Borusan'ın ‘modern ve beğenilen’ imajı, ‘kültür ve sanatın koşulsuz destekçisi’ oluşlarından geliyor olsa gerek. Bir de ‘gücünü çalışanlarından alan’ demeleri var ki, bu sömürünün açık ifadesidir.

Moderato cantabile ve rıhtımdaki sesler

“Çocuk”, bir türlü “Kadın”ın istediği yanıtları vermez, ölçüye uygun çalmaz Diabelli’nin küçük sonatını. İstese, pek âlâ yapabilmektedir oysa. Asıl çılgına çeviren de budur, müzik hocası “Kadın”ı. Ne âsi çocuktur bu. Aklı fikri sokakta. Kulağı, dikkati rıhtımdan gelen seslerde. Ve yapabildiklerini, ancak ve ancak o seslere kendi sesini katabilme şansını gördüğü anlarda, bir ödün olarak sergilemektedir... Diabelli, moderato cantabile çalınmalıdır. Ne var ki, “ılımlı ezgi”, pek uygun değildir “Çocuk”a.

soL Portal’da da okumuşsunuzdur, Borusan Holding bünyesindeki Borusan Lojistik’in Bursa Gemlik’teki Borusan Limanı’nda çalışan işçilerin Liman-İş Sendikası’na üye olmaları ve direnişleri sonucu elde ettikleri hakların sonrasında yaşanan işten atmaların haberini.

Elbet haberin asıl unsuru, işçilerin son derece kötü çalışma ve yaşam koşullarına isyanları ve hakları için yürüttükleri mücadeleydi. Ancak haberin başlığında, Borusan için “İşte pek beğenilen ‘modern’ şirket” ifadesi kullanılmıştı, işçiler de, Borusan’ın “çok iyi imaj” verdiğini, ama çalışanlar için işin aslının hiç de öyle olmadığını söylüyorlardı. 

Çelik, boru, enerji, lojistik, otomotiv ve iş makineleri distribütörlüğü gibi geniş bir alanda faaliyet gösteren holdingin, bu modern ve beğenilen imajı, mottolarında yer alan “kültür ve sanatın koşulsuz destekçisi” oluşlarından geliyor olsa gerek. Bir de, “gücünü çalışanlarından alan” deyip durmaları var ki, bir kıymetbilirlik nişanesi gibi kullansalar da, bu, artıdeğerin, emek sömürüsünün genel ve açık ifadesidir zaten. O zaman, müzeler, sergi alanları, konferanslar, bienaller, akademik çalışmalar ve zirvede de Borusan Filarmoni Orkestrası kalıyor tek imaj yaldızlayıcı olarak. Oda orkestrası, uluslararası konser organizasyonları, festivaller filan...

Eh, yaylılar, vurmalılar derken, Orhon Murat Arıburnu’nun şiiri geliyor akla. Mahkûmların kurşuna dizilişlerini anlatırken, “bari şu trampetler çalmasa / insan gürültüye gitmese!” der ya hani. Emek, böyle gürültüye gidiyor işte, bizim aydınlar, “rafine burjuvazi” karşısında mest!

Ama işte bir hak arama, bir direniş, bir işçi eylemi, bir sendikalaşma, Canetti’nin “Maestro-so”suna çeviriyor patronları. “Aşkınlaşma anları” arasındaki duraklarda havyarla beslenip, melodili geğirenlerden, dünyayı ciddi ve heybetli bir ağırbaşlılıkla dolaşanlardan emek düşmanı sahtekâr çıkıveriyor.

Sendikanın işyeri yetkisi alabilmesinin gereği olan sayısal oranın altında kalması için, kayıtlar düzenleniyor, çalışan sayısı yapay olarak artırılıyor ve arada, o medar-ı iftihar, Filarmoni Orkestrası şef, müzisyen ve çalışanları da liman işçisi oluveriyor! Yaylılardan lojistik destek…

İşte haberin bu noktasında biraz durdum. İçlerinde çok sayıda nitelikli müzisyenin yer aldığı bu orkestra, gerçekten liman işçilerinden oluşsaydı harika olurdu, ama, müzisyenler, icralarını gerçekten limanda yapsaydı, o da hiç fena olmazdı  diye geçti aklımdan. 

Çünkü Marguerite Duras’yı anımsadım. “Moderato Cantabile”sini...

“Çocuk küçük sonatını bitirdi. O anda, aşağıdan gelen gürültü, zorla odaya doldu.
“—Bu ne?, diye sordu Çocuk.
“—Bir daha söyle, diye karşılık verdi Kadın. Unutma: moderato cantabile. Seni uyutmak için söylenecek bir ezgiyi düşün.”
Si bemol umurunda değildi ki Çocuk’un ve annesi ona hiç ninni söylememişti ki... O, rıhtımdaki sesleri merak ediyordu, dışarıda akan hayatı...

Marguerite Duras’nın “Moderato Cantabile”si, genellikle Hans Eissler’in ünlü sözüne eşlik eder: Yalnızca müzikten anlayan kişi, müziği de anlayamaz.

Haberin eksiği, durumu öğrenen orkestra elemanlarının ne tepki verdiğiydi. Böyle bir patron düzenbazlığıyla yaşanan emek düşmanlığının enstrümanı olmayı nasıl karşıladıkları… Bunu göreceğiz. Umalım ki, rıhtımdaki seslere kulak kabartan âsi Çocuk olsunlar, “ılımlı ezgi” dayatan, “Kadın” değil.

