İşçi sınıfının ıslıklarına bakar her şey; devrimci heyecanımız heybemizde, yarın da şurada…

İşçi sınıfının ıslıkları

Son yıllarda işçi sınıfı üzerine olan araştırma, çalışma ve yazılarda bazı genel eğilimler görmek mümkün. Bunlara göre sınıf kültürü bitmiştir. Sınıfın kolektif eyleme potansiyeli tükenmiştir. Artık bir sınıf kültüründen değil, olsa olsa bir kimlik kültüründen bahsedebiliriz. Farklı etnisiteler, farklı dinsel kimlikler… İşçi sınıfı gericidir. İşçi sınıfı milliyetçidir. Bu genellemelerin ardından işçi sınıfına bakıp oldukça karamsar olanlar var, hayal kırıklığı yaşayanlar... Bu işçi sınıfıyla yapılabilecek bir şey yoktur artık. Söz konusu hayal kırıklığına bir de öfke ekleniyor. Son yirmi yıldır bu siyasal iktidarı destekleyenlerin önemli bir kesimi de onlar olduğuna göre…

Neden böyle bir noktadayız? Bu soru bizi uzun bir süredir işçi sınıfı kültüründeki egemen teorik ve politik yaklaşımla hesaplaşmaya çağırıyor. Ve bu çağrı işçi sınıfının aydınları tarafından, hepsi değil ama önemli bir kısmı tarafından, uzun bir süredir cevapsız bırakılıyor. Nedir bu yaklaşım? Postmodernizm, post-marksizm, postyapısalcılık yani sol liberalizm… Sol liberalizm kültürel alanda teorik ve politik olarak önemli bir yer kaplıyor. Ve sürekli sınıf kültürünün tükendiğini, sınıf diye baktığımız yerde ancak kimlikleri görebileceğimizi yineliyor. Analiz birimi olarak tek tek farklı “kimliklere” sahip “bireyleri” alıyor. Farklılıkları farklılıklarıyla birlikte irdeliyor ve yeni “farkındalıklar” üretiyor. Siyasal ufuk olarak bize “farklılıklarla birarada yaşama” adı altında kapitalizmin içinde bir radikal demokrasi öneriyor. 

Emekçi cumhuriyetini kuracaksak, işçi sınıfına odaklanmak durumundayız. Onun eyleme gücüne, bir toplum olarak dimdik ayakta durma kapasitesine, ortak değerlerine, ortak özlemlerine odaklanmak durumundayız. Bunu yapabiliriz zira sınıf kültürünü ve sınıfın kolektif eyleme gücünü açıklamak için hem teorik avadanlığımız hem de bu coğrafyada izleri silinemeyen mücadele kazanımlarımız var. Bugün hem bu teoriyi hem de mücadeleci geleneğimizi hatırlamak, onların içinde barındıkları devrimci niteliğin yarına taşınabilmesi açısından oldukça önemlidir. 

Teorik gücümüz tarihsel maddeci kültür çözümlemesidir. Tarihsel maddeci çözümlemede sınıf kültürü bir bütünlük oluşturur: Hem nesnel yanları, hem de yaşananlarla/yaşanmışlıklarla öznel yanları vardır. En sıradan kavrayışlarımızın, duygularımızın ve hayata karşı geliştirdiğimiz yanıtların tuğlası ve harcıdır sınıf kültürü.

Tarihsel maddeci kültür çözümlemesini birkaç adımda tanımlayalım. İlk adım kültürün maddiliğidir. Kültür, insan toplumlarının doğayla ve birbirleriyle kurdukları ilişkiler içerisinde üretilen maddi bir ürün ve deneyim olarak değerlendirilir. 

İkinci adım analiz düzeyi toplumsal sınıflardır. Üretim araçlarının mülkiyeti temelinde uzlaşmaz çıkarlara sahip iki temel sınıfın ilişkileri kültürün anlaşılmasında ve açıklanmasında merkezidir. Dolayısıyla, işçi sınıfının kültürü kendi karşıt sınıfının kültürüyle ilişki ve mücadele içinde şekillenir. Belli koşullarda ve belli karşıtlıklarda özgün ve somut bir biçimde oluşur. İşçi sınıfı kültürü ve burjuva kültürü için denebilir ki biri diğeri olmaksızın var olamaz. Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’inde bu bağlantıyı şöyle tanımlar: “Milyonlarca aile hayat tarzlarını, çıkarlarını ve kültürlerini diğer sınıflardan ayıran ve onları diğer sınıflarla karşıtlık içine koyan ekonomik şartlarda yaşadığı sürece bir sınıf oluştururlar.” Sınıf kültürü bu mücadele içinde şekillenir. 

