Bugün tarikat denilince akla “sarıklılar” geliyor olabilir. Halbuki Türkiye’nin en büyük tarikatı Gülen cemaati değil midir? Koçların, Sabancıların Gülen cephesindeki sicilleri çok mu temizdir?

TÜSİAD’ın tarikat karnesi

TÜSİAD tarikatlardan rahatsızmış. 

Milli Eğitim Bakanlığı’nın tarikatlarla yaptığı protokol büyük sermayeyi neden rahatsız etmiş?

“Cemaat ve tarikatlara eğitim sisteminde yer olmaması gerekirmiş”… “Türkiye için çağdaş bir eğitim seferberliğine ihtiyacımız varmış”…

Türkiye’nin en güçlü patronları Türkiye’de gündemin, tarafların, belleklerin hızlı değiştiğini hesaba katmış olacaklar ki tarikatlara çıkışabilmek için en steril anı kollamışlar, bugüne kadar ses etmekten imtina ettikleri tarikatlar için bir açıklama kaleme alma zahmeti göstermişler.

Patronların derdi belli. Tarikatların toplumsal imgesinin aşındığı, kullanım değeri etmediği bir dönemden kendilerine pay çıkarmak istiyorlar. 

Üstelik büyük sermaye tarikatlardan, zenginliklerinden ve çürümüşlüklerinden usanmış milyonların kalbine girebilmek için gelişine vurmakla da yetinmeyecektir. Farklı halkla ilişkiler çalışmalarının, farklı prodüksiyonların sahaya sürüldüğünü veya yolda olduğunu tahmin etmek için TÜSİAD’ın kadrolu misyoneri olmaya gerek yok.

Sermaye sınıfının kendi toplumsal imgesini yönetirken ne kadar hassas davrandığını, Türkiye’nin kriz dinamiklerini kendisini görünmez kılmak için nasıl istismar ettiğini bilebilecek durumdayız.

Buna izin vermemek gerekiyor. Cumhuriyetin yıkılışında, laikliğin tasfiyesinde ve hatta Osmanlıcılığın meşruiyet kazanmasında Türkiye’nin büyük sermayesinin rolü ve çıkarı da büyüktü. 

Bunları anlatmadan, asıl düşmanı işaret etmeden gerçek bir taraflaşma yaratmak mümkün değil.

Öte yandan, TÜSİAD’ın neye dayanarak bu kadar rahat hareket edebildiğini de sorgulamak gerekiyor.

Sahiden, kurumsal kimliği bir yana, TÜSİAD’ın örneğin en büyük, en önemli iki ailesinin geçmişi de mi kafaları kurcalamıyor?

Koçların, Sabancıların tarikat karnesinin temiz olduğu mu düşünülüyor?

Bugün tarikat denilince akla “sarıklılar” geliyor olabilir. Halbuki Türkiye’nin en büyük tarikatı Gülen cemaati değil midir? Koçların, Sabancıların Gülen cephesindeki sicilleri çok mu temizdir?

İşin aslı, Gülen tarikatının normalleştirilmesinde, AKP-Gülen ittifakının yaratılmasında büyük sermayenin tamamı sahnededir.

Vehbi Koç nasıl 12 Eylül darbesini alkışlarken, Kenan Evren’e “emrinize amadeyim” mektubu yazarken bir sınıf aklıyla hareket ediyorduysa, 12 Eylül’ün İslamcılığından bir AKP yaratılmasında, Fethullahçılara Türkiye ekonomisinde yer açılmasında da bir sınıf aklı vardır.

İşte bu sınıf aklı en çok da tarikatların normalleştirilmesi sürecinde iş başındadır. 

Bu sürecin nasıl bir şey olduğunu anlamak için 2010’ların Abant Platformu’na, yani AKP-Gülen tarikatı işbirliğinde kimlerin sahaya sürüldüğüne bakmak bir fikir verecektir. Liberallerden “özgürlükçü solcu”lara, CHP’den Kürt siyasetine ve akademisyenlere uzanan geniş bir liste, Gülen tarikatının “sivil toplum”daki meşruiyeti için çalışmamış mıdır?

Ama bu da yeterli değildir. Çünkü bizim korkak siyasetçilerimiz, korkak gazetecilerimiz, korkak ve ikinci sınıf entelektüellerimiz rahat hareket edebilmek için mutlaka bir sermaye desteğine ihtiyaç duyar. Öyle ya, korkaklar yalnızca kendilerinin değil, diğer korkakların da kokusunu almayı bilirler. Bu kadar korkağı bir araya getirebilmek için bayağı bir “sermaye” gerekir.

