İnsanlığın Küba’ya ihtiyacı var

Küba’ya bakarken ”bardağın boş tarafını” gördüm ama hep ”bardağa” baktım, dolu tarafını göz ardı etmedim, dolu tarafın gücünü hissetmeye çalıştım.

Mehmet Yavuzkan

Soykırım suçu olan abluka altında 60 yılı deviren ve bu koşullar altında var olan tüm olanaklarını hiç düşünmeden diğer halklarla paylaşan Küba daha ne yapsın ki! Üstelik, emperyalist odakların medyası aracılığıyla sürekli anti propagandası yapılıp, terörizmi destekleyen ülkeler listesine eklenmişken. Amerikan emperyalizmi büyük bir kin ile Küba’ya boyun eğdirmek isterken!...


Küba’ya duyulan nefretin boyutu ve yapılanlar, Küba’nın insanlık için, sosyalizm mücadelesi için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Üstelik yapabilecekleri, ablukanın etkisi nedeniyle sınırlı kalıyorken, Küba verdiği mücadele ve yaptıklarıyla insanlığa olağanüstü mesajlar veriyor. Yaşadıkları sorunları ve nedenlerini biliyor, çözüm için kafa yoruyorlar. Küba halkı ”devrimin kendisi için ne anlama geldiğini ve devrim olmasaydı ne olurdu” sorusunun yanıtını, yanı başındaki Amerika uydusu Porto Riko’nun durumuna bakarak görüyor. 

Kısa bir süre önce gittiğim ve büyük bir heyecanla döndüğüm Küba’yı hep bu duyguyla dolaştım, gördüm, öğrendim, şaşırdım ve hüzünlendim hatta kızdım da! Ama Küba’yı daha da çok sevmeye başladım. Bana verdiği umudu, yansıttığı neşeyi ve ciddiyeti, hissettirdiği kaygıyı bir bütün olarak görmeye çalıştım. Kaygımın bazı yerlerde kızgınlığa dönüşmesi, Küba’ya olan sevgimi azaltmadı, aksine daha fazla sorumluluk duydum. Diğer güzellikleri hoyratça yok sayamazdım. Elimden daha fazlası nasıl gelebilir diye düşündüm, sohbet ettim, tartıştım. 

CHE ve Çocuk Anıtı- Küba Komünist Partisi Villa Clara İl Binası Önü

Küba’dayken, Attilâ İlhan’ın ”Ben Sana Mecburum” şiiri sürekli dilimdeydi! 

"ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum"

Küba’ya bakarken ”bardağın boş tarafını” gördüm ama hep ”bardağa” baktım, dolu tarafını göz ardı etmedim, dolu tarafın gücünü hissetmeye çalıştım. Ayrıca, verilen kavgaya tüm boyutlarıyla hakim olamayacağımı biliyorken, baktığım yer Küba Komünist Partisi önderliğinin ve halkın örgütlü gücünün sorunlara nasıl odaklandığı ve nasıl tarif ettiğiydi. Çehov’un çok güzel bir sözü var: “Bir problemin çözümlemesi ile aynı problemi doğru şekilde sorabilmek, tamamen iki farklı meseledir.”

Küba’da gezerken, sohbet ederken, tartışırken bu söz aklımdan hiç çıkmadı. Sorular doğru sorulsa da, çözüm öneri ve yollarına dair şaşırdığım ve kızdığım örnekler de oldu! 

Dedim ya, Küba’ya kapitalist bir mantıkla, başka bir düzlemden bakmadım, elma ile armudu hiç karıştırmadım. Ancak,  Havana’nın kalbine saplanmış gibi inşa edilen 40 katlı oteli, Trinidad’daki Küba plakalı (BMW X5, Grand Cherokee Jeep vd.) lüks araçları hiç anlamadım, öfkelendim. Otomobil sektörünü ve ideolojisini çok tehlikeli bulan ve nefret eden biri olarak gördüğüm manzara can sıkıcıydı! Otobüs duraklarında benzin kıtlığı nedeniyle azalan seferler ulaşımı riske sokarken, lüks otomobillerin dolaşmasını içime sindiremedim! Gittiğim dört ilde de, sokakta sürekli ihtiyaç maddeleri isteyenleri görünce üzüldüm. Tüm bunlar, eşitsizliğin giderek artışını mı yoksa geçiş döneminin kimi olgularına mı delalettir, bu konuda ciddi sorularım var. Kübalı yoldaşlarımızın bu konuda ikna edici bilgileri çok değerli olacaktır.

soL Haber Portalında Küba ile ilgili çokça yazı çıktı. İlgili okur, araştırıp okuyabilir. Bu yazının amacı, bir kez daha Küba’yı, devletin ve halkın verdiği mücadeleyi, sorunları hatırlatmaktır. Tekrar belirtmem gerekirse, sürekli bardağın boş tarafını” dillendirmek değil Küba’ya bakışın bütünlüğünü yeniden hatırlatmak, unutulan ya da unutturulmaya çalışılanları dile getirmektir.

