Şi'nin Avrupa turu: Çin Avrupa'da siper mi kazıyor?

Şi Cinping'in geçtiğimiz hafta düzenlediği Avrupa turu, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın geldiği aşama da düşünülünce uluslararası taraflaşma dinamiklerinde yeni bir sayfaya işaret ediyor olabilir.

Nagihan Çakır

Şubat 2022'de Rusya'nın Ukrayna topraklarını işgal etmesiyle başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı'nda yavaş yavaş yeni bir dönemece girildiğinin sinyalleri verilirken1 Çin Devlet Başkanı Şi Cinping 5-10 Mayıs'ta Fransa, Sırbistan ve Macaristan olmak üzere 3 ülkeyi kapsayan 5 günlük bir Avrupa turuna çıktı. Anımsattığımız yazıda da işaret edilen, yorucu savaşın artık bir şekilde bir sonuca bağlanmak istendiğine dair sinyallerle birlikte düşünüldüğünde, Şi'nin pandemi sebebiyle 5 yıl aradan sonra gerçekleştirdiği bu Avrupa turu, emperyalist hiyerarşide yer alan kimi ülkelerdeki zayıflamalara kimilerindeki güç toplama çabalarına işaret etmesi açısından özel bir önem teşkil ediyor.

İlk durak Fransa: Ekonomi ve güvenlik açısından Fransa-Çin ilişkileri

Şi, tura Fransa'yı ziyaret ederek başladı. 

Çin ve Fransa arasındaki diplomatik ilişkilerde, II. Dünya Savaşı sonrası yani Charles de Gaulle'ün güvenlik ve dış politikada İngiltere ve Almanya’dan farklı olarak ABD'den ve Transatlantikçi çizgiden görece bağımsız bir politika izlemiş olması etkiliydi. 

Fransa, de Gaulle döneminde, 1964'te Çin Halk Cumhuriyeti'ni tanıyan ilk Batılı büyük ülke olmuştu, ki bu tarih, modern dönem Fransa-Çin diplomasisinin miladını temsil ediyor. De Gaulle, Fransa'nın ÇDH'yi tanımasına dair, "Çin devasa bir yer. Sanki hiç yokmuş gibi yaşamak körlük olurdu. Çin'in geçmiş yıllarda olduğu gibi gelecek yüzyıllarda da dünyanın en büyük gücü olabileceği göz ardı edilemez" ifadelerini kullanmıştı.

Avrupa'nın daha başına buyruk çocuğu olan Fransa'da Macron hükümeti de bir ölçüde bu geleneğin çizdiği sınırlar içinde hareket ediyor. Macron hükümetinin ABD'ye karşı Çin'le yakınlaşmasının bir sebebi ekonomik. Fransa Çin'in en büyük ticaret ortağı hâline gelmiş vaziyette. Fransa Çin'in Avrupa Birliği içindeki en büyük üçüncü ticaret ortağı. Nükleer enerji ve havacılık alanında da etkisini artırdığını kaydetmek gerek. Çin kendi rekatörü Hualong'u Fransa yardımıyla geliştirirken, Çin'de faal hâldeki 7 bin Fransız şirketinden biri olan Airbus da şu an Çin'de havacılık pazarının yüzde 54'ünü elinde tutuyor, üretimine hız vermek için Tianjin'de de bir üs kurdu.

Diğer sebep ise güvenliğe ilişkin. ABD, 2021'de Avustralya ve İngiltere'yle birlikte Çin'e karşı kurduğu AUKUS isimli askeri ittifaka Fransa'yı almadı. Bu pakt nedeniyle Avustralya hükümeti Fransız Naval firmasıyla 2016 yılında imzaladığı ve 12 denizaltı yapılmasını öngören toplam 90 milyar dolarlık denizaltı projesini de iptal edince diplomatik bir kriz yaşanmış, Paris yönetimi Avustralya'nın başkenti Canberra'daki ve Washington'daki büyükelçilerini geri çekmişti. Mesele, dönemin Fransız dışişleri bakanı tarafından "arkadan hançerleme" olarak nitelendirilmişti. İşte, Macron hükümetinin kullandığı, Avrupa'nın ABD'den ziyade kendi çıkarlarına uygun davraması gerektiğini ifade eden "stratejik özerklik" kavramı da o günden bugüne daha sık dile getirilir oldu.

Şi'den önce Scholz'un ziyareti

Stratejik özerklik yaklaşımı, Fransa'nın ABD ve Çin arasındaki Tayvan anlaşmazlığına taraf olmayacağını ilan etmesiyle iyice pekişmiş oldu. Macron'un 2023'te Pekin'e düzenlediği ziyaretin dönüşünde basına sarf ettiği, "Avrupalılar olarak yapacağımız en kötü şey, bu konuda ABD'nin peşine takılmak ve onun gündemine göre tavrımızı belirlemek olur" sözleri, ABD'den ve Avrupa'daki Transatlantikçi kesimden epey tepki çekmişti. Avrupa ülkelerinin Washington'un "vassalı" hâline gelmemek için ABD dolarına olan bağımlılıklarını azaltmaları gerektiğinin de altını çizmişti Macron.