O sermayenin ne olduğunaysa Mustafa Koç açıklık getirecektir. 

2 Mart 2014’te Hürriyet'ten Cansu Çamlıbel'e konuşan Mustafa Koç, Fethullah Gülen ile görüşüp görüşmediği konusunda, "Ben Türk ekonomisinin neredeyse yüzde 10'unu oluşturan bir topluluğun yönetim kurulu başkanıyım. Hangi kulvardan olursa ülkemizde önemli ve etkili olan tüm isimlerle görüşebilirim ve görüşürüm. Bu da kimseyi ilgilendirmez. Bu bağlamda, ben kendisiyle görüştüm" açıklamasını yapar.

Ama bu mevzularda Mustafa Koç’u İlber Ortaylı gibilerinden ayıran önemli bir husus daha vardır. 

Mustafa Koç “sermaye konuşur, sermaye normalleştirir, sermaye meşrulaştırır, sermaye sivilleştirir” demektedir. Nitekim Çamlıbel’in sorusuna da öyle yanıt vermiştir:

“Ben bugün TÜSİAD, MÜSİAD, TUSKON gibi bütün önde gelen sivil toplum kuruluşlarıyla da ilişkiler içindeyim. Afrika'da iş yapıyoruz. 2011 senesinde Güney Afrika'da çok ciddi bir alım yaptık. TUSKON'un Afrika'daki faaliyetleri belli. Bir kere beraber Afrika'ya gittik, ortalık birbirine girdi. Oysa iş geliştirme açısından bundan daha normal bir şey olamaz.”1

Evet tarikatın sermaye örgütü TUSKON Afrika’da Koçlar için alan açıyor, Gülen tarikatının okulları çoğalırken, Somali gibi ülkelerde de TÜSİAD’ın insani şovlarına olanak sağlanıyor…

Yani 2013’e öyle bir çırpıda gelinmemiş, ne emekler verilmiş ne paralar harcanmıştır!

Bunlardan biri de Türkçe Olimpiyatları’dır. 11. Türkçe Olimpiyatları’nın sponsorlar listesinde büyük sermayenin tamamı vardır. 2013’ün Haziran’ında düzenlenecek olan buluşma, büyük sermaye için bir dönüm noktasıdır. Çünkü Gülen tarikatının normalleştirilmesinde, meşrulaştırılmasında epeyce yol alınmıştır. Bir sponsorluk çok mu görülecektir!

Tarihin cilvesidir. Haziran Direnişi bu hesapları bozmuş, bugün AKP’lilerin dediğinin tam aksine “Gezi”deki öfkeli halk, Gülen tarikatının da içinde olduğu bu ittifakı işlemez hale getiren asıl müdahaleyi gerçekleştirmiştir.

Belki de Fethullah Gülen bu yüzden yataklara düşecektir… Tarih 2013’ün Ekim’idir. Fethullah Gülen henüz “ismi lazım değil”e dönüşmemiştir. Her şey “normal”dir. Gülen’in hastalığından iyileşmesine müteakip gazetelere verdiği teşekkür ilanında kimler yoktur ki! Bütün büyük holdingler, yönetim kurulu başkanları, TÜSİAD’ın bütün büyükleri…2

Sonrası biliniyor. Fethullahçılar bu ittifakın bütün kirlerini dezenformasyonla, tapelerle, telefon kayıtlarıyla ortalığa dökerken, darbe planlarıyla yol alırken büyük sermaye için artık “uzaktan izleme”nin zamanı gelmektedir.

Türkiye başka bir alternatife yol alırken normalleşme sekteye uğramış, büyük sermaye için elleri temizlemenin zamanı gelmiştir.

Demek ki Koçlar ve diğerleri gibi, bugün Milli Eğitim Bakanına çıkışma kararı alan Sabancılar da, Sabancı Vakfı’na “eğitimde tarikat ve cemaatlere yer yoktur” açıklaması yaptırtmadan önce kendi aile üyelerinin geçmişi ve hatta Gülen tarikatıyla ilişkileri konusunda daha sıkı bir unutturma çalışmasına başvurmalıdır.3

Eller o kadar kolay temizlenmiyor, o kadar kolay temizlenememeli.

Tarikatları meşrulaştıran, tarikat-şirket-siyaset üçgenini bu ülkenin normaliymiş gibi kılan asıl gücün kaynağına iyi bakılmalıdır.

Türkiye’yi bu hale getiren sermayenin bu sefer de “ülkeyi tarikatlardan temizleme görevi”ne talip olmasına asla izin verilmemelidir.