Yeni müfredat kimin müfredatı?

Yeni müfredat liberal, piyasacı bir anlayışın ürünüdür. Din ve milliyetçilik ise piyasacı anlayışın doğal müttefikleridir.

Turgay Çimen

Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüleri Türkiye muhafazakâr ve milliyetçi çevreleri için deyim yerindeyse kin, nefret objeleridir. Bu çevrelerin bu üç adla ilgili söylediklerinin tamamına yakını dedikodu, iftira, nefret söylemi niteliğindedir; bilgiden, araştırmadan, en sıradan etik ölçülerden uzak anlatılardır. Elbette ki bu söylentilerin politik-sınıfsal bir arka planı vardır. Bu arka plan anlaşılmadan Türkiye’deki müfredat kavgaları da anlaşılamaz.

Türkiye yüzyılı maarif modelinin sınıfsal boyutu

Demokrat Parti, 1950’de iktidara gelir gelmez Köy Enstitülerini ve Halk Evlerini kapatır. Her iki kurum da genç Türkiye Cumhuriyeti’nin halka, özellikle yoksul köylüye dönük attığı adımlardır. Her iki kurumunda kapatılmasında sahnede görülen aktörler DP’li toprak ağalarıdır, sahnenin arkasındaki akıl ise ABD ve Batı emperyalizmidir. 

1950’den bu yana Türkiye Cumhuriyeti ile Batı emperyalizmi arasındaki ilişki yer yer çatışmalı da olsa derinleşerek, boyutlanarak günümüze ulaştı. Bu ilişkinin biçimini kuşkusuz Batılı ve yerli kapitalistlerin gereksinimleri belirledi. Bu sınıf kardeşliği, dayanışması AKP iktidarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerinin bütünüyle tasfiyesi noktasına ulaştı. Artık Türkiye Cumhuriyeti, 1923’te Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulmuş halkçı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti değil. Yeni cumhuriyet bütünüyle yerli ve yabancı sermayenin çıkarlarına göre biçimlendirilmiş, dönüştürülmüş bir devlettir. İkinci cumhuriyetin ideolojisini din, milliyetçilik, liberalizm çeşitli düzeylerde temsil ediyor. 

Birçok iktisatçının da altını çizdiği gibi Türkiye sermaye sınıfı özellikle 1980 sonrasında yer yer zor kullanılarak uygulanan ekonomik programlar sayesinde büyük kârlar elde etti. Günümüzde elindeki sermaye birikimini değerlendirecek yeni alanlar bulmakta zorlanan Türkiye kapitalizmi, bir yandan yeni Osmanlıcılık politikasıyla yeni sömürü alanları ararken; diğer yandan da iç piyasada eğitim, sağlık, barınma gibi geniş halk kitleleri için yaşamsal öneme sahip alanları piyasalaştırarak buralardan yüksek kârlar elde ediyor. 

Müfredat tartışmalarına küresel kapitalizmin ve onun görece zayıf bir halkası sayılan Türkiye kapitalist sınıfının gereksinimleri üzerinden bakmadan taşları yerli yerine koymanın olanağı yoktur. Zaten “Müfredat nasıl bir insan yetiştirmeyi amaçlıyor?” sorusuna odaklandığımızda müfredatın insan odaklı olmaktan çok piyasa odaklı olduğu daha kolay anlacaktır.

Giriş muhafazakâr ana metin liberal dünya görüşünün eseri

Ana metin ya da ortak metin olarak adlandırılan 110 sayfalık metnin giriş kısmı ve kalanı hem tercih edilen dil-terminoloji hem de eğitim felsefesi açısından yer yer çelişiyor. Metnin giriş kısmı muhafazakar bir dünya görüşünün kaleminden çıkmış. Daha çok Nurettin Topçu’nun görüşlerine açık-örtük göndermelerin yapıldığı bu bölüm metnin kalanını belirleyen liberal anlayışla çelişiyor. Örneğin:

“Farklı görüşleri analiz eder, düşüncelerini ve inançlarını özgürce ifade etme becerisi kazanırken kendi değer ve inançlarıyla uyumlu bir şekilde düşünmeyi ve karar vermeyi öğrenir.”

“Ahlaki değerlerle uyumlu bir şekilde güzellik anlayışı oluşturur.”