Üçüncü adımda ise kültür, sınıf mücadelesi için yarattığı olanak ve sınırlılıklarıyla tartışılır. Her geçen gün dahil olunan sınıf çelişkileri alanının yarattığı potansiyeller üzerine düşünmeye çağırır. İşçi sınıfı kültürünün egemen kültür tarafından tümüyle yutulduğu iddiasının aksine daha nüanslı, direnci ve değişimi gören bir yaklaşımdır. Tarihsel maddeci yaklaşımda işçi sınıfının kültürü ortak deneyimlere dayanır, adalet, hakkaniyet arayışını barındırır, dayanışmayı içerir, kolektif eylemlerde ve “biz” duygusunda güçlenir ve geçmişten geleceğe uzanır.

Mücadele gücümüz ise bu coğrafyada, bu topraklarda tarihe adını yazdırmış grevler, direnişler, işgaller, yürüyüşler, özyönetim pratikleri ve gündelik hayatın yeniden örgütlenme deneyimleridir. 60’lı ve 70’li yıllar… Tüm bu deneyimlerde öne çıkanları hatırlayalım. İşçi sınıfının dertte, kederde ve sevinçte birlikte hareket etmesi vardır. İşçi sınıfının egemen bir halk olarak kendini kurma sözünün ve talebinin yıkıcı olduğu, hissedilir olduğu zamanlardır. Bu topraklarda, gerçekleşebilir düşlerin sahibi işçilerin, aydınların ve bilim insanlarının birlikte hareket etmeleridir. Ülkenin işçilerinin, Anadolu aydınlanmacılığıyla ve Cumhuriyetin kazanımlarıyla buluşmalarıdır. Sınıf kültürünün ortak deneyimlerinin, adalet, hakkaniyet arayışının, dayanışmanın ve “biz” duygusunun yaşamın organik parçası haline gelmesidir.

Bugüne baktığımızda bir yanda işçi sınıfının ortak zaman ve mekanlarının azaldığını, yalnızlaşma ve yabancılaşmanın derinleştiğini, sınıf iradesinin yıprandığını ve sosyal hak ve eşitlik taleplerinin dağıldığını görmek mümkün. Meta zincirlerinin akıcı dünyasında emek maliyetleri yatırım, risk ve faiz koşullarıyla belirlenirken beklenmedik bir şey değil bu sonuç. Emekçiler, cumhuriyeti kendi cumhuriyetleri yapamadıkça bu böyle olmaya da devam edecek. 

Ama diğer yandan, 2005 SEKA, 2010 TEKEL, 2015 Metal direnişleri, 2022 yılının başında çoğunlukla örgütsüz, işyeri tabanlı gerçekleşen eylemler, 2000’li yılların tümüne yayılan sendikal direnişler ve işçi eylemleri… Hepsi, aydınları ne istediğini bilir gözükmese de emekçilerin kendi cumhuriyetlerini oluşturacak ortak paydaları ellerinden bırakmadıklarının açık göstergesi. Bugünün arayışlarında neler öne çıkıyor? Öncelikle, sınıf kültürü karşıt sınıfa duyulan öfkeyle mayalanıyor. Sınıf kültürü, dünyanın çivisinin çıktığının bilincinde olan, hayatlarını bunu değiştirmek için mücadele etmekten daha iyi şekilde geçiremeyeceklerini bilen insanların biraraya gelmesiyle mayalanıyor. İşçilerin direngenlikleri, inatları ve yurttaş olarak kabul edilme talepleri açığa çıkıyor. İşçi sınıfı yurttaşlar olarak kurucu gücünü keşfetmeye, dillendirmeye ve savunmaya yöneliyor.

Dolayısıyla sınıfın kendi arayışları yükseliyor. Bu zorlu günlerde işçiler kendilerine ait olan ama siyasallaştırılamayan talepler üretiyor. Yalnız kalmışlar, sesleri ve sözleri azalmış ama yine de yürüyorlar. Bu yürüyüşe işçi sınıfının ıslıkları eşlik ediyor. Islıkları onların bugünü istemediğini, başka bir arayışta olduklarını söylüyor bize. Arkadaş Islıkları’nda, genç bir delikanlının aldığı uzun yolu anlatır Orhan Kemal, bu yol sırasında da arkadaşlarının ıslıklarının onun üzerinde bıraktığı etkileri gösterir. 

Son olarak:

İşçi sınıfının ıslıklarına bakar her şey; devrimci heyecanımız heybemizde, yarın da şurada…