Aranılan o büyük savaş henüz yok ama o seferberlik şimdiden başlatıldı bile. Maaşını kabul et, faturana itiraz etme, oyunu kullanıp geç, aç kal ama sesini çıkarma.

Kaos çağından çıkış

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres “kaos çağı”na girdiğimizi ilan etti.

Bugünün dünyasında çok fazla nefret, öfke ve gürültü vardı. Her gün her yerde savaş… Dezenformasyon ve aldatmaca bu defa yapay zekayla yeni bir aşamaya erişmişti.

BM daha önce de bölünmüş ve kilitlenmişti ama şimdi en kötüsü yaşanıyordu. “Soğuk Savaş”ta bile işleyen mekanizmalar bugün çalışamaz hale gelmişti. Özetle, BM işlevini yitirmişti.

Cezasızlıkla, tehlikeli ve öngörülemez bir kanunsuzlukla karşı karşıyaydık. Bu, kaos çağına girdiğimiz anlamına geliyordu.

BM’nin işlevi geçmişte neydi? Veya BM, geçmişte, emperyalist devletlerin açtığı savaşları, katliamları ve kural tanımazlıkları cezalandırılabilmiş miydi ki bugün bunlardan bahsedilebiliyordu? Guterres herhalde oturduğu koltuğa anlam kazandırmak için konuşuyordu.

Öte yandan, dünyanın kaosa gömüldüğünü ilan eden yalnızca Guterres değil. Son bir ayda, en yetkili ağızlardan ama en çok da NATO liderlerinden ve batı medyasından yeni dünya savaşının kapıda olduğunu, hazır olunması gerektiğini dinlemedik mi?

Hazır olmak için stok yapmak, sığınak inşa etmek, olası bir nükleer felakette hayatta kalma yollarını ezberlemek gerekiyordu…

Bir de silahlanmak, silahlanmak ve silahlanmak.

Açıkçası, her dönem hortlayan dünya savaşı analizlerinin bir bölümü geniş kitleleri hareketsiz kılmak için de piyasaya sürülüyor. Öyleki bunun anketleri bile yapılıyor, “bir sonraki savaşta ülkenizin düşmanı sizce kim olacak?” diye soruluyor geniş kitlelere.

Oysa dünyanın topyekün bir savaşa ilerlediğini görmek için analist olmaya gerek yok. Bir bakıma dünya zaten savaşta. İrili ufaklı neredeyse bütün devletler dünyanın o ya da bu yerindeki sayısız çatışmanın bir parçası durumunda.

Ancak yine de eksik olan bir şeyler var.

Birincisi zamanla ilgili. Emperyalist dünyada büyük hesaplaşmaların bir hiyerarşi sorunundan kaynaklandığı biliniyor, yeni hesaplaşmanın asıl hedefinin Çin olacağı da. Halbuki dünya henüz Çin’in “seferber olduğu” bir dönemece ulaşabilmiş değil.

İkincisi, ve daha önemlisiyse kitlelerin seferberliğiyle ilgili. Vekalet savaşları, özel ordular, özel birlikler ve özel silahlar uzun süredir yeni normalimiz. Fakat bunlar bir yere kadar tanımlayıcı olabiliyor. Kitlelerin mobilizasyonu analiz değerini hâlâ koruyor.

20. yüzyılın en önemli derslerinden biri krizle, kaosla, gerilimle yüklenmiş milyonların nasıl ve hangi araçlarla kontrol altına alınacağı, “sevk ve idare” edileceği değil midir? 1914’ün yazında silaha, cepheye, fabrikaya koşan milyonların motivasyonunu, 1920’lerle Avrupa’dan yayılan faşizm rüzgarını hafife almamak gerekiyor.

Ama ilki, ikincisini çözmenin yolunu da sunuyor. 

Bizimse hatırlamamız gerekiyor.

