ve daha sonra Die Linke'nin kurucularından ve başkanlarından biri. Alexander Ulrich de bir başka sendikacı ve aynı zamanda deneyimli bir parti politikacısı. Die Linke'nin parlamento grubuna başkanlık eden Amira Mohamed Ali, aktif siyasete atılmadan önce büyük bir firmada avukat olarak çalıştı. Sevim Dağdelen, Almanya'da ve dünya çapında geniş bir ağa sahip deneyimli bir dış politika uzmanı. Diğer BSW milletvekilleri Christian Leye, Jessica Tatti, Żaklin Nastić, Ali Al Dailami ve Andrej Hunko. Bundestag dışında da önemli isimler var.

BSW’nin nasıl bir programı var?

Kurucu belgemizin dört temel maddesi var. Bunlardan ilki ekonomide sağduyu. Bu kulağa bulanık geliyor ama Almanya'da hükümet politikalarının sanayi ekonomimizi yok etmesini ele alıyor. Ve sanayinin yok olması, emekçiler ve refah devleti için de kötü bir durum. Yani: mantıklı bir enerji politikası, mantıklı bir sanayi politikası, önceliğimiz budur.

Bu, 1970'lerde Tony Benn'in etrafındaki İngiliz solunun geliştirdiği gibi emek temelli alternatif bir ekonomik strateji anlamına mı geliyor, yoksa geleneksel bir ulusal-endüstriyel strateji olarak mı düşünülüyor?

Almanya'da, bugün artık var olmasa da 1970'ler ve 80'lerde madencilerin grevi sırasında Britanya'da olduğu gibi bir işçi sınıfı kimliği bilinci hiçbir zaman olmadı. Federal Almanya hep daha çok bir orta sınıf toplumuydu ve işçiler kendilerini orta sınıfın bir parçası olarak görme eğilimindeydi. Almanya'da asıl kritik olan Mittelstandlar, yani kendilerini büyük şirketlere karşı konumlandırabilen küçük firmaların oluşturacağı güçlü bloktur. Bu karşıtlık, sermaye ve emek arasındaki karşıtlık kadar önemli. Almanya'da bunu ciddiye almak zorundasınız. İnsanlara sadece sınıf temelinde hitap ederseniz, bir yanıt alamazsınız. Ancak onlara (kârları hissedarlara ve üst düzey yöneticilere aktarılan, işçilere neredeyse hiçbir şey aktarmayan) dev şirketlerin aksine, mülk sahibi şirketler de dahil olmak üzere toplumun zenginlik yaratan kesiminin bir parçası olarak hitap ederseniz, bu halkta bir karşılık bulur. İnsanlar ne söylediğinizi anlar, onu benimser ve kendilerini savunmak için o temelde seferber olabilirler. Küçük firmalarda sola aynı muhalefeti bulamazsınız, çünkü genellikle kendileri de zor durumda. Büyük şirketler tarafından kendilerine düşük fiyatlar dikte edildiği için ücretleri yükseltecek hareket alanlarına sahip değiller. Ancak Almanya'nın bu açıdan Fransa, İngiltere veya diğer ülkelere kıyasla biraz farklı olduğunu biliyorum. Dolayısıyla, sağduyulu bir enerji politikası ve sanayi politikası Mittelstand'ın ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak başlayacaktır; bu da küçük şirket sahiplerini ve ailelerini, şirketlerini finansal yatırımcılara satmak yerine ayakta kalmaya teşvik edecektir.

Bu, en azından Merkel'in stratejisinin (Mittelstand hakkındaki tüm övgü dolu konuşmalara rağmen) açıkça büyük şirketlere ve biraz çevrecilikle birlikte büyük şehirlere yönelik olduğu son yirmi yıldaki hükümet politikasının temeli ile bir ayrım anlamına geliyor. Aynı şey elbette FDP ve pratikte Yeşiller için de geçerli. Yani sizin için en önemli çelişki finansal sermaye ile bölgesel ya da orta kademe sermaye arasındaki fark mı?

Evet, ama dediğim gibi bunu da idealize etmek istemiyorum. Kesinlikle her seviyede sömürü var. Ancak yine de örneğin Amazon ya da bazı DAX şirketleriyle karşılaştırıldığında arada bir fark var. Örneğin bugün, ekonomi küçülüyor olsa da DAX şirketleri her zamankinden daha fazla temettü dağıtıyor. Bazı durumlarda şirketler yıllık kârlarının tamamını, hatta daha fazlasını dağıtıyor. Almanya'nın yatırım oranı yıllardır çok düşük, çünkü küresel finans gruplarının baskısı nedeniyle çok fazla para veriliyor. Mittelstand şirketleri oransal olarak çok daha fazla yatırım yapıyor.

