Emperyalist paylaşım savaşı tanımı önemli, çünkü eğer sermaye sınıfı milyonlarca emekçinin canını alacak şekilde gözünü karartmışsa, kural olarak işçi sınıfı tarafından cezalandırılacak demektir.

Dünya savaşı ağızlara düşmüşken İsrail Lübnan’a saldırır mı?

İsrail İngiliz emperyalizminin bir projesi olarak katliama ve işgale dayalı olarak kuruldu, emperyalizmde yaslandığı ülke değişti ama kuruluş mantığı değişmedi.

Öte yandan kuruluşundan bu yana o kadar işgale ve genişlemeye rağmen halen stratejik derinliği olmayan bir ülke olarak kaldı.

Stratejik derinlikten, örneğin, Rusya’nın bir saldırı ve işgal altında düşman donanması tarafından kuşatılamadan binlerce kilometre ülke içine çekilebilmesini anlıyoruz. Sovyetler Birliği Nazi saldırısı karşısında bütün fabrikalarını doğuya taşıyabilmişti. Ayrıca stratejik derinliğin insan ve hammadde kaynaklarını da içerdiğini unutmamalıyız.

İsrail’in küçük yüz ölçümü ile bir saldırı altında çekilebileceği bir yer yok. Hele bugünkü teknoloji ile her yerine ulaşılabilir, vurulabilir bir ülke durumunda bulunuyor. Dolayısıyla hep askeri olarak kırılganlığa sahipti.

Peki, İsrail’i yakın zaman kadar yıkılmaz/yenilmez yapan şey neydi?

Halen katliamlara ve yıkımlara devam edebiliyorsa bunu sadece ABD ve Batı emperyalizminin desteğine bağlayamayız.

Bu şu anda karşılaştığı direnişle bir sarsıntının eşiğinde olan, ancak 70 yıla yayılan yenilmezlik mitinin nedenini başta sermaye sınıfı olmak üzere egemen sınıfların karaktersizliğe, alçaklığa ve kalleşliğe yatkın doğasında aramamız gerekiyor.

Bir kere İsrail sınıfsız bir devlet değildir, sermaye sınıfının iktidarı hüküm sürer.

Suudi Arabistan, Katar, BAE, Ürdün ve Kuveyt’in egemen sınıfları feodal gericiler olarak başından itibaren İngiliz ve ABD emperyalizminin işbirlikçisiydiler. Şimdi feodallikten sermaye sınıflığına geçiş yaptılar.

Önce Türkiye ve İran, sonra Suriye, Mısır, Irak, Sudan, Libya, Cezayir, Yemen burjuva devrimlerini emperyalizmin işbirlikçisi feodal iktidarlara karşı gerçekleştirdi. Hepsinin burjuva devriminde emperyalizme karşı şöyle ya da böyle Sovyetler Birliği’nin desteği bulunuyordu. Bu ülkelerin genç burjuvazileri bu desteğe dayanarak bir süre halkçı, aydınlanmacı ve bağımsızlıkçı olabildi.

Sonra hepsi sırası gelince Sovyetler Birliği’ne, dünyanın ilk işçi sınıfı devletine ihanet ettiler ve ABD emperyalizminin hegemonyası altında ilkesizliğin, çürümenin batağına saplandılar.

1956 yılında İngiltere, Fransa ve İsrail’in Mısır’ın Süveyş Kanalını devletleştirmesinden sonra işgale başlamasında Sovyetler Birliği’nin verdiği tepkiyi verecek bir devlet yok günümüzde. Sovyetler Birliği her şeyi kafanıza geçiririm diye ültimatom verince haksız işgal son bulmuştu. 

Süveyş Krizi bir neden değil ama tarihsel olarak emperyalist dünyanın hegemonyasının İngiltere’den ABD’ye geçişinin de bir mihenk noktası olmuştu. İngiltere bir daha ABD’den bağımsız bir emperyalist operasyona cesaret edemedi.

ABD bölgedeki sermaye sınıfının egemenliğindeki bütün ülkelere hegemonyasını dayattı. İkinci Dünya Savaşı sonrası kapitalist dünyanın tek patronu haline gelmişti. Bu iş birliği stratejik derinliği olmayan İsrail’i yenilmez yaptı.

Türkiye 1952’de NATO’ya dâhil oldu ve bölgesel işbirlikçiler kervanına katıldı.

Mısır’ın İsrail ile 1978’de imzaladığı Camp David anlaşması emperyalist barışın başlıca örneği olarak tarihte yerini aldı. İlkesiz bir korkaklık, adaletsizlik karşısında ses çıkarmama yaygınlaştı. Sovyetler Birliği’nin yalnızlaşmasında ve belki çözülüşe gidişinde rol oynadı.

Bu ahlaki çöküntüye dayalı iş birliğinden belki Suriye, Cezayir, Libya ve Yemen’i kısmen dışarıda tutabiliriz. Ancak hepsi de Batı emperyalizminin operasyonuna maruz kaldı.