***

Kişisel tarihimden bir anekdot: Örgütlü bir siyasi mücadeleye başlamamın üzerinden henüz iki yıl geçmişti, SSCB çöktü. Bu sürecin öncesi ve sonrası, dünya solu ve hele ki Türkiye solu açısından ibretlik örneklerle doludur. 

O zamanlar, bir ”sovyetik” olarak, bu çöküş çok ağırıma gitmişti ama “yeniden kurarız” düşüncesi bende hep hakimdi! Gençliğime ve toyluğuma verin; öyle değilmiş! Bugün, SSCB’nin insanlık için ne demek olduğunu çok acı bir şekilde yaşıyoruz. 

SSCB’ye dair vurgumun nedeni, Küba’nın yaşadıklarıdır.  Küba’yı da Sovyetik bir ruh ve duyguyla gezdim. SSCB yıkılırken objektiflik adına soytarılık yapanlar ve sonrasında çürüyen benzerleri gibi yapamam çünkü objektif değilim! Küba’ya dair sübjektifim.

Buraya kadar yazılanlarda, benim bir tehlikeye işaret ettiğim ve ona göre davranmamız gerektiğini söylediğim görülecektir. 

***

Abluka ve dolayısıyla Emperyalizm

Öncelikle, insanlık dışı abluka, Küba’ya dair yapılan yorumlarda giderek ağırlığını yitirmekte; bu durum, emperyalist ABD’nin işine gelmektedir. Küba, hiçbir şey yaşamıyormuş gibi, bilinçli ve bir o kadar ahlâktan yoksun bir bakışla değerlendirilmektedir. Bu burjuva medyasından tutun siyasetine, akademisine kadar böyle. Yüzeysel bakışlarla büyük çıkarımlar yapan bir toplam, bunu yaymaktadır. Emperyalizmin aktörleri şerbetlidir, soğuk savaş çocuklarıdır, ideolojik desteğin önemini iyi bilir. Bilinçli olan bu çabayla sert bir şekilde mücadele edilmelidir.

Emperyalist kampın tüm kurumları ablukanın bizzat sorumlusudur. Abluka, emperyalist ülke ve kurumların çok önemli bir savaş aracıdır. Ablukanın 60 yılda, Küba’ya verdiği zarar yaklaşık 150 milyar doları buluyor. Bu rakamdan ziyade, eğer abluka olmasaydı, Küba’da sosyalist düzenin geleceği, toplumun ulaşacağı düzey ve insanlığa yapacağı katkıyı düşünmeden edemedim. 

Net bir ifadeyle belirtmeliyim ki, merkezinde ”abluka”nın ve sonuçlarının irdelenmediği hiçbir çalışma, yorum ya da gözlem, Küba’nın gerçekliğini soyutlayamaz. 

Küba değerlendirilirken, sadece abluka sabit tutulmalı; diğer tüm siyasi, ideolojik, ekonomik, toplumsal ve kültürel değişimler, abluka ile ilişkilendirilmeli; sonrasında birbirleriyle olan etkileşimler değerlendirmeye dahil edilmelidir. Ablukanın 60 yıllık değişim ve dönüşümü de, Küba halkının buna verdiği örgütlü direniş ile değerlendirilmelidir. 

Örgütlü bir halk...

"Toplumun ve devletin lider gücü" Küba Komünist Partisi (PCC) başta ve merkezde olmak üzere, Devrimi Savunma Komiteleri (CDR), Küba Kadın Federasyonu (FMC), Küba İşçileri Merkezi (CTC), Genç Komünistler Birliği (UJC) ve Küçük Çiftçiler Ulusal Birliği (ANAP) ve nice toplumsal örgütler, yukarıdaki değişimlerin, abluka karşısındaki dayanışma ve mücadelenin bir bütün olarak omurgasını oluşturmaktadır. 

Küba Komünist Partisi'nin öncülüğüne ve toplumun çok boyutlu örgütlülüğüne güveniyor; direnişin en büyük garantisinin de bu olduğunu görüyoruz.

Bunu bir örnekle açıklamak isterim: Devrimi Savunma Komiteleri İl Koordinatörü Norlenis Serpa ile birlikte Matanzas ilinde ziyaret ettiğimiz bir mahalle biriminde verdiği bilgiye göre sadece bu ilde 9901 Devrimi Savunma Komitesi var.

Havana'dan Pinar del Río'ya giderken kırsal alanda CDR panosu.

Mahalleyi ziyaretimizde ikram edilen Caldoza çorbasını belirtmeden geçemeyeceğim. Küba halkının buluşmalarının olmazsa olmazıymış. Devrimi Savunma Komitelerinin ise sembol yemeği. Herkesin çorbada tuzu olsun örneği, her evden farklı sebze ve malzemelerin gelmesiyle yapılan, Küba'nın yerli mutfağından miras kalan bir yemek. Adanın kültür tarihinde, ırkların karışımının mükemmel bir sembolü olarak görülüyor. Kristof Kolomb'un gelişinden önce Küba yerlileri zaten geleneksel Ajiaco (Ahiyako diye okunuyor) veya Caldoza (Kaldoza diye okunuyor) pişiriyorlarmış.