1914’ün sıcak yazında savaşın fitili Saraybosna’da ateşlendiğinde hangi diplomatın ağzından hangi sözün çıktığı çok tartışılmıştı. Hangi ülkeler hangi gizli yöntemlerle nerede hangi krizi tetiklemişti. Kimlere ne vadedilmiş, kimler kimlerle gizli anlaşmalar yapmış, kimlere hangi sözler verilmişti.

Terörist eylemler, intihar timleri, otomobiller ve saldırı konvoyları, bombalar ve suikastler… İşin aslı 1914’ün baharı bugünün kaosunu pek de aratmayacak kadar gaddar ve de moderndi.

Ama tuhaf ve “durağan” bir kaostu bu. 

Bir yandan, dünya savaşının gelişi on yıl öncesinden belliydi. Bunu görmek için kahin olmaya gerek yoktu. Büyük tekellerin, sermayedarların ihtirasları artık kaba sığmaz hale geliyor, Almanya başta olmak üzere yeni emperyalistler hiyerarşide hak iddia ediyordu. Savaş kaçınılmaz bir çözüm yoluydu.

Öte yandan, karşılıklı el ense çekmelerin, sinir yoklamalarının sonu gelmeyecek gibiydi de. Bu, dünyanın yeni normaliydi. Hatta bazı yorumcular ön yargıları aştılar, geçmiş malzemeyi elden geçirdiler ve o günlerde bir dünya savaşının kesin olmak şöyle dursun, olanak dışı dahi gözüktüğünü yazdılar.1

Gerçekten de kaosun her zaman var olan tek bir değişkeni vardı: tesadüfler, beklenmedik olaylar veya arızalar. Nitekim kaostan dünya savaşına geçişi mümkün kılan da bu olmuştu. Zincirin kırılması için alternatiflerin zamanla aşınması, adım adım tükenmesi yetmiyordu. Aslen, dünya sistemini zorlayan “kısa şoklar” rol oynuyordu.

Yani 1914’te “Almanya sürüklendi” diyen tarihçiler bir bakıma haksız değildi.

Ama Almanya sürüklenirken Rusya da sürükleniyordu. Avrupa’da ve bütün dünyada geniş kitleler, işçiler ve köylüler yılların birikmişliğine sürükleniyordu…

Tüm bunlar bizi neden ilgilendiriyor?

Dünyaya Türkiye’den bakınca epey bir ilgilendiriyor.

Örneğin SETA Genel Koordinatörü ve Sabah yazarı Burhanettin Duran’a göre Hindistan ve diğer yükselen güçler dünyanın kaosundan kendilerini korumaya çalışmakla meşgul.2 Türkiye de bunlardan biri olarak tehlikelerin farkında. Dahası bunlara karşı “istikrar ve düzen sağlayıcı bir rol” üstlenmeye çalışıyor.

İlginç ki kaosun parçası ve kaynağı olan diğer devletler de aynı şeyi iddia ediyor. Herkes birbirini düzen bozmakla, düzene saygı duymamakla veya sınır tanımamakla suçluyor.

Bunun bir adım ilerisi sanırım şu oluyor: Aslında kimse savaş istemiyor, herkes zorunlu kalıyor. 

Demek ki, aslında kimse anayasayı ortadan kaldırmak istemiyor. Kimse olağanüstü hâl ilan etmek istemiyor. Kimse zam yapmak, maaşları budamak, grevleri yasaklamak, hapishaneleri doldurmak da istemiyor. Kimse binlerce insanı göç ettirmek, binlerce yoksulu cepheye sürüp binlerce bombayla öldürmek de istemiyor.

Kaos bunu gerektiriyor. İstikrar için düzen için sabretmek, aç kalmak ve sonunda da ölmek gerekiyor.

Yani, aranılan o büyük savaş henüz yok ama o seferberlik şimdiden başlatıldı bile. Maaşını kabul et, faturana itiraz etme, oyunu kullanıp geç, aç kal ama sesini çıkarma.

Çünkü kaos var, çünkü şartlar bunu gerektiriyor.

Kaostan kaçış mümkün değil ama çıkışın anahtarı işte önce bu “seferberliğe” meydan okumaktan geçiyor.