BSW’nin programının diğer maddeleri nedir?

İkinci maddemiz toplumsal adalet. Bu bizim için hayati önem arz ediyor. Ekonomimiz iyi durumdayken bile büyüyen düşük ücretleri sektörlerimiz, yükselen fakirlik ve toplumsal adaletsizlik vardı. Güçlü bir refah devleti olması lazım. Almanya’nın sağlık hizmetleri muazzam baskı altında. Hemşireler korkunç derecede aşırı çalıştırılıyorlar ve düşük ücretler alıyorlar: Biz onların 2021’deki grevlerini güçlü bir şekilde destekledik. Okul sistemi de iflas ediyor. Daha önce de söylediğim gibi, Realschule ya da Hauptschule'den mezun olan gençlerin önemli bir kısmı çırak ya da stajyer olarak işe alınmak için gerekli temel bilgilere sahip değiller. Almanya'nın altyapısı da giderek bakımsızlaşıyor. Onarılmayan ve bir noktada yıkılmak zorunda kalacak olan yaklaşık üç bin harap köprü var. Demiryolu hizmeti veren Deutsche Bahn sürekli olarak geç kalıyor. Kamu idaresi eskimiş ekipmanlara sahip. Ana akım politikacılar tüm bunların farkında ama bu konuda hiçbir şey yapmıyorlar.

Üçüncü maddemiz ise barış. Alman dış politikasının militaristleşmesine ve çatışmaların savaşa doğru tırmanmasına karşıyız. Hedefimiz, Avrupa için uzun vadede Rusya'yı da içermesi gereken yeni bir güvenlik düzenidir. Nükleer bir güç olan Rusya ile çatışma masadan kalkmadıkça Avrupa'da barış ve güvenlik istikrarlı ve kalıcı bir şekilde garanti altına alınamaz. Ayrıca Avrupa'nın ABD ve Çin arasındaki herhangi bir çatışmanın içine çekilmesine izin vermemesi gerektiğini, ancak çeşitli ticaret ve enerji ortaklıkları yoluyla kendi çıkarlarını gözetmesi gerektiğini savunuyoruz. Ukrayna konusunda ise ateşkes ve barış müzakereleri çağrısında bulunuyoruz. Savaş, ABD ve Rusya arasında kanlı bir vekalet çatışması. Bugüne kadar Batı tarafından savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesi için ciddi bir çaba sarf edilmedi. Elde olan fırsatlar da heba edildi. Sonuç olarak Ukrayna'nın müzakere pozisyonu önemli ölçüde kötüleşti. Bu savaş nasıl sona ererse ersin, Avrupa'ya yaralı, yoksullaşmış ve nüfusu azalmış bir ülke bırakacaktır. Ancak en azından mevcut insani acılar sona erdirilebilir.

Ve sonuncu maddeniz?

Sonuncu maddemiz de ifade özgürlüğü. Burada izin verilen görüşlerin daralan spektrumuna uymak için giderek daha ağır bir baskı var. Gazze hakkında konuştuk ama mesele bunun çok ötesinde. SPD'nin İçişleri Bakanı Nancy Faeser, hükümetle alay etmeyi suç haline getirecek bir “Demokrasiye Teşvik” yasa tasarısı sundu. Biz buna doğal olarak demokratik gerekçelerle karşı çıkıyoruz. Federal Cumhuriyet'in her zaman yeni çiçekler açan çirkin bir geleneği var. “Aşırı solcuların” kamu sektöründeki işlerden dışlanmaya çalışıldığı 1970’li yıllardaki baskılara geri dönmeye gerek yok. Pandemi sırasında ideolojik baskıya hemen başvurulmuştu ve şimdi Ukrayna ve Gazze'de daha da fazla başvuruluyor. İşte bunlar dört ana başlık. Genel hedefimiz yeni bir siyasi başlangıca ön ayak olmak ve hoşnutsuzluğun son yıllarda olduğu gibi sağa kaymaya devam etmemesini sağlamaktır.

BSW'nin yaklaşan Avrupa Parlamentosu ve Länder seçimleri için seçim planları nelerdir? Länder parlamentolarında hangi koalisyonları değerlendireceksiniz?