Almanya Şansölyesi Olaf Scholz da, Macron'a, Şi'den önce bir ziyarette bulundu. Bu ziyarette, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in de Şi'nin ziyareti sırasında Macron'a eşlik etmesi kararlaştırıldı. Bu mesajı iki türlü okuyabiliriz: ABD'den sonra en büyük ikinci güç olan Çin'e karşı bir de yekpare bir üçüncü AB cephesini göstermek ya da "ailenin başına buyruk çocuğu" Fransa'nın Çin'in etki alanına girerek, Çin'in Avrupa'da önemli bir mevzi kazanmasını önlemek.

Fransa'yı kaybetme ihtimali Avrupa'yı ve ABD'yi neden endişelendiriyor?

Fransa Çin'in yatırımlarından faydalanmak istiyor, bilhassa elektrikli araç bataryaları konusunda, bu nedenle kapılarını Çin'e açık tutuyor. Çin, geleneksel otomotiv sektöründe Avrupa ve ABD ile rekabet edebilecek bir motor teknolojisi geliştirmekte geç kaldığından, elektrikli araçlar konusunda sahip olduğu güç, otomotivde tüm dengeleri değiştirebilir vaziyette. Pazarın yüzde 56'sını elinde bulundurarak hâkim güç konumunda. Bu durum, Avrupa ve ABD'yi endişelendiriyor çünkü bu pazarda Çin'e bağımlı durumdalar.

Elektrikli araç pazarı ve lityum-ion bataryalar konusunda uzmanlaşmış veri analitiği şirketi Benchmark Minerals'ın tahminlerine göre, Çin'in 2031 itibariyle Avrupa'da sahip olacağı 332 gigawatt/saat (gwh) üretim kapasitesi, onu Avrupa'nın en büyük batarya tedarikçisi konumuna getirecek. İkinci sırada Güney Kore, ardından da Fransa ve İsveç gelecek. ABD'nin Avrupa batarya pazarında beşinci sırada olması, elektrikli araç devi Tesla'nın Berlin'deki fabrikasına rağmen Almanya'nın ise altıncı sırada yer alması öngörülüyor. 

Fransa elektrikli otomobil pazarında Çinli üreticilerle rekabet etmek için ilk batarya fabrikasını geçtiğimiz yıl ülkenin kuzeyindeki Billy-Berclau'da Automotive Cells Company (ACC) adıyla Fransız enerji devi TotalEnergies, Mercedes-Benz ve Peugeot, Fiat ve Chrysler'ın çatı şirketi Stellantis ortaklığında kurdu. 

Bir elektrikli aracın değerinin yüzde 30 ila 57'si bataryadan oluşuyor. Üstelik, elektrikli araç bataryalarının üretiminde maliyetin yarısından fazlasını oluşturan katot üretimi, yani manganez, kobalt, nikel ve lityum gibi materyallerin kullanıldığı üretim süreci, bu ender bulunan minerallere olan talebi de artırıyor. Bu anlamda, Fransız endüstriyel mineraller grubu Imerys de, Avrupa'nın elektrikli araçlara geçişini desteklemek için 2027 yılına kadar kıtanın en büyük lityum madenlerinden birini Fransa'nın Allier bölgesinde yer alan Beauvoir sahasında açmayı planladığını duyurdu. Yani Fransa ABD, Avrupa ve Çin için vazgeçilemeyecek ya da cezbedici bir konumda.

Sırbistan ziyareti

Şi, ikinci ziyaretini Sırbistan'a gerçekleştirdi. Ziyaret, NATO'nun Sırbistan'da bulunan Çin büyükelçiliğini bombalamasının 25. yıldönümüne denk geldi. 7 Mayıs 1999'da NATO'nun Yugoslavya'yı bombalaması sırasında ABD'ye ait beş JDAM güdümlü bomba Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'nin başkenti Belgrad'da bulunan Çin büyükelçiliğini vurmuş, üç Çinli haberci bombalama sırasında hayatını kaybetmişti. Dolayısıyla, ziyaretin zamanlaması iki ülke arasındaki ilişkilere dair çok şey söyleyen sembolik bir önem de taşıyor.

