Sadece emeklilerin geçinebilme koşullarının sağlanmasını savunmak için değil yarın çocuklarımızın emekli olabileceği bir Türkiye’yi savunmak için de emeklilere ve emeklilik hakkına sahip çıkmalıyız.
Kamuoyunda Temmuz ayının öneminden Temmuz’u atlatınca ekonomi ve siyaset cephesinde bazı taşların yerlerine oturacağından sürekli bahsediliyor. Bu değerlendirmenin bir dizi boyutu var. Bu boyutlardan biri de emekçilerin geçim derdiyle ilgili. Mehmet Şimşek’in ekonomik programı hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bu programın olmazsa olmazlarından biri işçi ve emekçilerin ücretlerinin olduğunca baskılanması. Bunu enflasyonu kontrol altında tutabilmenin, hatta düşürebilmenin de koşulu olarak tarif ediyorlar.
Ücretler konusunda da tartışılan aslında iki rakam var.
Bunlardan ilki asgari ücret. Asgari ücret dendiğine bakmayın, Türkiye’de uzun süredir asgari ücret rakamı işçilerin ortalama maaşını temsil ediyor. Mehmet Şimşek sürekli olarak Temmuz ayında asgari ücrette bir iyileştirmeye gidilmesinin uygulamaya çalıştıkları programdan ciddi bir sapmaya yol açacağı uyarısında bulunuyor. Düzenin ekonomi uzmanları da seçimlerin bittiği bu dönemde popülist politikalardan uzak durulması gerektiğini ısrarla hatırlatıyorlar. Buna aslında asgari ücretin döviz bazında oldukça yüksek olduğu, bunun yabancı sermayenin Türkiye’ye yatırım amacıyla gelişi önünde engel oluşturduğu, ihracatın da bundan kötü etkilendiği gibi değerlendirmeler ekleniyor. Lafın kısası Temmuz’da asgari ücrette bir iyileştirme olmasının sürpriz olacağı bir hava kamuoyunda çoktan oluşturulmuş durumda. Bu havanın bozulmaması konusunda ise neredeyse düzen siyasetinin bütününde bir ortaklık söz konusu. İşçiler enflasyon karşısında eriyen, açlık sınırının altında kalacak olan alım güçleri ile sene sonuna kadar nasıl idare edebileceklerinin hesaplarını yaparlarken düzen topluma tasarruf ve tutum çağrıları yapmaya devam ediyor. Devlette tasarruf söylemleri ve açıklanan tasarruf programı ise devlet giderlerinde gerçekleşecek hatrı sayılır bir tasarruftan daha çok halkın daha azla yetinmeye boyun eğdirilmesinin bir propaganda aracı olarak işlev görüyor adeta.
Devlette tasarruf adı altında açıklanan programın en çarpıcı boyutunun kamu emekçilerinin bir dizi hakkının tasfiyesi ve belli kamu kaynaklarının özelleştirilmesi olduğunu da geçerken not düşmüş olalım. Başka bir yazının konusu ama belli ki düzen siyaseti en iyi bildiğini yapıyor, kaynak yaratma adı altında ülke kaynak ve zenginliklerini çok uluslu ve yerli tekellerin yağmasına açıyor.
Ücret tartışmasında öne çıkan bir diğer rakam emekli maaşları. Emekli maaşlarının öne çıkması yakıcı ve üstü örtülemeyen bir gerçeklikten kaynaklanıyor. Emekliler geçinmeyi bırakın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli temel ihtiyaçlarını bile emekli maaşları ile alamaz hale getirildiler. Şu anda en düşük emekli maaşının 10 bin TL, ortalama emekli maaşının ise asgari ücretin altında kaldığı bir durumla karşı karşıyayız. Emekli nüfusun yoksulluğunun bu saklanamaz fotoğrafı nedeniyle belki de Temmuz ayı için emekli maaşlarına ve asgari emekli maaşı tutarına dair bir iyileştirme yapılacağı hükümet cephesince ifade ediliyor. Ama ifade edilen yaklaşık yüzde 25’e denk düşen iyileştirmenin herhangi bir yaraya merhem olma olasılığı ise bulunmuyor. Sayısı 16 milyonu bulan emeklilere ise ya emeklilik hakkını bir kenara bırakıp çalışmaya devam etmesi ya da imkansızı başarmayı deneyip eline geçen emekli maaşı ile yaşamını sürdürmeye çalışması salık veriliyor.
