Ama Küba şunu yapsın şunu yapmasın diye dışarıdan verilen akılların bir yerden sonra “Küba halkı onurlu bir şekilde açlıktan ölsün” demek ile aynı kapıya çıkmasına itirazımız var.
Kübalı devrimciler hızlarından bir şey yitirmiyor.
Biz “hızlı devrimciliğin” daha ziyade mecaz anlamına alışkınız. Bir zamanlar devrimcilikte herkesten önde giden ama sonradan çabuk vazgeçeni anlarız.
Ama yok, Kübalıların hızıyla elbette bunu kastetmiyorum. Kastettiğim devrimci mücadelede asla kaybedilmeyen bir uyanıklık, çaresizlik hissine fırsat tanımayan bir ataklık, hiç vakit kaybetmeden tam zamanında yapılan müdahaleler.
Fidel bunu yaptı.
Devrim başarıya ulaşır ulaşmaz ABD emperyalizminin başlattığı alçakça saldırılara karşı her zaman çok hızlı hareket etti. Bu saldırıların göğüslenmesinde yaşanan her örnekte ilk andan itibaren Küba’nın sokaklarına, meydanlarına çıkmasının, Küba halkının görüş mesafesinde olmasının büyük payı var. Kendisi asla tereddüt etmedi, Küba halkının bir an bile tereddüte düşmesine fırsat vermedi. Tam zamanında olması gereken yerdeydi, yapması gerekeni yapıyordu.
Devrimden itibaren ABD’nin Küba’yı teslim alma yöntemleri türlü şekle girdi. Küba halkına ve yöneticilerine yönelik sayısız saldırı ve komplodan adaya doğrudan çıkarma yapmaya, Fidel’e yönelen 637 suikast denemesinden CIA destekli onlarca karşı devrimci ayaklanma girişimine ve Kübayı ziyaret eden turistleri hedef alan bombalamalara kadar uğraştı durdu ABD.
Korkutarak, kandırarak, sindirerek dize getiremedikleri Kübalıları açlıkla sınayarak teslim alma hamlesi diyebiliriz mevcut abluka koşulları için.
Ama ablukanın sonuçlarının dünyada da ülkemizde de tam olarak anlaşıldığını sanmıyorum.
Abluka güçlü bir sözcük. Küba’nın karşı karşıya olduğu tablonun ağırlığının hakkını veriyor. Yine de çoğu zaman uluslararası alanda karşılaşılan diğer yaptırım örnekleriyle karıştırılıyor. Biraz da bundan olsa gerek, yaptırımdan çok daha fazlası olan abluka bir ülkenin kendi değerler sistemi doğrultusunda ayakta kalabilmesi için başvurabileceği tüm seçeneklerini ortadan kaldırmayı amaçlayan kuşatma halini anlatmakta bir yerden sonra tek başına yetersiz kalıyor. Bu kuşatmanın ve karşı-devrimci saldırının medya alanında da ciddi bir uzantısı olduğunu düşünürsek sonuç sürpriz değil.
Öyleyse Küba’nın dostlarına daha fazla iş düşüyor.
Abluka Küba’nın bir gerçeği. Devrimle neredeyse yaşıt. Devrimin çocukları aynı zamanda ablukaya karşı mücadelenin de çocukları. Kübalıların yüzde 80’den fazlası ablukanın olmadığı bir yaşam bilmiyor. Tabii devrimin olmadığı bir yaşam da.
ABD’nin doğrudan saldırılarının ve ablukanın çetinleştirdiği kuruluş koşulları devrimin sosyalist karakterini, devrimin liderlerinin komünist kimliklerini ve Kübalıların mücadeleci yapılarını perçinledi. Şimdi bu saldırıya karşı olağanüstü bir direniş sergileyen Küba’nın gücünü aldığı kaynaklar bunlar.
