'Yola çıkmak yetmiyor, yolu kesmek gerekiyor. Kol kola. Kolay değil. Parti olmadan olmaz.'

Şarampol

“Karayollarının her iki kenarındaki, yol düzeyinin aşağısında kalan bölüm”, öyle diyor TDK.

Torosların Anadolu’dan sakladığı ufak bir kent o zaman Antalya. Üç mahallesi var.

En dıştaki, hayat kendi yolunda akarken kenara atıverdiklerinin yerleştiği çukur: Şarampol.

Önce Çerkesler gelmiş, Rus Harbi’nin ardından. Kafkas halkları dayanamamış Antalya sıcağına, kimi Korkuteli yaylalarına göçmüş, kimi daha uzaklara.

1900’lerin başında Girit’teki çatışmalardan kaçanlar sığınmış Antalya’ya. Şarampol’de konaklamışlar. Bir eski bina tahsis etmiş Osmanlı, sığmayanlar binanın etrafına kurmuş çadırları. Zamanla mahalle şekillenmiş.

1947’de burada doğdu Ziya. Yol düzeyinin aşağısında kalan bölümde. 1960’lar, ortaokul ve lise yılları. Şarampol asfaltından okula yola koyulmalar.

Şükran Yiğit, “Burası Radyo Şarampol” romanında, o dönem yol kenarındaki bu çukurda kendi yolunu açmaya çalışanları anlatır. Romanın baş karakteri evden okula, tıpkı Ziya gibi, Şarampol asfaltından gider, okuldan çıkınca aynı çukura döner. Şükran Yiğit, baş karakterin mahalleyle okul arasındaki bu ilkgençlik yıllarını, roman boyunca birkaç kez tekrar eden şu ifadelerle betimler:

“Geçmişin çocukluk, geleceğin ise sadece bir bilinmezlik olduğu o boşlukta, ne çocuk ne de yetişkin olunan o on dört yaşın başıboşluğunda tek başıma ve her defasında daha büyük daireler çizerek evden okula, okuldan eve gidip geliyordum.

“İlkokul hayatım başarılı mı yoksa başarısız mı bir öğrenci olduğumu kimsenin anlayamadığı beş yıllık bir muamma olarak geçmişti. Pedagoji terörü de tıpkı aşk gibi henüz Şarampol Mahallesi’ne ulaşamadığından kimsenin pek ilgisini çekmemişti bu durumum.”

Roman karakterinin aksine, Ziya’nın nasıl bir öğrenci olduğuna dair eğitim sisteminin kuşkusu yoktu. Lisede iki dersten çakınca, bıraktı okulu.

Antalya o zamanlar şimdiki kişiliksiz haline bürünmüş değil. Etrafındaki verimli ovalara hizmet eden bir sanayi kenti. Üç büyük fabrikası var: Dokuma fabrikası, ferrokrom fabrikası, kanalet fabrikası. Ziya sonuncuya işçi girdi.

Şarampole pedagoji terörü ve aşk henüz ulaşamamıştı belki, ama sosyalizm fikri ulaşmıştı. Ziya hem fabrikadaki sendikalı işçilerden hem de 50’lerde Ankara SBF’de okumuş TİP’li akrabalarından öğreniyor, mahalledekilere öğretiyordu.

67’de, 20 yaşında, İstanbul’a taşındı. Elmas Dikiş Makinesi fabrikasında işe başladı.

Hayatın akıp gittiği yolun iki tarafında aşağıda kalanların, kol kola yola çıkmaya başladıkları yıllardı. Geçmiş çocukluktu, gelecekse bilinmez olmaktan çıkıyordu.

Ziya elini uzatıyor, tuttuğunu yola çıkarıyordu. İstanbul’un emekçi mahalleleri arasında mekik dokuyor, işçileri örgütlüyordu. 12 Mart geldi Ziya greve çıktı. Sonra cezaevi. “Marksist Leninist Haziran Hareketi” davasında Rasih Nuri İleri’yle birlikte sanıklık. Şimdiki Harbiye Askeri Müzesi binasında, Selimiye Kışlası’nda tutukluluk.

Afla çıkış. Mihri Belli’yle birlikte Türkiye Emekçi Partisi’nin önce kuruculuğu, sonra muhalefeti. Sonra, 12 Eylül. İllegalite.

***

Ziya. Veya Mustafa. Veya Mustafa Ziya. Hangi ara, ne vesileyle tanıdığınıza bağlı. Örgütte mi? Fabrikada mı? Kaçaklık yıllarında mı?

1980’lerin ortasından itibaren önce fotoğrafçı, sonra sinema emekçisi olarak tanıdınızsa, Mustafa Ziya Ülkenciler.

Geçen yıl yaşamını yitirdi. Bu yıl, yıldönümünde, Ender Özer, Tuna Pektaş ve Olgu Ülkenciler’in hazırladığı bir sergiyle İstanbul Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde anıldı.

Sergi, Ülkenciler’in şarampolden çıkıp Türkiye’nin sanat geçmişinin onsuz yazılamayacağı bir isim olmasına dek serüvenini yansıtıyor.

Serginin açılış günü, Çağrı Kınıkoğlu’nun moderatörlüğünde kardeşi Doğan Ülgenci ve Aydemir Güler, Ülkenciler’i anlattı.

Kardeşi, Ülkenciler’in “dava adamlığı”na vurgu yaptı. Tepeden tırnağa “pratik”ti Ziya, İstanbul’a yanına gelen kardeşini ayağının tozuyla Aster-İş sendikasını sokabilmek için uğraştığı tersaneye işe girmeye yollayan, her nefeste İstanbul’un kenara atıverdiklerinin kavgasını soluyan bir devrimciydi.

Aydemir Güler, ölümünden önce, sözlü tarih çalışması kapsamında Mustafa Ziya Ülkenciler’le söyleşmişti. 2000’li yılların başlarında Türkiye Komünist Partisi’ne örgütlenmişti Ülkenciler. Tüm yaşamını anlattığı mülakatta, “Parti olmadan olmaz” demişti. “Dava adamlığı”nın yanına, önüne veya, “parti adamlığı”nı iliştirmişti.

***

Ben tanımadım. Geriden geliyor, takip ediyorum.

Ondan on yıllar sonra Dokuma-Güvenlik-Şarampol arasında, geçmişin çocukluk, geleceğin ise sadece bir bilinmezlik olduğu o boşlukta daireler çizdim. İstanbul’a geldim. Hayat kendi yolunda akıp giderken, yol düzeyinin aşağısında kalan bölümden kol kola çıkma mücadelesine giriştim.

Artık yollar daha yüksek, ama daha hızlı. 

Bu ara yollar hep Saraçhane’ye çıkıyor.

Yola çıkmak yetmiyor, yolu kesmek gerekiyor. Kol kola. Kolay değil.

Parti olmadan olmaz.