Emeklilerin karşı karşıya olduğu bu kötü durumun sadece Mehmet Şimşek programından ibaret olmayan yanları da var. Yanlış anlaşılmasın. Emeklilerin içine düştüğü bu yoksullaşmanın Türkiye’de uzun süredir uygulanan piyasacı politikalar ve AKP iktidarı döneminde bu politikaların galebe çalması ile doğrudan ilgisi bulunuyor. Mehmet Şimşek bugünkü ve geçmişteki sorumluluk ve pozisyonları ile de bu kötü tablonun birinci dereceden sorumluluğunu taşıyor. Zaten Mehmet Şimşek ekonomi politikaları diye ifade edilen uygulamalar da Türkiye’nin piyasacı hattaki yolunun yeniden ve halkın mutlak yoksullaşmasını göze alarak restore edilmesi anlamı taşıyor. Bu piyasacı politikalar emeklilik hakkını da bir yük olarak görüp kurtulmaya çalışıyor. Bu da emeklilerin yaşama hakkının ortadan kaldırılması anlamına geliyor. İsterseniz bunu biraz daha açalım.
Türkiye Sigorta Birliği Başkanı Uğur Gülen’in kimi değerlendirmelerine denk geldim. Bireysel Emeklilik Sisteminde (BES) katedilen yolu ve özellikle 2024’ün ilk beş ayında BES fonundaki birikimin 750 milyar TL’den 1 trilyon TL’ye çıkarıldığını övgü ile aktarıyor Gülen. Burada BES sistemini detaylı olarak tartışmayacağım. BES işçi sınıfının emeklilik hakkına karşı kapsamlı bir saldırının adı aslında. Ve tabi bir yandan da sermaye sınıfının kullanımı için devlet ve işçi sınıfından kesintilerle oluşturulan kaynaklardan bir diğeri. BES ile düzen işçi sınıfına “Eğer ilerleyen yaşlarında çalışmadan geçimini sürdürmek istiyorsan bunun için çalışırken aldığın maaşın belli bir kısmını bu fona aktarmalısın” diyor. Ve “Ne kadar uzun süre ve ne kadar fazla bir meblağı aktarırsan da emekliliğe o kadar hak kazanmış olacaksın” diye devam ediyor. Devletin verdiği emekli maaşının ise zaten hiçbir şeye yetmeyecek, hatta zaman içerisinde tamamen ortadan kaldırılması gereken, devlet sırtında bir yük olduğunu kabul ettirmeye dönük ciddi bir propaganda sürekli yapılıyor.
Emeklilerin toplum ve devlet sırtında yük olduğu, daha erken yaşlarda emekli olanların toplumu ve devleti istismar ettiğine dair görüşler topluma sürekli belli noktalardan salınan değerlendirmeler. Tamamının özünde geçerli olan vahşi liberal bir renk var: “Her şeyin olduğu gibi emekliliğin de bir karşılığı var. Bedelini ödersen emekli olabilirsin” denmeye getiriliyor. Bu savunu da açıkça gösteriyor ki bugün tartışılan ve şu an emekli olanlar için hayati bir sorun haline gelmiş olan emeklilik hakkı sadece emeklilerin sorunu olmaktan çoktan çıktı. Konu yaşlılara sahip çıkmalıyız, onları mağdur etmemliyiz asla değil. Her işçinin ilerleyen yaşlarında emek gücünü satmak zorunda kalmadan insanca yaşayabileceği ve düzenli bir gelirinin olacağı emeklilik koşullarının devlet güvencesi altına alınması, bunun tüm işçiler için bir hak olması bugün tartışılıyor. Daha doğru ifade ile içinde yaşadığımız piyasa düzeni, AKP hükümeti, Mehmet Şimşek politikaları emeklilik hakkına göz dikmiş bulunuyor.
İşçi sınıfı emeklilik hakkı için bu saldırıya gereken yanıtı vermeli. Meselenin bir mağduriyet konusu olmadığı veya yaşlı nüfusun yardıma muhtaç olup olmaması ile doğrudan ilgili olmadığı ile başlanmalı. İnsanlığın en önemli kazanımlarından birinin, herkesin yaşlılığında, çalışmasına gerek olmadan insanca koşullarda geçimini sürdürmesine olanak sağlayacak bir emeklilik hakkının savunulması merkeze konmalı. Sadece bugün emeklilerin geçinebilme koşullarının sağlanmasını savunmak için değil yarın çocuklarımızın emekli olabileceği bir Türkiye’yi savunmak için de tam da bugün emeklilere ve emeklilik hakkına sahip çıkmalıyız.