Çocuk ve Anne, piyano dersine ara verip rıhtıma inmelidir; çıkan seslerin nedenini merak ettikleri, yaşayan, insan dolan rıhtıma. Orada, kanlar içinde bir kadına, o kadının ölüsüne sarılıp yatan bir adama, polis sirenlerine, fabrika çıkışındaki işçilere, toplanan kalabalığa, anlatılan öykülere rastlamalıdır. Bir kahveye oturmalıdır Anne, bir yabancı adamla tanışmalıdır. Akşamın gelişini sokakta kovalanarak izlemelidir Çocuk. Adam düşlediklerini anlatmalı, Anne o düşlerde kendini bulmalıdır; sonra, bir şarap, bir şarap daha ve eller... Kadın, evde tiz  sesle bağırmalıdır: Si bemol’le başla!... Çocuk, umursamazca “efendim?” demeli, Eissler’e göz kırpmalıdır: Yalnızca müzikten anlayan...

Genellikle “oda müziği tadında” denilmiştir Marguerite Duras’nın yapıtına, tanıtım yazılarında. “Sokakta bir gaz tenekesini devirip üzerine çıkarak kocaman elleriyle tempo tutan, ilk onun yüzü kana boyanan şarkı” gibidir aslında. Nereden baktığınıza bağlı. Yalnızca edebiyattan anlayan kişi... Yalnızca bir şeyden anlayan herkes gibi... Anlayamaz!

Herkesin kendi işini iyi yapması doğrusu, herkes yalnızca kendi işiyle ilgilenmelidir eğrisine bahane olalıberi, Eissler, küskün. Felsefesiz, politikasız, sosyolojisiz, tiyatrosuz, resimsiz müzisyenler, yönetmenler! Nedir o? Ben kendi işime bakarım, benim hayatım sanat. 

Fanus içinde yaşa, dünyada olup bitenlerle, iki adım ötende yaşananlarla ilgin sosyal medya iletinden ibaret olsun, “sanat” üret. Olur mu olur...

“Ferhangi Şeyler”de miydi, “Sanki,” diyordu Ferhan Şensoy, “adam almış bağlamayı, geçmiş Çarşamba’nın karşısına da, ‘ulan bu Çarşamba’yı alsa alsa ne alır, dingilingiling, alsa alsa sel alır’ diye düşünüp türkü yakmış. Tersine, önce Çarşamba’yı sel almış da, ardından bunun türküsü gelmiş.” Müziğin gücü burada. Hayatın ezgilere dönüşmesinde. Yaşanılanın yarattığı müzik! Başa gelenin döküldüğü söz! Ve kendini ifade tarzları, karakter yansımaları. 

Ne diyorduk? Evet, moderato cantabile... Ilımlı... Sokakta çok eğlenmelidir Çocuk... Koşmalı, oynamalı. Dönünce, soruları yanıtlamaksızın, gam’ları sıralamaksızın, kendinden bir şeyler katarak çalmalıdır Diabelli’nin sonatını. Çalmak istediği için. Öğretmen başında dikildiği, piyano öğrenmesi Anne tarafından şart koşulduğu için değil. Piyanosundan çıkan sesin, sokakta, rıhtımın sesleri arasında fark edildiğini, ona katıştığını, komşuların kaç gündür aynı parçayı çaldığını konuştuklarını anladığı için yapmalıdır bunu.  Sokakta işlenen cinayetin üzerine ezgilerinin düştüğünü hissettiği için çalmalıdır küçük sonatı. “Ah, âsi çocuk” derken Anne, serzeniş midir bu, övgü müdür, belirsizliğini korumalıdır; ama o, âsi kalmalıdır...

Moderato cantabile prim yapar. Akordunu, verdiğim, çıkarmanı istediğim sese uygun yap. Gam’ları iyi çalış. Si bemol’le başla. Harfiyen uy önündeki notalara. Hayır, bunların hiçbirinde, müzik terimleri müzik terimi değil. Sosyolojik terimler. Bu mesajı al, yolunu açık et.

Çocuk’un penceresinden rıhtım görünür. Bir sokak vardır, kahveler, dükkânlar. İnsanlar vardır. O pencereden bakarken değil, orada yürürken, koşarken görülen olduğunda ezgi canlanır Çocuk’un parmaklarında. Ne âsi çocuktur!

Haberde müzik vardı, liman vardı. Eksiği, orkestranın tepkisiydi. Merak ettim…

Oda müziği tadında ha... Yorum farkı... Kreşendo!

Ha, orkestra elemanlarının yerinde olsam, işyeri kurallarına da uygun olarak, "Turuncu Etik Hattı"nı kullanırdım. Rengine takılmayın, bu turuncu hat, “Borusanlıların uyması gereken iş etiği kurallarını” belirliyormuş.”Borusan çalışanları, kendi davranışları veya çevresindeki Borusan çalışanlarının davranışları hakkında danışma veya bilgilendirme amacı ile bu hattı kullanabilirler”miş. Çok modern, çok çağdaş! Holding ve etik! Haydi fırsat bu fırsat, bu "etik dışı" hali bildirin bakalım, kurula!