Derdimiz halka kemer sıkma politikaların dayatıldığı bir durumda sorunun kaynağının çarpıtılmasıdır. Mesele ne tasarruf, ne vergidir. Sorun ülkede hüküm süren sermaye egemenliğidir.
Bugün yoksulluk ve eşitsizlik ülkenin en temel gündemleridir. Bir yandan yoksulluk artıyor, diğer yandan eşitsizlikler. Ancak bu iki başlık arasındaki ilişki ısrarla yok sayılıyor. Halbuki bu iki başlık birbirinden ayrılamaz. Ayrıldığında sınıfsal ayrımların üstü örtülür.
Ülkede eşitsizlik çığ gibi büyümüş durumda. Fabrikalarda, madenlerde işçiler ölümüne çalıştırılıyor. Halkın eğitim, sağlık, barınma, aydınlatma, ısınma gibi temel yaşamsal gereksinimlerinden kârlar elde ediliyor. Büyük halk kesimleri sürekli yoksullaşırken küçük ayrıcalıklı bir sınıf sürekli zenginleşiyor.
Ancak iktidarından, muhalefet partilerine kadar ısrarla konu bu temel düzlem yok sayılarak düzen içi argümanlara sıkıştırılıyor.
Örneğin dün, öncesinde büyük bir beklenti yaratarak kamuda tasarruf paketi açıklandı. Muhalefetin de ağırlıklı olarak tasarruf politikalarına karşı tutum alması iktidarı bu yönde adımlar atmaya götürdü. Bir beklenti yarattı. Sonuçta tasarruf paketinden "halka daha fazla tasarruf" yaptırmak çıktı. Ama yine meselenin temeli geçiştirildi.
Özellikle son birkaç haftadır, kamuda tasarruf tartışmasına paralel olarak vergide adalet talebi öne çıktı.
Vergide adalet yakın zaman içinde DİSK tarafından gündeme getirildi. Yoksulluğun arttığı bir dönemde bu talep büyük bir kampanya olarak sunuldu. Aynı talebi çeşitli versiyonlarıyla CHP'den Özgür Özel, DEM'den Sezai Temelli ve Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'ten de duyar olduk.
İsviçre'nin Davos kentinde yapılan Dünya Ekonomik Forumu toplantılarında dünyanın süper zenginleri son yıllarda devletlere, "bizden vergi alın" diye çağrı yapıyor. En son 2024'ün Ocak ayında yapılan toplantısında bir mektup yayınlayarak bu çağrıyı yinelediler:
"Talebimiz basit: Toplumun en zenginleri olarak bizden vergi almanızı talep ediyoruz. Bu vergi bizim yaşam standartlarımızda temel bir değişime yol açmayacak, çocuklarımızı mahrumiyete düşürmeyecek veya ülkelerimizin ekonomik büyümesine zarar vermeyecektir. Fakat aşırı ve verimsiz özel servetleri ortak demokratik geleceğimiz için bir yatırıma dönüştürecek."
Evet, dünyanın başına çöreklenmiş asalaklar bizi vergilendirin diyor. Ama bunun arka planında yatan nedeni daha önceki toplantılarda ağızlarından çıkardılar. Düzenlerinin bozulmasından korkuyorlar. Dünyada eşitsizliklerin çığ gibi büyüdüğü bir dönemde milyarderlerin bunu söylemelerinin anlamı, sömürdükleri işçilerin ayağa kalkmasını engellemek, toplumdaki huzursuzluk ortamını biraz daha yumuşatmaktan başka bir şey değildir.
Her şeyden önce vergide adalet ayrıştırıcı bir talep değil, birleştirici bir talep. Mehmet Şimşek de, AKP'li isimler de, büyük patronlar da, muhalefet de, sendikalar da bu talebi dile getiriyor. Bu kadar farklı kesimlerin ortak tutum almışlar gibi davranması sorgulanmalıdır.
Peki vergide adalet nedir?
Çok geliri olandan daha çok vergi alınacak. Elde ettiği gelirin kaynağına bakılmadan kazançları oranında vergilendirilecek.