Geçtiğimiz günlerde TKP heyeti olarak Küba Komünist Partisi tarafından Küba’da konuk edildik. Ziyaret programı ağırlıklı olarak abluka ile mücadelede farklı kurumların kendi cephesinden ürettiği yanıtları görebilmemize olanak sağlamak üzere tasarlanmıştı.
Ziyaret ve toplantılar boyunca ablukanın sonuçlarına dair edindiğimiz her bir güncel bilginin ardından insan “bizim taraftan” Küba’ya yöneltilen eleştirileri düşünmeden duramıyor.
Yanlış anlaşılmasın. Nedeni, önümüze samimiyet ve açıklıkla serilen gerçeklerin bu eleştirilerin haklılık payını göstermesi falan değil. Fakat bazısı sorumsuzluğun getirdiği büyük bir rahatlıkla dile getirilen, bazısında iyi niyet ve muhtemeldir ki biraz da bilgi noksanlığı bulunan bu eleştirilerin sahiplerinin ve daha fazla kişinin Küba gerçekleriyle yüzleşmesi de ablukayı yırtıp atmak için verilen mücadele açısından bir ihtiyaç. Ve bu ihtiyaç her geçen gün artıyor.
ABD’nin uzun süredir yapmaya çalıştığı şey Küba’yı boğmak. Bunu yapmak için sahip olduğu hareket alanını anlamak açısından Batı emperyalizminin tepesindeki bu aktörün dünya ekonomisinde kapladığı alanı aklımızda tutmamız gerekir.
Çünkü mesele yalnızca Küba ve ABD arasındaki ikili ilişkiler değil. Boğma operasyonu ABD ile ekonomik, ticari ve finansal ilişki içinde bulunan bütün üçüncü tarafları bağlıyor. Kısaca ABD, kendisi ile aynı emperyalist blokta bulunsun ya da bulunmasın, tüm ülkelere “ya ben ya Küba” diyor. Kapitalist sistemin dünya ölçeğindeki bu entegrasyon düzeyinde tüm üretim süreçleri ve bileşenleriyle yüzde yüz yerli bir ürünle karşılaşmak ne kadar imkansızsa ABD ile hiçbir biçimde ekonomik ilişki içine girmeyen veya bu ilişkilerden Küba için vazgeçebilen bir ülke bulmak da o kadar zor.
ABD, içeriğinde yüzde 10’dan fazla ABD menşeli bileşen bulunan ürün ve ekipmanların Küba’ya ihraç edilmesinin önüne geçiyor. Küba nikel yatakları açısından zengin bir ülke örneğin, ancak ürettiğiniz bir üründe Küba nikelini bir gram da olsa kullanıyorsanız o ürünü ABD satın almıyor. Küba’nın ABD tarafından terörü destekleyen ülkeler listesine alınması birçok yönden uluslararası ziyaretçi sayısını olumsuz etkilerken Küba'nın en büyük gelir kaynaklarından turizm sektörünü de aşağıya çekiyor.
Küba’da neredeyse tüm hayatı etkileyen enerji ve yakıt sorununun kaynağında da yine abluka var. Tarım ve dolayısıyla gıda üretimi bundan en derinden etkileniyor. Küba çaresizliğin en beteriyle sınanıyor. Sosyalizmin pek çok açıdan gelişkin bir örneğini temsil eden Küba, bir süredir açlığı önleme önceliğiyle hareket etmek zorunda. Küba için yokluk içinde eşitlik benzetmesi sık kullanılır adanın doğal kaynaklarının kısıtlılığına işaret edilerek. Doğrusu gelişkin bir eşitlik içinde yoksunluktur.
Küba hiçbir yurttaşını aç ve açıkta bırakmadı, eğitimli bir nüfus yarattı, kanser aşısını herkesten önce buldu, kendi aşılarını üretti, pandemi esnasında kapitalist ülkeler insanlarını maske için yarıştırırken çocuk-yetişkin aşılanmadık bir kişi dahi bırakmadı. Ama abluka nedeniyle en basit ekipman ve kaynaklara erişimde tıkanıp kalıyor. Zaten doğal dezavantajlara sahip bu ülkenin potansiyelinin çok altında bir ekonomik gelişim sergilemesi bundan.