Yukarıdaki iki alıntı Türkiye muhafazakarlarının bilgiyi ve aklı araçsallaştıran 150 yıllık tutumlarının tipik bir yansıması. “Batı’nın tekniğini alalım ancak kültürü bize uymaz” pragmatizminin bir başka ifadesi. Oysaki özgürlük, yaratıcılık, değişim, hakikati arama hiçbir önkoşulu kabul etmez. Bu tartışma çoktan aşılmış, hayatın olağan akışı içerisinde dayanaksız kalmış bir tartışmadır. Bilgisayarın, cep telefonunun, otomobilin en pahalısını kullanacaksınız ama o teknolojiyi üreten toplumların kültürlerini, anlaklarını aşağılayacaksınız; bu toplumları kâfirlikle itham edeceksiniz. Bu tutum katı bağnaz tutumdur. Kaldı ki ekonomiye, bilime, teknolojiye yön veren doğal olarak kültürü de belirler.

Giriş bölümünde sıkça kullanılan “huzurlu aile ve toplum, merhamet, mahremiyet, yiğit ve mert insan, namuslu insan, milli ve manevi değerlerine bağlı insan” gibi kavramlar metni hazırlayan anlayışın gelenekçi, muhafazakar, cinsiyetçi dünya görüşünün göstergeleri gibi duruyor. 

Metnin kalanında dilin, metne hâkim olan terminolojinin güncel olması metnin sorunlu olmadığı anlamına gelmiyor. Metnin kalan kısmına liberal bir dünya görüşü egemen. Kabaca metne; merkeze bireyi koyan, toplum birey ilişkisini silikleştiren, kendini kurtarmayı empoze eden” bir anlayış egemen. Müfredat; geçmiş bilinci ve gelecek ideali olmayan, anı yaşayan bireyci bir insan tipini öne çıkarıyor. Programa J. Piaget gibi yapılandırmacı ve J. Dewey gibi pragmatist eğitim bilimcilerin felsefeleri egemen.  

Türk dili ve edebiyatı öğretmenlerinin bitmeyen çilesi: Müfredat kargaşası

Milli Eğitim Bakanı’nın “Sokakta dolaşan her 80 kişiden biri öğretmen. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar kalabalık bir kitle devlet tarafından fonlanmıyor” biçimindeki açıklaması ironik bir biçimde Bakan’ın da aslında müfredatın içeriğine ne kadar yabancı olduğunu kanıtı biçiminde. Sürekli değiştirilen Türk dili ve edebiyatı dersi müfredatı bu dersi veren eğitim emekçilerinin eğitim öğretim pratiklerinde adeta bir kargaşa yarattı. Çok da uzak olmayan bir zamanda döneme dayalı anlayış yerini türe dayalı anlayışa bıraktı. Son müfredat ise daha köklü bir anlayışı getiriyor: Türe dayalı anlayış yerini tematik bir anlayışa bırakıyor. Son müfredatın başarılı olması ancak kalabalık olmayan sınıflarla, Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi haftada en fazla 18 saat ders yükü olan öğretmenlerle olanaklı. Oysa Milli Eğitim Bakanı, gerçeklerin aksine, Türkiye’nin çok fazla öğretmen istihdam ettiğini söylüyor.  

En önemli sorunlardan biri de Türkiye’nin öğretmen yetiştirme anlayışıyla yeni müfredat arasında uzak yakın hiçbir ilişkinin olmaması. Beceri kazandırma değil, bilgi yükleme esasına dayalı bir anlayışla yetiştirdiğiniz öğretmenler kaçınılmaz olarak bu müfredatı uygulamakta zorlanacaklar. Elbette ki müfredatın beceri odaklı olması oldukça önemli ve değerli bir adım. Ancak Türkiye’nin kalabalık sınıfları ve öğretmen yeterlilikleriyle bu müfredatı kısa zamanda hayata geçirmek oldukça zor görünüyor. Sınıf mevcutları azaltılmadan, öğretmenler etkin ve işlevsel bir hizmet içi eğitimden geçirilmeden, öğretmenlerin iş yükü azaltılmadan müfredat kadük kalmaya mahkum görünüyor.