Şimdi ise İsrail devletinin işlediği bütün cinayetlere rağmen eli titriyor. Uluslararası düzeyde yalnızlaşma ve itibar kaybına askeri bir başarısızlık korkusu ekleniyor.

Uluslararası yalnızlaşmada çeşitli ülkelerdeki işçi sınıfı siyasetlerinin düzenlediği protestoların büyük önemi olduğunu biliyoruz.

Ancak askeri başarısızlık olasılığı – bu göreceli bir şey, işlenen tüm cinayetlere rağmen kesin bir zafer kazanamamak, askeri ve sivil kayıp vermek, alt yapı tesislerine dönük saldırıları önleyememek vb- günümüzde emperyalist hegemonya kriziyle ilişkili. Bütün kendi özgün dinamiklerine rağmen bir çeşit vekâlet savaşı sürüyor bölgede.

Artık emperyalist dünyada tek bir güç yok ve ABD gözle görülür şekilde hegemonya kaybına uğruyor.

Bunun belki ilk belirtisi 2006 yılında İsrail ile Hizbullah arasındaki savaşta İsrail’in ezici üstünlüğüne rağmen askeri olarak görülmedik ölçüde kayba uğraması ve Hizbullah’a diz çöktürememesiydi.

Şimdi yarattığı devasa yıkıma ve soykırım düzeyine çıkan Gazze işgaline rağmen Hamas ve diğer direnişçileri yenememesi önemsenmeli. Yemen’de Husilerin gösterdiği kararlı direnç bir kenara kaydedilmeli.

Öte yandan Gazze işgaline karşı Hizbullah’ın İsrail ordusunu kuzeyde meşgul etme ve yıpratma politikasının bir savaşa dönüşme ihtimali artıyor. Aşağıdaki harita bize konuyu takip etmekte yardımcı olabilir.

Haritada Lübnan ve İsrail sınırı görülüyor. Daha topyekûn bir savaş olmamasına rağmen çatışmalarda yaşamını kaybeden asker ve siviller, sınırın her iki tarafında yaşanan göçle bir yıkıma yol açmış gözüküyor. Hizbullah’ın dron ile hassas yerlerin fotoğrafını çektiği Hayfa Limanı izleniyor. Yine İsrail’in tedarik üssü olarak kullanılıp Hizbullah tarafından tehdit edilen Kıbrıs’ın füzelerin menzili içindeki güney limanları görülüyor.

Savaş derken İsrail’in bütün kıyıcılığı ile Lübnan’ı işgal etmesi, Beyrut başta olmak üzere zaten büyük bir ekonomik güçlük içindeki ülkeyi bombalayıp harabeye çevirmesi, ciddi sivil katliamlara başlaması kastediliyor. Yoksa 7 Ekim olayından itibaren Hizbullah ile İsrail arasında yaşananlar zaten savaş gibi.

Karşılıklı topçu ve füze atışları nedeniyle sınıra yakın bölgelerde her iki tarafta yüz binlerce kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Lübnan’da 400’den fazla kişi yaşamını yitirdi, İsrail asker kayıplarını gizliyor ama onlarca ölü var. Ayrıca üst düzey Hizbullah komutanı İsrail’in suikastına uğradı. Buna karşılık Hizbullah yüzlerce füzeyi ateşledi, çıkan yaygınlar söndürülemedi vb.

Ancak ele aldığımız konu açısından şu önemli, Lübnan ile savaş kararı alınmasına, 350 bin yedeğin askere çağrılmasına rağmen İsrail tereddüt ediyor. 

Hizbullah gönderdiği füzelerle başından beri deneme yapıyor ve İsrail hava savunma sistemi olan Demir Kubbe’yi test ediyor. Birçok güvenlik açığı bulunuyor ve özellikle Demir Kubbe’nin insansız hava araçlarına karşı başarısız noktaları çözülüyor. Ayrıca Demir Kubbe’nin kritik radarları hedef alınıyor ve sistem daha da zayıflıyor. Hizbullah İsrail’in kritik limanı olan Hayfa üzerinden dron uçurarak hassas noktaların fotoğrafını çekmiş. Bu paylaşım buraların vurulma tehdidini içeriyor. Bunlara ek olarak Batı emperyalizminin işbirlikçisi olan ve İsrail’e ikmalin yapıldığı Kıbrıs limanlarının füzelerle vurulacağı tehdidi ileri sürüldü.

İşte bu noktada eşiğe gelmiş bir dünya savaşının başlayabileceği bakanlar, devlet başkanları tarafından konuşulur duruma geldi.

Sol okuru için yabancı bir konu değil bu, 9 sene önce bu köşede olası bir emperyalist paylaşım savaşından bahsetmiştik. Sonrasında birçok yönüyle bu konuyu işledik. 

Emperyalist paylaşım savaşı tanımı önemli, çünkü eğer sermaye sınıfı milyonlarca emekçinin canını alacak şekilde gözünü karartmışsa, kural olarak işçi sınıfı tarafından cezalandırılacak demektir.

Bu ceza şurada veya burada sermayenin iktidarı kaybetmesi anlamındadır.