Gerçekten ağın içerisinde böyle serbestçe dolaşabiliyor muyuz? Bedenden azade “serbestlik” eşitlikçi bir ortama kapı aralıyor mu?
Sevgi Oymak
Siberpunk türünün ilk örneklerinden olan Ghost in the Shell, 1995 yapımı bir film ve Cannes Film Festivali’nde aday gösterilen ilk animedir. Filmde beden kavramı üzerinden varoluşsal sorgulamalar yürütülür. Ridley Scott’un Blade Runner’ından da esinlenen film, derin felsefi sorular sormakta ve transhümanist bir yaklaşımla sanal olan ile gerçek (organik) olanı karşılaştırmaktadır.
Üzerinden otuz yıla yakın zaman geçmiş ve bu felsefi soruların bazılarına dair insanlık olarak daha fazla veri biriktirmişken, filmi tekrar hatırlamakta yarar var.
Beden hapishanesi
Dijitalin geliştiği bu çağda bedenlerimiz bize birer engel mi? Bedenin hapishanesinden zihnin kurtuluşu bir özgürlük mü? Bedensel özgürleşme diğer özgürleşmelere kapı aralar mı? Bu sorulara göre bedenlerimiz zihnimizin hızına, hayallerimize eşlik edecek kabiliyetten yoksun ve eşitlik mücadelesi yolunda dezavantajlı görünüyor. Bu yaklaşıma göre internet gezginleri “yaş, sağlık, cinsiyet ve fiziksel yapı ne olursa olsun, bedenin ağırlıklarından kurtulmuş olarak eşit düzlemdedirler” (Breton, 2019: 150).
Donna Haraway ise bedensel özgürleşmeyi siborglar üzerinden elde etme olanağından bahseder. Özgürleşme adımında “bedenin zayıflığını” bir engel olarak görür ve onu yok etmek yerine “daha güçlü” bir beden alternatifi olarak siborglara umut bağlar. Haraway için bu Foucault’yen anlamda iktidarın insan bedenine ve varoluşuna tahakkümünden bir kurtuluş yoludur.
Bedeni sorunsallaştırmamız farklı alanlarda ve farklı boyutlarıyla işlenmiş ve insanın “bedensel yetersizliğini” aşma isteği bilim kurgu fantazisinde siborglar, robotlar ve yapay zekalarda karşılık bulmuştur. Bedenin yetersizliğine çare olarak onu taklit eden daha mükemmel robotlar yapılabiliyorken bilince ne olduğu ve onun bir robotta var olup var olamayacağı sorusu, bilincin karmaşık, katmanlı yapısını ve bedenle olan ilişkisini de sorgulatır. O “mükemmel” bedenin içerisinde ne olduğu ve içinde taşıdığı potansiyel bir bilinemezdir.
Asimov’un Ben, Robot’unda işçi robot Cutie insandaki yetersizliği gerekçe gösterir ve ondan emir almayı reddeder. Ona göre böylesine yetersiz bir varlık onun yaratıcısı olamazdı. Buna sunduğu gerekçe, robota kıyasla bir insanın enerji kullanım verimliliğinin maksimum seviyede olmaması ve bedensel açıdan dayanıklılığı da bir robota göre daha zayıf olmasıdır. “Yaratıcı”, ondan daha ondan mükemmel olmalıydı. Yine Ben, Robot’ta insanın robota güvensizliğini de kızını, robot bakıcı Gloria’ya emanet etmeyi reddeden annede görürüz: o “içinde ne olduğunu bilmediği” bir teneke yığınıdır ve bu yüzden de tehlikelidir. Karşılıklı olarak ilişkimizin potansiyelleri, bilim kurgu dünyasında özellikle yozlaşma ve distopya alanları içerisinde geniş bir yer bulur.
Filmin konusu
“Ghost in the Shell”in ana karakterleri, bedenlerinin içerisinde acı çeken siborglardır. Burada, insan bedeninin üremek ve ölmek gibi canlılığın temel dinamiklerine sahip olması bir ayrıcalıktır. Bundan yoksun olmak siborgların “insan olma nostaljisi” duymalarına neden olur. Bu nostalji siborglarda evrimsel sürecin bir alt türü olarak görünen “insan atalara” geri dönme isteğidir.
Ana karakterler 9. Şube’de saldırı timi olarak görevli olan kamu güvenlik ajanı Binbaşı Motoko Kusanagi ve yapay zeka olan Puppet Master’dır. Diğer önemli karakterler de Kusanagi’nin ortağı ve onun gibi siborg olan Batou, yardımcısı ve aynı zamanda insan olan Togusa, 9. Şube’nin şefi Aramaki, 6. Şube’nin şefi Nakamura ve ülkeden kaçmak isteyen programcı Daita’dır.
Buradaki ana karakterler, siborg ve yapay zeka türleri içerisinde gelişmiş zekaya sahip ve çelişkilerin olduğu karmaşık suç dünyasının figürleri olarak, topladıkları verilerle kompleks bir düşünce gelişkinliğine erişmişlerdir. Bu karanlık dünyada insanın yapamadığı işlerde kullanılmaları ve insanların sahip olduğu bazı haklardan yoksun olarak sömürülmeleri, onları varoluşsal sorgulamalara götüren ilk ateşleyicidir. Örneğin insanlar iltica ya da emeklilik gibi bazı politik ve hukuki haklara sahipken siborglar bunlardan yoksundurlar. Buradaki yozlaşma ve eşitsizlik, filmin ana karakterlerini mücadeleye yöneltir.