Bir başka sorun da Türk eğitim sisteminin en az elli yıllık kamburu olan “sınav” gerçeği. Yarışmacı ve elemeye dayalı bir anlayış devam ettiği sürece dünyanın en iyi müfredatı bile bu yakıcı gerçek karşısında başarısızlığa uğrayacaktır. Yeni müfredat Türkiye gerçekleriyle birçok noktada olduğu gibi bu noktada da örtüşmüyor, epeyce lüks kalıyor. 

Yeni müfredat dilbilgisi konularına neredeyse hiç yer vermiyor. Oysaki lise geçiş sınavlarına test tekniğiyle hazırlanan öğrenciler Türk dilinin temel dil bilimsel mantığını kavrayamadan liseye geliyorlar. Öğrencilerin anadilleriyle ilgili bu kadar bilinçsiz olmalarının yaratacağı sorunları tartışmak, açıklığa kavuşturmak, önemler almak gerekiyor.

Türk edebiyatının kendine özgü hikâyesi nedeniyle biz öğretmenler türe dayalı müfredatta da çok çeşitli sıkıntılar yaşadık. Kanımca bu güçlükler temaya dayalı anlayışta öğretmenleri daha çok zorlayacaktır. Türk edebiyatının üç farklı dönemi arasındaki keskin kopuşlar; dil, tür, tema, zihniyet farklılıkları işleri epeyce zorlaştırmakta. Kaldı ki müfredat tıpkı dil bilgisi konularında olduğu gibi edebiyat tarihine de çok az yer veriyor. Bu da kanımca müfredatın pragmatik anlayışının doğal bir sonucu. Bu müfredatla tarih ve kültür bilinci olan bireyler yetiştirilemez. Yaratıcılık, özgünlük tarihin işleyişini doğru kavramayı, birikim edinmeyi gerektirir. 

Sonuç

Müfredat değişiklikleri son derece önemli kararlardır. İktisatçılar müfredat değişikliğinin çok ciddi ekonomik boyutları olduğunu söyler. Sürekli müfredat değişikliğinin hiçbir makul gerekçesi yoktur. Çok uzun erimli çalışmaları, geçmişi özümsemiş olmayı, gerçekçi bir gelecek izdüşümünü gerektirir. Ancak yeni müfredat -kaynak belirtilmemiş olsa da- Avrupa Birliği tarafından hazırlanmış metinlerden aktarma bir metin gibi duruyor. 

Müfredatlar sürekliliği esas almak zorundadır. Yeni müfredat -en azından Türk dili ve edebiyatı dersi bağlamında- sert, keskin bir kopuşu ifade ediyor. Öyle ki ülkenin kurucu kişiliğine, kurucu değerlerine tek bir atıfta bulunmuyor. AB’den aktarılmış liberal bir söylemin kimi yerlerine kaba bir muhafazakârlık ve milliyetçilik boca edilmiş. 

Müfredatlar ülkenin sosyo-ekonomik gerçekleriyle uyumlu olmak zorundadır. Türkiye’de milyonlarca çocuk işçi, ailesine ekonomik katkı yapmak için okulunu bırakmak zorunda kalıyor. Ne kadar çocuğumuzun eğitim hakkından yoksun olduğunu büyük olasılık devlet de bilmiyor. Toplumsal sınıflar arasındaki derin eşitsizliği ve bunun eğitime yansımalarını dikkate almayan bir müfredatın başarı şansı yoktur. 

Yeni müfredat liberal, piyasacı bir anlayışın ürünüdür. Din ve milliyetçilik ise piyasacı anlayışın doğal müttefikleridir. Eğitimi temel bir insan hakkı olmaktan çıkaran, piyasaya açan, eğitim emekçinin açlık sınırındaki ücretini “fonlamak” olarak gören, dediği hemen her şeyin tersini yapan bir siyasal anlayıştan doğru bir iş beklemek zaten fazlasıyla saflık olur.

Türkiye eğitim tarihinde, bütün olanaksızlıklara rağmen, ülke gerçeklerine en uygun müfredatı oluşturmak için samimi bir çaba göstermiş kişilerin en başında Mustafa Kemal Atatürk gelir, yine beceri temelli öğretmen yetiştiren tek eğitim kurumu Köy Enstitüleri’dir. Cumhuriyetimizin aydınlanmacı, halkçı, kamucu, laik ve bilimsel ilkelerini temel alan; onu daha da ileri taşıyan; eşitlikçi, insancıl, mutlu bir dünya tasavvuruna dayanan bir müfredat bizim için yeni bir müfredattır.