Yıkımdan yeniden inşaya doğru üç önemli başlık var önümüzde: sosyal politika, halk dayanışması ve sosyalist siyaset.
Depremin ardından kurulacak milyonlarca hayat var. Ve bu milyonlarca hayatla birlikte kurulacak yeni bir ülke. Üzüntü, kahır ve acı yüreğimizi, aklımızı kasıp kavururken, öfke, inat ve irade de aklımıza, yüreğimize sesleniyor: Hem hayatları hem ülkeyi yeniden kuralım. Yıkımdan yeniden inşaya doğru üç önemli başlık var önümüzde: sosyal politika, halk dayanışması ve sosyalist siyaset.
Sosyal politika. Deprem bölgesi bir işçi havzası. Daha çok küçük ve orta ölçekli işletmelerin bulunduğu organize sanayi bölgelerine sahip. Dolayısıyla deprem felaketini yaşayanların önemli bir bölümü düşük ücretli, sosyal güvenceden büyük ölçüde yoksun ve örgütsüz işçiler. Bölgedeki birçok emekçi için düşük ücretler geleneksel ilişki ağları içinde biraz daha katlanılabilir oluyor. Geleneksel ilişki ağlarıyla ailenin sağladığı destek mekanizmalarını kastediyorum. Ailenin evinde oturmak ya da aile büyüklerinin sağladığı çocuk bakımı gibi. Gelir ve geçim koşullarını etkileyen bir başka durum da işçilerin bir bölümünün kırla bağlarının hala devam ediyor olmasıdır. Depremin hem çalışma yaşamını hem kırla bağları hem de aile-destekli ilişkileri zedelediği düşünüldüğünde emekçiler için felaketin boyutu daha da derinleşiyor.
Deprem bölgesini kapsayan çalışma hayatıyla ilgili bir kararname depremden onbeş gün sonra yayınlandı. Bu kararname kısa çalışma ödeneği, işsizlik sigortası ve işten çıkarma yasağıyla ilgili düzenlemeler içeriyor. Bu düzenlemeler koşullarıyla ve kapsama alanlarıyla oldukça eksik ve yetersizdir. Özellikle kısa çalışma ödeneği ve işsizlik sigortası için belli koşulların aranması (prim günü ve ödemesi) içinde bulunduğumuz toplumsal koşulların piyasa temelli düzenlemelerle nasıl çeliştiğini gösteriyor.
Deprem bölgesine yönelik acil sosyal politika taleplerini DİSK-AR bu kararnameden önce açıkladı. DİSK-AR’ın çalışması istihdam, sosyal güvenlik, eğitim, sağlık ve barınma gibi hayati konularda önemli talepler içeriyor. Depremzedelere yaşamlarını kurabilmek için kamusal destekler, fatura borçlarının silinmesi, yeterli kira desteği talep ediliyor. İşten çıkarmaların yasaklanması, depremde hayatını kaybedenlere hiçbir koşul aranmaksızın ölüm aylığı bağlanması, çalışamayacak durumda olanlara hiçbir koşul aranmaksızın malullük sigortası bağlanması gerektiği belirtiliyor. Halk sağlığına ve eğitime yönelik acil taleplere ve özellikle kadın ve çocuklar için de sosyal politikalara işaret ediliyor.
Afetin yıkıcı sonuçlarıyla mücadelede sosyal politikaları oluşturmak ve onları hayata geçirmek önümüzdeki en acil ve öncelikli mesele. Bu konuyu ele alış biçimimiz emekçi kesimlerin kolektif çıkarlarını koruma sürecini de belirleyecek. Bir başka deyişle, depremzede yurttaşları piyasanın yıkıcı düzeninden korumak için atılacak adımlar, yurttaşların bütününün piyasalara karşı korunmaları için bir zemin teşkil edebilecek. Barınma, sağlık, eğitim ve geçim gibi yaşamsal alanları bilimin ışığında ve kamucu bir perspektifle yeniden inşa etmek zorundayız.
Halk dayanışması. Karşı karşıya kaldığımız bu büyük felakette halk donup kalmamıştır, hareketsiz ve kıpırdayamaz hale gelmemiştir. Müthiş bir toplumsal dayanışma içinde afetle baş etmeye girişmiştir. Tam da bu noktada halk kültürünün kurucu unsurları harekete geçmiştir. Bu toplumun kültürü dayanışmacı ve paylaşımcıdır, sınıf kültürü de öyle. Sınıf kültüründe kolektivizm, adalet-hakkaniyet arayışı ve dayanışma kurucu unsurlardır. Açığa çıkan bu halk dayanışması toplumcu siyasetin taşıyıcı direğidir. Sermayenin ve düzenin mantığı ve değerleri bu zeminde sorgulanacaktır. Halk acılara teslim olmak yerine güçlenmekte, özgüven ve siyasal kavrayış kazanmaktadır. Dayanışma hiç hesapsız eylemeyi gerektirir, hesapsızlık piyasanın da onun düzeninin de içermediği bir şeydir.
Bu ülkenin sosyalistleri, devrimcileri deprem sürecinin tümünde halk dayanışmasının içindeler. İlk günden bugüne muazzam bir çaba sarf ediyorlar. Tüm imkansızlıklara, tüm zorluklara rağmen ellerinde ne varsa onları ortaya koyarak, yetenekleri neyse onları kullanarak halkla birlikteler. Ve biliyoruz ki bu memlekette ne zamanki sol, kendisini emekçi halkın içinde ve onun parçası olarak tanımlar, orada umut vardır. Ne zaman ki devrimciler ve halk yan yanadır, fikirler ilk başta örtüşmese bile birliktelik mutlaka kurulur, umut muhakkak yeşerir. Dolayısıyla, yeni bir ülkeyi kuracak olan sosyalistlerin ve halkın var ettiği dayanışmadır.
Sosyalist siyaset. Depremle birlikte apaçık görünür olmuş sorunlar kapitalizmin, piyasacılığın, gericiliğin ve emperyalizmin yüzleridir: İşlemez bir kamu yönetimi, işlevsizleşmiş kurumlar, kâr hırsıyla yapılmış dayanıksız yapılar, yoksulluk yüzünden içinde yaşanmak zorunda kalınmış evler, enkaz başında okunan selalar… Bunlara karşı hiç eğilip bükülmeden eyleyen ve konuşan bir sosyalist siyaset var: planlı-devletçi bir ekonomi, toplumcu-eşitlikçi politikalar, laik bir siyasal düzen ve bağımsız-egemen bir ülke. Enkazın altından ve üstünden yükselen itirazlarla halkın neyi istemediğini çok iyi duyuyoruz. Halkın ne istediğini dile getirebilmesi için ise onların ve sosyalistlerin sesinin buluşmasına her zamankinden daha çok ihtiyaç var.
Depremin ardından hayat sosyalizmi çağırıyor. “Yolculuklar başlamaz yürek çağırmasa, akıl yorulabilir, yılabilir ama yüreğin sırtı gelmez yere” diyor Nâzım. Yeni bir ülke kuracağız, bu yıkımın ve enkazın ardından. Ne aklımızdan vazgeçeceğiz, ne yüreğimizden, ne de sosyalizmden.