Koalisyonlara gelince, dediğimiz gibi ayıyı öldürmeden postunu paylaşmayalım. Koalisyonlar ya da hoşgörü veya esnek çoğunluklar gibi yönetime katılımın diğer biçimleri hakkında yapmak isteyebilecekleri herhangi bir öneriyi değerlendirebilmek için diğer tüm partilerden yeterince farklıyız. Şimdilik sadece mümkün olduğunca çok sayıda yurttaşımızı çıkarlarının bizimle emin ellerde olduğuna ikna etmek istiyoruz. Yeni kurulmuş bir parti olarak, yeni siyaset yaklaşımımıza destek aramak için ilk fırsatımız olan Avrupa seçimlerinde güçlü bir performans sergilemek istiyoruz. Seçmenlere, Avrupa toplumlarının ve ekonomilerinin sorunlarının çözümünde Brüksel bürokrasisi ve yargısının değil, AB’nin demokratik üye devletlerinin esas sorumlu olması gerektiğini anlatacağız.

Kendinizi “muhafazakâr-sol” olarak tanımlamanızla ilgili olarak: eski CDU geleneğinden, onun sosyal doktrininden ve “evcilleştirilmiş kapitalizm”den sıcak bir şekilde bahsettiniz. BSW'yi, örneğin Willy Brandt'ın dış politikasına bağlı olsanız da eski CDU'dan nasıl ayırırsınız?

Savaş sonrası Hıristiyan Demokrasisi neoliberal olmadığı anlamında muhafazakârdı. Eski CDU-CSU hem muhafazakâr hem de radikal-liberal unsurları bir araya getiriyordu; bunu yapabilmesi Konrad Adenauer gibi bir adamın siyasi hayal gücüne bağlıydı: gerçi buna benzer bir şey İtalya ve bir noktaya kadar Fransa'da da vardı. O dönemde muhafazakârlık, neoliberal (sözde) muhafazakârlıkta olduğu gibi toplumu kapitalizmin ihtiyaçlarına göre ayarlamanın aksine, toplumu kapitalist ilerlemenin girdabından korumak anlamına geliyordu. Toplumcu bakış açısından neoliberalizm muhafazakâr değil devrimcidir. Bugün Merz gibi biri tarafından yönetilen CDU, ekonominin topluma hizmet etmesi gerektiği, bunun tersinin geçerli olmadığı şeklindeki eski Hristiyan Demokrat anlayışın kökünü başarıyla kazıdı. Eskinin SPD'sinin temsil ettiği sosyal demokrasi de muhafazakâr bir unsura sahipti ve merkezinde bir bütün olarak toplum yerine işçi sınıfı vardı. O dönemde muhafazakârlık, neoliberal (sözde) muhafazakârlıkta olduğu gibi toplumu kapitalizmin ihtiyaçlarına göre ayarlamanın aksine, toplumu kapitalist ilerlemenin girdabından korumak anlamına geliyordu. Toplumcu bakış açısından neoliberalizm muhafazakar değil devrimcidir. Bugün Merz gibi biri tarafından yönetilen CDU, ekonominin topluma hizmet etmesi gerektiği, bunun tersinin geçerli olmadığı şeklindeki eski Hristiyan Demokrat anlayışın kökünü başarıyla kazıdı. Eskinin SPD'sinin temsil ettiği sosyal demokrasi de muhafazakâr bir unsura sahipti ve merkezinde bir bütün olarak toplum yerine işçi sınıfı vardı. Bu durum, İngiltere'de Üçüncü Yol ve Almanya'da Schröder'in işgücü piyasasını ve ekonomiyi küreselci-teknokratik bir piyasa diktasına teslim etmesiyle sona erdi. Tıpkı dış politikada olduğu gibi, kendimizi hem savaş sonrası muhafazakarlığın “evcilleştirilmiş kapitalizminin” hem de Brandt, Kreisky ve Palme döneminin hem iç hem de dış politikadaki sosyal-demokrat ilerlemeciliğinin günümüzün değişen siyasi koşullarına uygulanmış meşru mirasçıları olarak görmeye hakkımız olduğuna inanıyoruz.

Uluslararası alanda, AB'de (veya ötesinde) hangi güçleri BSW için potansiyel müttefik olarak görüyorsunuz?