O halde bu ülkede emekçileri sömürerek kârlarını artıran patronların elde ettiği haksız kazançlar vergilendirilerek meşrulaşmasına neden olmuyor mu? Eşitsiz bir toplumda "azdan az, çoktan çok vergi alınsın" demek eşitsizliğin kabul edilmesi anlamına gelmiyor mu? Kamu kaynaklarını ve işletmelerini özelleştirmelerle kendi hanesine geçiren patronların elde edilen kârların bir kısmını vergi olarak vermesi özelleştirme politikalarını aklamıyor mu?
Türkiye'de vergi geleneğine, "vergilendirilmiş kazanç kutsaldır!" sözüyle bir önem atfedilir. Cumhuriyet tarihi boyunca en çok vergi veren patronlar listesi yayınlanıyor. Ve bu listenin başında olanlar bir nişane gibi onu göğüslerinde taşıyorlar. Çünkü o nişane yaptıkları her türlü hırsızlığı gizlemenin aracıdır. Zenginliğinin sigortası olarak ödenen bir bedel gibidir.
Örneğin, Koç Holding yıllarca vergi rekortmeni listesinde hep başa güreşti. Bunu övünerek paylaştılar. Devletin yetkili isimleri onları örnek gösterdi. Bir maske gibi bunu kullandılar.
Bir yandan dürüst, vergisini veren bir patron imajı çizerken, diğer yandan halka ait olan kaynakları özelleştirmelerle kendi hanelerine geçirdiler. El koyduğu işletmelerden elde ettiği gelirlerin vergisini de vererek bir güzel kutsadılar.
Derdimiz bu kadar ağır bir ekonomik tabloda, halka kemer sıkma politikaların dayatıldığı bir durumda sorunun kaynağının çarpıtılmasıdır. Mesele ne tasarruf, ne vergidir. Sorun ülkede hüküm süren sermaye egemenliğidir.
Ülkenin doğusunda, batısında ilkokul çağında çocuklar fabrikalarda, atölyelerde çalışmak zorunda kalıyorlar. Geçinebilmek, ailesini geçindirebilmek için. Mevcut düzen çocuk emeğine ihtiyaç duyuyor. Asgari ücretin yarısından daha az ücretlere ölümüne çalıştırılan çocukların sömürüsünü sorgulamayıp, çok geliri olandan daha fazla vergi alınsın denemez.
Elektrik ve doğalgaz santralleri halka aitti, özelleştirildi. Patronlar birbiri ardına kapıştılar. Halkın gereksinimlerinden zenginleştiler, gelirleri arttı. Vergide adalet söylemi, elektrik ve doğalgazdan elde edilen kârdan devlete daha fazla vergi verilsin demektir. Oysa bugün elektrik ve doğalgaz santrallerinin onlara el koymuş bir avuç patrondan geri alınması gerekiyor.
Aynı şey eğitim, sağlık için de geçerlidir. Eğitim ve sağlık haktır. Sağlığın ve eğitimin özelleştirilmesine hep karşı çıkılır. Temel düzlem noktası buradır. Bunun altına düşerseniz hastane ve özel okul patronları daha çok vergi versin dersiniz. Özel okullar, hastaneler meşrulaştırılamaz, aksine hepsi devletleştirilmelidir.
Bugün bu düzlem kaybedildi, kaybedildiği için de sendikalar, düzen partileri peş peşe vergide adalet, servet vergisi, tasarruf gibi söylemlere sarılıyor. Ancak tüm bu söylemler gri bir alan yaratıyor. Patron ve işçi ayrımını yok ediyor. Sömürüyü gizliyor, mevcut düzeni meşrulaştırıyor.
Mesele kimden ne vergi alındığı değil sömürüye dayalı düzenin kendisidir. Çözüm de 'vergide adaletle' değil, patronların egemenliğine son verilmesi ile ancak mümkün olacaktır. Mesele elektrik ve doğalgaz santrallerinin, tesislerin, okulların, hastanelerin, fabrikaların vergilendirilmesi değil, devletleştirilmesi meselesidir.