''Vergi, kamu maliyesinin teknik bir başlığı olmaktan çok ötedir. Vergi yeri geldiğinde 'zenginden de alıyoruz', yeri geldiğindeyse 'sabredin' demenin bir aracıdır.''

Mehmet Şimşek kaçıncı şansını deniyor?

Mehmet Şimşek geçtiğimiz hafta iki önemli açıklamada bulundu. 

“Vergiyi tabana yaymak” bunlardan ilkiydi. Diğerindeyse doğrudan patronlara seslendi:  “Önümüzdeki dönemde iç talep yavaşlayacak. Mutlaka dış pazar arayışına girsinler. Biz ihracatçılara, iş dünyasına her türlü desteği vereceğiz.” dedi.

Mehmet Şimşek, “ekonominin rasyonel idaresi” etiketi altında alkışlanarak o koltuğa oturmuştu. Oysaki sözlerinde son derece dürüsttü: Sermaye sahiplerini kollayacağız, çalışan emekçi çoğunluğun itiraz etmemesini sağlayacağız diyordu.

Rasyonel olan buydu… Ya sermaye sınıfının ayağına basacaklardı ya da emekçi çoğunluğun.

Öte yandan, kafası bu düzenin iktisat kuramlarıyla mahvolmuş bir toplam Şimşek’in sözlerinin bu şekilde yorumlanmasına itiraz etti. Örneğin Hakan Kara, “verginin tabana yayılması kavramı yanlış algılandı. Temelde vergi alınamayan kesimden vergi alınması…” diye devam etti, bu kavramın aslen İngilizce’den çeviri olduğunu belirtti. Ona göre Şimşek aslında “vergi tabanının genişletilmesi” demek istemişti.

Aslında Şimşek hem tarihsel hem de sınıfsal olarak son derece doğru çeviriyle konuşuyordu. Bir kere, vergi tabanının genişletilmesi denilen şey tarih boyunca sermaye sınıfının elinde bir araç olmuştu. Yani evet, işlevsel olarak vergi tabanının genişletilmesi verginin tabana yayılması demekti. 

Sonra, Şimşek bunu ilk kez de söylemiyordu. Dahası bu politika Şimşek’ten önce de “piyasadaydı”.

2002 yılında AKP’nin ekonomi politikalarını belirleyen isimlerden biri Ali Babacan’dı. O zaman da verginin tabana yayılması, krizle birlikte ortaya çıkan “vergi ihtilafı” dosyalarının çözüme kavuşturulması başlığı altında sürekli işlendi.

2005-2006 dönemecinde sahnede yine Ali Babacan ve Kemal Unakıtan vardı. Unakıtan “Amacımız, vergi yükünü düşürmek, vergiyi tabana yaymak ve gelirleri artırmak, kayıp kaçağı azaltmak” diyordu. Babacan ise “sanayici ve iş adamlarından bize doğru bir adım bekliyoruz. Siz de kayıtdışılığı gündemden çıkarın” diyerek sermayedarlara sesleniyordu.

2010 yılında Mehmet Şimşek piyasaya çıkmıştı. Şimşek Erdoğan’ın sözleriyle “paranın babası”ydı. Bugün olduğu gibi o gün de son derece dürüsttü. Şimşek’in bütçe, kaynak girişi ve vergi reformu planlarına elbette özelleştirme eşlik ediyordu. Şimşek, özelleştirilen TEKEL’in işçilerine “bu hükümetin bir suçu varsa o da özelleştirme sonucu açıkta kalanlara merhamet göstermesidir” diyor, “bol keseden maaş verme dönemi bitti” diye ekliyordu.

2011 yılında Şimşek, Ümit Boyner ile birlikte TÜSİAD’ın Görüş dergisinin 71. sayısında konuşuyordu. İkisi de tam olarak aynı şeyi dile getiriyordu. 

Boyner “vergi reformu” istiyor, Şimşek ise bunun ne anlama geldiğine açıklık kazandırıyordu: “Ülkemizin ihtiyacı kayıt dışı ile mücadele, verginin tabana yayılması ve kanunlarımızın basit, adil, anlaşılır olması yönündeki çalışmaların tamamlanmasıdır. Kayıt dışı ile mücadele eylem planını uygulayacağız ve Vergi Usul Kanunu ile Gelir Vergisi Kanunu’nu yeniden yazacağız.”

Şimşek, adeta “bu işin sonu olmayacak”ı ilan edercesine, “Vergi gelirleri kamu harcamaları finansmanında en sağlıklı kaynaktır. Bu nedenle vergiye özel önem veriyoruz. Hükümetimizin 2023 vizyonu doğrultusunda, bahsettiğiniz üzere birçok reform çalışmasına imza attık.” demekteydi.