Bu konuda soru sormak için en uygun kişi ben değilim, zira ben iç politikaya odaklanıyorum. İnsanların yurt dışından bizi genellikle çarpıtılmış bir şekilde gördüklerini biliyorum ve umarım ben de diğer ülkeleri çarpıtılmış bir şekilde görmüyorumdur. İlk günlerde La France Insoumise ile yakın ilişkilerimiz vardı ama son yıllarda nasıl gelişti bilmiyorum. Sonra İtalya'da Beş Yıldız Hareketi vardı, o hareket yine bizden biraz farklı ama orada da bazı örtüşmeler var. Genel olarak, sosyal adalete güçlü bir şekilde yönelen ama kimlikçi söyleme kapılmayan herhangi bir sol parti ile beraber hareket ederiz.

Die Linke'nin toplumsal meseleleri marjinalleştirerek “Yeşillerden daha yeşil” hale geldiğini söylüyorsunuz. Ancak Yeşiller'in bir zamanlar güçlü bir sosyal programı vardı; güçlü bir sosyal bileşene sahip yeşil bir sanayi stratejisi ve elbette Avrupa'nın militarizmden arındırılması planı vardı. Sizce 1990'larda ne oldu da bu karakteristiği kaybettiler?

Birçok eski sol parti için de durum aynıydı. Cevabın bir kısmı, onları destekleyen kitlenin değişmiş olmasıdır. Sol partiler, entelektüeller tarafından yönetiliyor olsalar bile geleneksel olarak işçi sınıfına dayanmaktaydı. Ancak seçmenleri artık değişti. Piketty, "Capital and Ideology" (Sermaye ve İdeoloji) kitabında bunun izini ayrıntılı bir şekilde sürüyor. Son otuz yılda yeni, üniversite eğitimli, profesyonel bir sınıf kitlesel olarak genişledi, neoliberalizmden nispeten zarar görmedi çünkü iyi bir gelire ve artan varlık servetine sahipti ve refah devletine bağımlı olmak zorunda değildi. Bu ortamda yetişen gençler hiçbir zaman ekonomik korku ya da sıkıntı yaşamadı, çünkü en başından beri kollanıyorlardı. Şu anda Yeşiller'in ana kitlesi budur; nispeten iyi durumda olan, iklim konusunda endişeli olan (ki bu iyi bir şey) ancak sorunu bireysel tüketici kararlarıyla çözmeyi amaçlayan insanlar. Hiç yokluk çekmemiş insanlar, yokluk çekmenin günlük yaşamın bir parçası olduğu kişilere feragat vaaz ediyor.

Ancak bu durum ana akım partiler için de geçerli değil mi? Yeşiller belki de 1980'lerdeki durumlarına kıyasla en dramatik olanı. Ancak dediğiniz gibi CDU sosyal bileşenini terk etti. SPD neoliberal dönüşe öncülük etti. Bu sağa ya da finansal veya küresel sermayeye doğru hareketin daha derin bir nedeni var mı?

Birincisi, Andreas Reckwitz gibi sosyologların çok iyi analiz ettiği gibi, burada kamuoyunun şekillenmesinde öncü rol oynayan güçlü ve büyüyen bir toplumsal zümreyle karşı karşıyayız. Bu zümre medyada, siyasette ve kanaatlerin oluştuğu büyük şehirlerde baskın. Bunlar büyük şirketlerin sahipleri değil, bu farklı bir katman. Ancak güçlü bir etkiye sahip ve tüm siyasi partilerdeki oyuncuları şekillendiriyor. Burada, Berlin'de, tüm politikacılar bu çevre içinde hareket ediyor (CDU, SPD) ve bu durum onlar üzerinde güçlü bir etki yaratıyor. Küçük insanlar olarak anılanlar, küçük kasaba ve köylerde yaşayanlar, üniversite mezunu olmayanlar, siyasete giderek daha az erişebiliyorlar. Eskiden partiler geniş tabanlı, gerçek halk partileriydi: CDU kiliseler aracılığıyla, SPD sendikalar aracılığıyla. Şimdi bunların hepsi yok oldu. Partiler çok daha küçük ve adayları daha dar bir tabandan, genellikle üniversite eğitimli orta sınıftan seçiliyor. Genellikle deneyimleri konferans salonu, düşünce kuruluşu ve genel kurul odasıyla sınırlı. Profesyonel siyasi hayatın ötesindeki dünyayı hiç tecrübe etmeden milletvekili oluyorlar.

BSW ile, bu zümreden olabildiğince uzaklaşmak için, başka alanlarda, toplumun başka birçok alanında çalışmış olan yeni politikacıları getirmeye çalışıyoruz. Ancak eski halk partisi modeli ortadan kalktı, çünkü bunun tabanı artık mevcut değil.