Küba yarattığı gelişkin toplumun ihtiyaçlarına tam olarak yetemiyor evet. Ve şu anda masadaki öncelik gıda ve enerji sorununu aşmak. Şimdi ablukanın tüm etkilerine rağmen altyapısını güçlendirerek abluka karşısında kalıcı olarak güç kazanmaya çalışırken bu esnada ülkenin nefes almasını ve ayakta kalmasını sağlayacak bölgesel adımları örgütlüyor.
Küba artık tarihsel olandan farklı bir liderliğe sahip. Küba’nın en zorlu döneminde bu yeni kadrolar ağır bir görevi omuzlamış durumda. Ziyaretimiz esnasında bu liderliği farklı düzeylerde temsil eden isimlerle görüşme imkanımız oldu. Hem devlet hem parti kadrolarından farklı kuşaklardan komünistlerle buluştuk.
Hepsi de kendi görev alanlarından yola çıkarak bu yerel ekonomik kalkınma programı kapsamında ne yapabileceğine, ülkesine nasıl katkı koyabileceğine kilitlenmiş durumda. Küba’ya hiç yakıştıramadıkları bu açlık tehdidini boşa düşürmek için hız kesmeden çalışıyorlar. Halkın karşı karşıya kaldığı bu tehdit bir Kübalı devrimci için oldukça acı verici. Her zamanki gururlu ama aynı zamanda duygu dolu hüzünlü bakışları bundan. Hemen arkasından öfke ve kararlılıkla parlayan ışıklar çakıyor o gözlerde.
Öfkeleri en çok da ABD emperyalizmine.
Ama asla bunun arkasına sığınmıyorlar. Evet, Küba’nın kalkınmasının önündeki en temel güncel engel abluka. Ama Küba liderliği sosyalizmin inşasında karşılaştığı sorunları yalnızca dış tehditle açıklama kolaycılığına hiç kaçmadı. İçeride yaşanan hoşnutsuzlukları yok saymadı, üzerine gitti, anlamaya anlatmaya çalıştı.
Şimdi de Küba’dan göç edenlerin sayısını, yaşam standartlarından hoşnutsuzluktan kaynaklanan tepkileri saklamıyorlar. CIA hala karşı-devrimci bir kalkışmayı ateşleyebilmek için gözünü bu tepkilere dikiyor ama Kübalı devrimcilerin hızları burada da devreye giriyor. Ablukanın yol açtığı koşullara dair şikayetlerini dile getirmek isteyen Kübalıların düzenlediği gösterilere önce Küba liderliği tarafından kulak veriliyor.
Daha fazlasını dinlemek ve doğrudan iletişimi kuvvetlendirmek amacıyla başta Diaz Canel olmak üzere parti liderliği Küba’yı karış karış dolaşıyor. Her il ve belediyeye gidilene dek 2024 sonuna kadar devam edecekler.
Eleştiriler demiştim. Küba eleştirilemez değil.
Ama Küba şunu yapsın şunu yapmasın diye dışarıdan verilen akılların bir yerden sonra “Küba halkı onurlu bir şekilde açlıktan ölsün” demek ile aynı kapıya çıkmasına itirazımız var.
Küba ne yapsın? Gözümüzle bir kez daha gördüğümüz, Küba Komünist Partisi’nin buna bir yanıtının olduğudur. Küba bu kuşatmada, değerlerini rafa kaldırmadan, atılan geri adımların dönemsel olması gerektiğinin tam bilinciyle, sosyalist Küba’yı ayakta tutabilmek için elinden geleni yapıyor. Yapmaya devam etsin. Bunu onlara bırakalım.
Biz kendi yapabileceklerimize bakalım. Küba’nın yalnızlığına son vereceğimiz gün gelene kadar Küba ile dayanışma adına üzerimize düşeni yapmak için yeterince siyasi ve ahlaki nedene sahibiz.