Caldoza çorbası

11 milyon nüfusu olan bir ülkede, 8 milyonun üzerinde Kübalı, Devrimi Savunma Komitesi üyesi. Ülkenin en büyük örgütü, “Bundan böyle kolektif bir gözetim sistemi kuracağız ve emperyalizmin uşaklarının buraya gelip gelemeyeceğini göreceğiz” diyen Fidel Castro tarafından kuruldu. 

Serpa’nın verdiği bilgiye göre, Devrimi Savunma Komiteleri'nde komşular birbirini tanıyor, kim nerede yaşıyor, kim hasta biliyor; komşular arasında birlik ve dayanışma, gündelik hayatın sıradan bir ritüeli halinde yaşanıyor. Mahallelerdeki bu örgütlenmeyle sağlık görevlilerin el ele mücadelesi, Küba’daki COVID19’un etkisini hızlı bir şekilde önleyen en önemli etken olmuş. 

Devrimi Savunma Komiteleri (CDR), yeni bileşenlerin bünyesine dahil edildiği bir süreci yaşıyor. 16 yaşından büyük herkes CDR’ye gönüllülük temelinde üye olabiliyor. Küba’da halkın yönetime katılımının birinci basamağını CDR oluşturuyor. Halk kendi temsilcisini seçiyor. Kişiler değil toplumla kurulan bağlar geliştiriliyor. Komitelerin yerlerine ve bulundukları bölgeye göre çalışmalarda farklılıklar görülebiliyor. Ablukanın etkilerini azaltmak için her yerde gıda üretimini artırmak için de çalışmalar sürdürülüyor. 

Küba’da bulunduğumuz sürede, CDR, Havana’daki Ulusal Merkezi'nde, ülkedeki tüm koordinatörlerin toplandığı; Küba Devleti ve Küba Komünist Partisi liderliğinde, geleceğe dair projeksiyonların yapıldığı bir toplantı gerçekleştirdi. CDR’nin başkanlığını (Küba Beşlisi’nden) Gerardo Hernández Nordelo yapıyor.

***

Sorunlar...

Küba’da da ciddi bir enerji krizi var. Bu soruna dair büyük bir emek harcanıyor. Çeşitli sektörlerden elde edilen az sermayeyle enerji üretebilmek için petrol almaya çalışılıyor.

Abluka devrede: Körfeze yaklaşan petrol tankerleri, uluslararası bankacılık sisteminde Küba’nın para ödemesi engellenerek büyük bir zorlukla karşı karşıya bırakılıyor. Kimi günler benzin bulunamıyor. Gündelik hayatın birçok alanı ciddi bir şekilde etkileniyor.

Yaşanılan enerji krizini konuşurken hüzün verici bir örneği belirtmeden geçemeyeceğim. Trinidad’ın girişinde havalimanı trafik kulesi gibi duran inşaatın SSCB yıkılınca yarıda kalan nükleer santral inşaatı olduğunu öğrenince kahroldum. SSCB’nin büyük bir armağanı olacakken...

Hammadde tedariği bir başka sorun... Dünyadan hammadde alabilecekleri firmalar ile ilişkiye geçildiğinde ABD devreye giriyor; ya söz konusu firmayı satın alıyor ya da ticareti engelliyor. 

Gerektiğinde Küba tarafından ödenecek miktarı muhabir bankalar bloke ediyor. 

***

Bu yazıyı bir paragraf ile sonlandırmış, soL Haber'e gönderecekken, Küba Devlet Başkanı ve Küba Komünist Partisi Merkez Komite Birinci Sekreteri Miguel Díaz-Canel’in 26 Haziran’da, soL’da yayımlanan röportajına rastladım. Bu yazının başlığına atıf olabilecek sözleriyle bitirelim:

”Küba’nın nasıl bir örnek oluşturduğunu biliyorum. Bunu herhangi bir böbürlenmede bulunmaksızın, Küba şovenizmi yapmaksızın söylüyorum... Latin Amerika, Karayipler ve dünya için nasıl bir örnek teşkil ettiğimizi biliyoruz. Bunu biliyoruz çünkü dünyada ne kadar çok sayıda insanın Küba ile dayanışmayı hayatının merkezine koyduğunu sürekli olarak görüyoruz. Bunu keyif için yapmıyorlar; çünkü ortada bir örnek var, çünkü bir güven var, çünkü yol gösterici bir ışık var; o ışığı muazzam bir bağlılıkla sahiplendiğimizi ve ona asla ihanet etmeyeceğimizi biliyorlar. Böylesine güçlü bir hükümetin küçük bir ülkeye diz çöktürmek için neden bu tür uygulamalara başvurmak zorunda kaldığını açıklayan tek şey bu.”

Yaşasın Küba!