Son olarak size kendi siyasi ve kişisel formasyonunuz hakkında sorular sorabilir miyiz? Dünya görüşünüz üzerinde en önemli etkilerin neler olduğunu düşünüyorsunuz: deneyimsel mi, entelektüel mi?

Hayatım boyunca çok okudum ve yeni bir şekilde düşünmeye başladığım aydınlanmalar oldu. Goethe'yi derinlemesine inceledim ve o zaman siyaset ve toplum hakkında, insanların bir arada yaşaması ve olası gelecekler hakkında düşünmeye başladım. Rosa Luxemburg benim için her zaman önemli bir figür oldu, özellikle de mektupları; onunla her zaman kendimi özdeşleştirebildim. Thomas Mann, elbette beni etkiledi ve ilham oldu. Gençliğimde yazar ve oyun yazarı Peter Hacks önemli bir entelektüel muhatabımdı. Marx benim üzerimde büyük bir etkiye sahipti ve kapitalist krizler ve mülkiyet ilişkileri üzerine yaptığı analizleri hala çok faydalı buluyorum. Tamamen devletleştirme ya da merkezi planlamadan yana değilim, ancak özel mülkiyet ile devlet mülkiyeti arasında üçüncü seçenekleri araştırmakla ilgileniyorum: örneğin, bir firmanın hissedarlar tarafından yağmalanmasını önleyen vakıflar veya vekillikler; "Prosperity Without Greed" kitabımda ele aldığım noktalar.

Bir başka şekillendirici deneyim de düzenlediğimiz etkinliklerde insanlarla etkileşimde bulunmak oldu. Kırsala inmek, çok sayıda toplantı yapmak ve insanlarla konuşmak için her fırsatı değerlendirmek, onları neyin harekete geçirdiğini, nasıl düşündüklerini ve neden bu şekilde düşündüklerini anlamak bilinçli aldığımız bir karardı. Cam fanus içinde kalmamak, sadece zaten tanıdığınız insanları görmemek çok önemli. Bu benim siyasetimi şekillendirdi ve belki de beni biraz değiştirdi. Bir siyasetçi olarak her şeyi seçmenlerden daha iyi anladığımızı düşünmememiz gerektiğine inanıyorum. İlgi alanları ve bakış açıları arasında her zaman birebir olmasa da bir örtüşme vardır, ancak üzerinde düşünürseniz insanların söyledikleri şeyleri neden söylediklerini anlayabilirsiniz.

1990'lardan bu yana siyasi yolculuğunuzu nasıl tanımlarsınız?

Otuz yıldır siyasetin içindeyim. PDS ve Die Linke'de önemli görevlerde bulundum. 2009'dan beri Bundestag üyesiyim ve 2015'ten 2019'a kadar Die Linke'nin parlamento grubunun eş başkanlığını yaptım. Ancak siyasete ilk girdiğim hedeflere sadık kaldığımı söyleyebilirim. Kârı değil insanı merkeze koyan farklı bir ekonomik sisteme ihtiyacımız var. Günümüzde yaşam koşulları aşağılayıcı olabiliyor; yaşlı insanların geçimlerini sağlamak için çöp kutularını karıştırıp depozitolu şişe araması alışılmadık bir durum değil. Bu tür şeyleri görmezden gelmek istemiyorum, bunların altında yatan koşulları daha iyi hale getirmek istiyorum. Çok sık seyahat ediyorum ve nereye gidersem gideyim, artık hiçbir parti tarafından temsil edilmediğini düşünen çok sayıda insan olduğunu hissediyorum. Büyük bir siyasi boşluk var. Bu da insanların öfkelenmesine yol açıyor ki bu da demokrasi için iyi bir şey değil. Yeni bir şey inşa etmenin ve ciddi bir siyasi müdahalede bulunmanın zamanı geldi. Bir noktada kendime şunu söylemek zorunda kalmak istemiyorum: Bir şeyleri değiştirebileceğin bir fırsat penceresi vardı ve sen bunu yapmadın. Yeni partimizi, Berlin balonunun beceriksizliği ve küstahlığıyla birlikte ülkemizi bölen ve geleceğini riske atan mevcut politikaların üstesinden gelebilmek için kuruyoruz.

  • 1. Küçük ve orta ölçekli üretim firmaları
  • 2. Zeitenwende