Kulak arkası

Eskiler, sözlerini ciddiye almayanlara “iyi dinle, kulak arkası etme” derlerdi. Son günlerde Cumhurbaşkanı Gül’ün kulakları ile ilgili bir sorunu dolayısıyla hastanede tedavi altında olduğunu biliyoruz. Bu nedenle 30 Ağustos şölenleri de epey durgun ve sönük geçti. Yığınlar bu mutlu günü kendi girişimleriyle kutladılar.

Bir bahane ile Ulusal Bayramların sönükleştirildiğini biliyoruz. AKP ve gericilerin en sık kullandığı yöntem bu. Ama en acı olayların yaşandığı günlerde bile “dini bayram”dan vazgeçilmiyor, üstüne tatil çeşitli bahanelerle uzatılıyor. 30 Ağustos zaferini de böyle geçirdik. Hastahane yatağında resimleri yayınlanan Gül akıl hocası Bush’un kitabını okuyordu. Bu görüntü bana 29 Ekim 1938’i hatırlattı. Gazi umarsız bir hastalığın pençesinde son günleri yaşıyor, buna karşın Cumhuriyet Bayramı çoşku ve heyecanla kutlanıyor… Dolmabahçe önünde vapurlara, motorlara binmiş yığınları Mustafa Kemal ayakta, hasta haliyle pencereden selamlıyor. Bugünün Başkomutanı ile o günün Başkomutanı arasındaki farkın en çarpıcı örneği budur.

Günlerdir bir acemi kabadayı oyununu izliyoruz. Lider kadrosu “Esad, Esed” diye diye bihâl olan derinliklerin kara prensi Malezyalı Hariciye Nazırı’nın stratejisi yerlerde sürünüyor. Tayyip+Davutoğlu ekibinin karizması delik deşik oldu. ABD, Çin, Rusya derken şimdi devreye Fransa’da girdi. Hiç ayıklanamaz hale geldi.

İşte bu “şerait dahilinde” Başkomutanımız Bush’un kitabını okuyor. Yani Türkiye “kulak arkasında”. On gün sonra edebiyete intikâl edecek Gazi ise tören’e en azından pencereden katılıyor.

AKP’nin “imam” yönetimi ülkeyi tam anlamıyla bir dönüm, bir çeşit can pazarına taşımıştır. Şemdinli ilk örnektir. Arkası gelecektir. İsrail’in koruma polisi olacak Kürdistan doğmak üzeredir. Cape Town’daki Sosyalist Enternasyonal toplantısı bunun örneklerini vermiştir. Ne yazık ki bu toplantıda Başkan Yardımcılığına seçilen Kılıçdaroğlu’nun partisi bile bunun farkında değildir. AKP iktidarının gidişini ülkemin %60’na yakını sevinçle karşılayacaktır. Ama bunun bedeli Türkiye’nin bölünmesi mi olmalıdır? Devletin zirvesi bu kötücül riske mi hazırlanıyor? Bu sorunu “kulak arkası” edemeyiz.

Kulak arkasına atılan bir başka sorunda, son birkaç yıldır öne sürülen “Cumhurbaşkanı”nın “Başkomutanlık”la nitelemesidir. Yaşım gereği Cumhuriyet döneminin önemli bir bölümüne tanığım. Diğer yandan Gazi’nin savaş ve barışta koyduğu dönüşümcül ilkeleri de günümüz kuşaklarından, çok daha iyi hatırlarım. Son günlerde (bazı yasal metinlerde yer alsa bile) Cumhurbaşkanına “Başkomutan” nitelemesi verilmekte. Herkesin bildiği gibi “Gazi”ye “Başkumandanlık” ancak Sakarya Savaşı'nın zor günlerinde verilmiş, daha sonra üçer aylık evrelerle Bağımsızlık Savaşı zaferle sonuçlanıncaya kadar uzatılmıştı. Mustafa Kemal bu nitelemeyi hiçbir zaman Cumhurbaşkanı olarak benimsememiştir. Cumhuriyet döneminin bugüne kadar her evresinde bu savı kullanan asker ve sivil hiçbir Cumhurbaşkanına rastlanmamıştır. İsmet İnönü gibi Bağımsızlık Savaşı’nın ateşinden geçmiş kişiler bile böyle nitelemeyle anılmamıştır.

Türkiye askerinin kumandanı “Genelkurmay Başkanı”dır. Gazi Kemal askeri manevralarda bile (Cumhurbaşkanı iken) askeri üniforma giymemiştir. Yenilerde Gül için kullanılan bu kavramı “kulak arkasına” atıp kabullenmek çok yanlıştır…Bu yanlışta devam edilirse yakın geleceğimiz nice maceralara, hatta kan’a gebedir…Lütfen dikkat buyurulsun.