Seçim Sathı Maili

Başlıktaki ibareyi 1950'li yıllardan bugüne dek çok duyduk. Genel seçimden yaklaşık beş-altı ay evvelinden itibaren seçim gününe kadar, bir yokuştan yuvarlanan ve yol aldıkça hızlanan bir hazırlık ve propaganda dönemi başlar. Bu dönem "Seçim sathı maili" yani "Seçim eğik düzlemi" olarak nitelendirilir. Bu kritik zaman diliminde propaganda öylesine ayarlanmalıdır ki seçim günü "parti"ye yönelik eğilim en tepe noktasına varmış olsun.

Başbakan 2011 genel seçiminin okulların tatile girmesinden önce olacağını açıkladı. Okulların tatil ayı Haziran olduğu için Haziran ayı seçim tarihi olarak algılandı. Mümkündür. Ne var ki Başbakan'ın tarih seçmedeki stratejisini artık yakından öğrendik. Bu nedenle 2011 seçiminin 15 Mayıs ya da 29 Mayıs Pazar günlerine getirebilineceğini tahmin ediyorum. Böylece 14 Mayıs 1950'nin gölgesine ve "Yeter Söz Milletindir" sloganına sarılacağına ya da 29 Mayıs'ta "27 Mayıs 1960" hesabının sorulacağını da olası görüyorum. Pek yakında bunu da öğreniriz.

Bu koşullar ışığında genel seçime 6-7 aylık bir süre kalmış demektir. Seçimde, iddialı olarak, üç partinin yarışacağı çok açık: AKP, CHP, ve MHP. Bunlara Kürt kökenli vatandaşlarımızı temsil ettiğini savunan BDP’ yi de katabiliriz. Ne var ki bu partinin %10 barajını aşması zor göründüğü için TBMM’de grup kurabilmesi gene bağımsız adaylarla mümkün olacaktır. Ülke sorunlarını yetkin bir şekilde dillendiren TKP ve diğer sosyalist gruplar ise, doğruyu göstererek kendilerini daha bir yakından tanıtacaklar.

"Seçim sathı maili"ne girdiğimiz şu günlerde yapılacak seçimin birtakım engellerle dolu bir sürece sahip olacağı bu günden belirlidir. Ne var ki bu engelleri yaşamış olan, CHP ve MHP herhangi bir itirazı yükseltmeden, çok bilinen bir deyimle "kuzu kuzu" seçime gitmeye razı görünüyorlar. Oysa, siyasal yaşamda bir savı, ideolojisi olan her siyasi grubun "Hangi koşullarda" seçime gidildiğini irdelemesi gerekir. Zaten seçmenlerin ne denli "özgür iradeye" sahip olduğunu tartıştığımız bir ortamda, bu irdelemeyi yapmamak aymazlığın en güzel örneğidir.

CHP Genel Başkan yardımcısı, kesin sonuçlar açıklandıktan sonra YSK'dan sandık temelinde sonuçların bildirilmesini istiyor. İki yıl önce seçimlere ilişkin yeni yasa TBMM’de görüşülürken niye bu konuyu atladılar. 2007 seçiminde sandıkların kapanmasından altı saat geçmeden sonuçların açıklanmasını hiç irdelediler mi? Seçmen listelerinin hazırlanmasını, adrese dayalı, sonuçları kuşkulu bir nüfus sayımını yapmakla ünlü TÜİK'e verirken niye TBMM'de seslerini çıkarmadılar? Ülkenin nüfusunu bile saymayı beceremeyen TÜİK'in sözde adrese dayalı listeleriyle seçim yapılabilir mi?

YSK’nın kullandığı bilgisayar programının da şaibeli olduğu çok açık. Bütün bunları bir yana bırakalım. Şu soruların yanıtını verebiliyor muyuz?

Türkiye’de çifte baraj uygulanıyor ve sonuçta "temsili demokrasi" dediğimiz sistem çöküyor. Bunun farkında olduğu için BDP, bağımsız adaylarla grup kurabiliyor. Nedir bu çifte baraj. Birincisi %10’luk ülke barajı. İkincisi ise il barajları. Diyelim ki "A" ili dört milletvekili çıkaracaktır, bu durumda il barajı % 25 olacaktır. Yani bir partinin bu ilden en az bir milletvekili çıkarabilmesi için geçerli oyların % 25’ini alması zorunludur. Bunun da ötesinde küçük illere fazladan verilmiş bir kontenjan milletvekilliği de söz konusudur. Sonuç inanılması güç garabetlerle doludur. Kamer Genç Tunceli' den 5000 dolayında oy alarak TBMM girmiş, Baskın Oran İstanbul'da yüz binden fazla oy aldığı halde girememiştir.

Seçimler süresince partilerin kullandıkları mali kaynaklar denetlenmemektedir. Hazine yardımı dışında kullanılan fonlarla ilişkin kesin bir yaptırım söz konusu değildir. Bu sorunun ne kadar ciddi olduğunu son referandum sürecinde gördük. Gökçek, Başbakanın onurlandırdığı, 70 bin kişiye ulaşan "Evet" yazılı poşetlerde sunulan kavurmalı iftarı on platform üstlendi dedi ve işin içinden sıyrıldı.

Tüm bunlara ilaveten, Beşiktaş Adliyesi'nin özel yetkili savcılarının da dikkatleri adaylar üzerinde yoğunlaşacak. Okyanus ötesi ya da yurtiçi tarikatlar tezviratlarını arttıracaklar. Belden aşağı vuran bi "TARAF" haberler ortalığı kaplayacak. Çirkin bir propaganda süreci geçireceğiz.

Manisalı Tarzan, ifade buyurdu ki gazeteciler tutuklanmasın... Tutuklular serbest bırakılsın. Nasıl mı ABD usulü, yerlerini takipçilerine, prangalarla... Anlaşılıyor ki bu seçimde bugüne kadar tanık olmadığımız yöntemlerle sindirileceğiz. Muhalefet olayın bu boyutunun farkında mı?... Yoksa "Kimse bir teklifle gelmesin" diye Anayasa'yı gönlünce düzenlemek isteyen, geleceğin taçsız kralının samimiyetine mi inanıyor?

Açık olan nokta 2011'de Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimini yaşayacak. Bu seçim 1923’de temelleri atılan bir düzenin sonunu getirebilir. Cumhuriyet adı gene kalır ama bu Cumhuriyet, cumhur'un yani halkın devleti olmaz. Artık, biraz hayal gücünüzü işletin ve adını siz koyun.