Şimşek’in 2011’den 2024’e aynı içerikteki açıklamalarını da görecektik. Ama artık yıl sahiden 2023 olmuştu. Yani artık 2023 vizyonunun sonuçlarını da görmeliydik değil mi?

2023’ün Eylül’ünde yine TÜSİAD’dan bir vergi açıklaması gelmişti. Belki Hakan Kara buna da itiraz etmeliydi ama bu sefer konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan’dı. "Vergi reformu yapılmalı. Vergiler tabana yayılmalı.” diyen Turan, iki kez sorulan “servet vergisi” sorusunu ise cevapsız bırakıyordu. Turan da aynı rasyonalitenin kurbanıydı. İki sınıf vardı, o ne yapsındı. 

Turan da Şimşek ve hempaları gibi kayıt dışılıktan söz edip duruyordu. Ama kimse de Babacan’ın seslendiği o günden bugüne söz konusu kayıtdışılığın niye bitemediğine yanıt veremiyordu. Tıpkı vergi reformunun neden “işe yaramadığına”, neden bu reformu hep büyük holding sahiplerinin isteyip durduğuna yanıt veremedikleri gibi.

İşte bu soruya gerçek bir yanıt vermenin zamanı gelmiştir.

Öncelikle, vergi reformu denilen şey bu ülkeye AKP ile birlikte girmiş değildir. Kamu maliyesi disiplin politikaları, IMF ve Dünya Bankası tarafından 1980'li yılların başlarından itibaren yapısal “uyum programı”yla ve adına tam olarak yakışan bir biçimde “Vaşington Uzlaşması” ile Türkiye gibi ülkelere “dayatılmıştır”. 

Vaşington Uzlaşması’nın özet anlamı "iktisadi kalkınmada devletin değil piyasanın rol alması”ndan ibarettir. Bunun iki önemli bileşeni özelleştirme ve verginin tabana yayılmasıdır. Bu politikaların “kalkınma getirmediği anlaşılmış” ve çeşitli badirelerden sonra başka adla ama benzer içerikle 1990’lardan itibaren uygulamaya devam edilmiştir.

Kısacası, bu politikalar yerli ve yabancı büyük sermayeyi muazzam bir zenginlikle buluşturmuş, ekonominin liberalizasyonunda “feda edilen” kayıt dışılığın, zor zamanlarda büyük sermaye lehine kontrol edilmesini sağlamıştır. Buna karşın, ekonominin kendine yeterliliği ve kalkınması bahsinde “isteneneni” bir türlü verememiştir.

Aslında, istenen, Türk sermayesinin sınır ötesinde rekabet edebilmesidir. İstenen, Türk sermayesinin halkın çıkarları için değil, ihracat için üretmesi ve “verimlileşmesi”dir. 

Vergi bu nedenle önemlidir. Çünkü vergi, kamu maliyesinin teknik bir başlığı olmaktan çok ötedir. Vergi yeri geldiğinde “zenginden de alıyoruz”, yeri geldiğindeyse “sabredin” demenin bir aracıdır.

Ama tehlikeli bir araçtır. Vergi yalnızca düzenin dişlilerini yağlamaya yaramaz. Çünkü vergi aynı zamanda bir başarısızlık ilanıdır ve kavga konusudur.

Unutulmamalıdır ki tarihteki çoğu isyanın, çoğu mücadelenin ve çoğu devrimin fitili “vergi” kavgasıyla ateşlenmiştir.

İngiliz İmparatorluğu’na karşı Amerikan devrimi en bilinenidir. Ama Hindistan’dan Afrika’ya uzanan sayısız antikolonyal ve antiemperyalist mücadele vergi ayaklanmalarıyla harekete geçmiştir.

1789 Fransız Devrimi’nde vergi binaları yakılmış, yıkılmış, vergi toplayıcılar istifa ettirilmiş, hatta bazı örneklerde hayatlarından olmuştur. Karl Marx, 1848 devrimlerinde, Alman soylu sınıfına karşı kalem oynatırken vergiyi gündem etmiş ve bunun için kovuşturma bile geçirmiştir.

Vergiler Vietnam savaş fonunda, 2011 Avrupa borç krizinde, Ukrayna savaşında ve Filistin direnişinde de gündemdedir.

Belki de bütün bunları Mehmet Şimşek’e hatırlatmanın zamanı gelmiştir. Şimşek’in, TÜSİAD’ın ve bu düzenin özürcülerinin şanslarını fazla zorladıklarını ispat etmenin…