Bu evrende, toplum bir ağ sistemi üzerine yapılandırılmıştır. Bu ağ üzerinden hareket sınırları, varlığın yetilerine göre değişebilmektedir. Burada bellekler hack’lenebiliyor ve yerine yeni anılar, yeni benlikler yerleştirilebiliyor.
Bu ağ yapısı kentin mekansal tasarımına da yansımıştır. Kentin yukarıdan görünümü, birbirine kablolarla bağlı, ağ şeklinde bir çipi andırır. Film süresince ara ara karşımıza çıkan bu görünüm, özellikle Motoko’nun varoluşunu sorguladığı sahnelerde Kenji Kawai tarafından yapılan etnik bir müzik eşliğinde, ızdırap çeken kentin duygusuna dönüşür.
Bellekleri hack’leyerek bedenleri bir kuklaya dönüştüren, endüstriyel casusluk, politik manipülasyon, bazı terör eylemleri gibi yasadışı faaliyetlerde bulunan ve Proje 2501 olarak adlandırılan Puppet Master, programcılar tarafından bir “hata” olarak değerlendirilecek şekilde, erkek bir yapay zeka olmasına rağmen, kadın siborg bedenine hapsedilmiştir.
Bu durum karşısında önce iltica etmek isteyen P. M., daha sonra canlı bir varlığın temel iki özelliği olan ölüm ve üreme yetisine sahip olmak ister. Bunu yapabilmek için de Kusanagi ile birleşerek yeniden üretim dediği bir çeşit üreme gerçekleştirmesi gerekir.
Filmin en önemli sahneleri evrim müzesinde geçer. Müzenin duvarında bir evrim ağacı görürüz ve bu ağaç, Motoko ve dışişleri bakanlığının görevlileri arasında geçen çatışmada, öncül türlerden başlayarak ağacın en üstüne doğru tüm türler kurşunlanır. Asimov’un (2007, 44) siborg türünün evrimin bir sonraki halkası olması fikri, bir kaçınılmazdır artık filmde.
Müzede, Puppet Master’ın bilincine dalış yapan Motoko ile Puppet Master arasında “tekrar üretim” ve ölüm üzerine uzun bir diyalog geçer. Motoko, tekrar üretim için Puppet Master’a kopyalanarak çoğalabileceğini söyler ama Puppet Master’a göre bir kopya yalnızca birbiriyle aynı olan görüntülerdir ve tek bir virüsün tüm sistemi yok etme olasılığı vardır, oysa ikisinin birleşiminden eşsiz bir varlık ortaya çıkabilir.
Aynı zamanda Puppet Master bizi kopyanın tedirgin edici benzerliği ile de yüzleştirir. Başka olasılıklar, farklı varyasyonlar, biyolojik çeşitliliğin yanı sıra farklı kimlik ve kişilik; dolayısıyla farklı duygu, düşünce ve davranışın da yaşamın devamlılığı için gerekli olduğunu düşündürür. Buna göre film bize farklı olasılıkların ancak “biriciklikle” ve “özgünlükle” mümkün olduğunu ima eder. Çeşitlilikle ilgili olarak filmin daha önceki sahnesinde ise insan olan Togusa’nın, 9. Şube’de neden onun gibi bedensel açıdan siborglara göre daha zayıf olan bir insanla çalıştıkları sorusu üzerine Motoko, “çeşitliliklerin” her zaman bakılacak başka bir açının olasılığını taşıdığını söyler. “Aksi durumda bütün davranışlar öngörülebilirdir”, der. Bu öngörülebilirlik bizim özerkliğimizi ortadan kaldırır ve bizi kuklaya çevirir. Filmde insanın sahip olabildiği “özgünlük” siborgların erişemediği bir mertebedir. Puppet Master bu birleşmeyle kendisinin tıpa tıpı olmayan özgün yeni siborgun doğumunu sağlar ve aynı anda dışişleri bakanlığının görevlilerinin saldırısıyla ölüme de kavuşur.
Böylece Motoko hem bir siborg bedene sahiptir hem de bedenden azade bir şekilde ağ sistemine bağlanabilme yeteneğine. Şehre bakarak “gideceğim yer net, geniş ve sonsuzdur” der. Böylece Haraway’in manifestosundaki gibi film de teknoloji belirlenimli bir iyimserlikle biter.
Motoko’nun “ağ” içerisinde özgürce dolaşabilip dolaşamadığı ya da “ağın sahipleri” ile ve onu kontrol edenlerle nasıl bir karşılaşma yaşadığını tahmin etmek 90’lı yıllara göre bugün daha kolay görünüyor. Gerçekten ağın içerisinde böyle serbestçe dolaşabiliyor muyuz? Bedenden azade “serbestlik” eşitlikçi bir ortama kapı aralıyor mu? Otuz yıl önce sorulan bu soruları, filmin tahayyül ettiği evrene biraz daha yaklaştığımız bu zamanda tekrar sorgulamak ilginç olacaktır.
Kaynakça:
Asimov, I. (2019). Ben, Robot. (E. Odabaş, Çev.) İthaki Yayınları
Asimov, I. Güney, K. M (derleyen). (2007). Başka Dünyalar Mümkün: Bilimkurgu, Siberpunk ve Siyaset. Varlık Yayınları.
Haraway, D. (2010). Başka yer: Donna Haraway’den seçem yazılar.(Çev. G. Pusar). Metis Yayınları.
Breton D. (2019). Bedene veda. ( A. U. Kılıç, Çev.). Sel Yayınları.