İki ülke arasındaki ilişkiler, Yugoslavya'nın 1 Ekim 1949'da Çin Halk Cumhuriyeti'ni tanımasıyla başlamıştı. Yugoslavya dağıldıktan sonra Çin, Sırbistan'la ekonomik açılıma diğer eski Yugoslavya ülkelerine göre geç başlayabildi. Ağustos 2009'da da, karşılıklı toprak bütünlüğüne saygı, ticari kalkınma planları, kültürel, teknolojik ve bilimsel alışveriş gibi çeşitli konuları kapsayan bir "stratejik ortaklık" anlaşması imzalamıştı.

'Stratejik ortaklık'tan 'ortak geleceği paylaşan topluluk'a

Fakat bu ziyaretin sonunda iki ülke arasında "ortak geleceği paylaşan topluluk" bildirisi imzalandı ve bir basın açıklamasıyla kamuoyuna duyuruldu.

Çin, diplomaside "ortak geleceği paylaşan topluluk" ifadesini, ikili ve çok taraflı işbirliklerini tanımlamak için de kullanıyor.

"Ortak geleceği paylaşan Çin-Kamboçya topluluğu", "ortak geleceği paylaşan Çin-Güney Afrika topluluğu" gibi ifadelerde iki ülke arasındaki hedef ortaklığı ve bu yöndeki işbirliklerinin altı çiziliyor. İki ülke arasındaki ilişkilerde "stratejiden" "ortak gelecek"e dönüşen bu ton farkı, birbirlerine olan ihtiyaçlarına ve ittifaklarının mahiyetine dair çok şey söylüyor.

Tabii, Sırbistan'ın AB üyesi olmadığını da unutmayalım; üstelik AB üyeliği de yakın görünmüyor, zira Sırbistan Rusya-Ukrayna Savaşı'yla beraber AB'nin Moskova'ya uyguladığı yaptırım furyasına katılmadı, ayrıca NATO katliamları ülkeyi Rusya ve Çin kampıyla işbirliği yapmaya ittiriyor. Enerji güvenliği başlığında da Rusya'yla yakın ilişkilere sahip olması iki ülkeyi birbiri için makul müttefikler hâline getiriyor. 

Savunma sanayiinde işbirliği ve 28 anlaşma

Geçtiğimiz yıl, Sırbistan'ın Çin'den FK-3 hava savunma sistemleri satın aldığına dair bir haber Batı dünyasında tepkilere sebep olmuştu. Çin ve Sırbistan uzun süredir savunma sanayiinde işbirliği yapıyor, yine geçtiğimiz yıllarda Çin'den satın alınan CH-95 ve CH-92A İHA'ları da buna birkaç örnek. Bu ziyaretle beraber bu işbirliği derinleşmiş görünüyor. 

Ağırlıklı Arnavut nüfusuyla Sırbistan'da özerk bir bölge olarak bulunan Kosova, ABD'nin Arnavut milliyetçiliğini kullanmasıyla bir iç savaşa sürüklenmiş, emperyalistler tarafından NATO birliklerinin Kosova'ya yerleştirilmesi öngörülmüştü. Sırbistan NATO birliklerini istememesi üzerine NATO'nun Sırbistan'ı aylarca bombalayıp, sayısız katliama imza attığı düşünülünce Kosova'yı Sırbistan'ın bir parçası olarak gördüğünü ifade eden Çin'le gerçekleştirilen bu işbirliği daha iyi anlaşılıyor.

Savunma sanayiindeki işbirliğinin yanı sıra, ziyaret sırasında iki ülke arasında 28 anlaşmanın imzalanmış olması da dikkat çekici. Bu anlaşmaları, hâlihazırda geçtiğimiz yıl imzaladıkları ve Sırbistan'ın Çin'e yaptığı ihracatta uygulanan gümrük vergilerinin yüzde 95'ini kaldırmayı öngören Serbest Ticaret Anlaşması'yla birlikte değerlendirmemiz gerekiyor.

Bu anlaşmalar, ikilinin Kuşak Yol Projesi çerçevesindeki işbirliğini sürdürmeye yönelik ortak çalışmaları da içeriyor. Örneğin, Sırbistan'daki Smederevo Çelik Fabrikası'nın yeniden canlandırılması, Belgrad-Budapeşte yüksek hızlı tren projesi ve Belgrad-Novi Sad bağlantısı da bu çerçevede yer alıyor. Yine Çin-Sırbistan ortaklığında inşa edilen Saraorçi Güneş Enerjisi Santrali projesi de iki ülke arasındaki yeşil enerjiye dair işbirliğine işaret ediyor.

Belgrad'da Çin Kültür Merkezi

Yine ziyaret sırasında, Belgrad'daki bombalanan Çin büyükelçiliği binasının yerine açılan Çin Kültür Merkezi, Çin'in Sırbistan'da sadece askeri ve ticari yatırımlarla değil, bir "hikâyeyle de" var olmaya çalıştığını gösteriyor. Dünyada diğer örneği Moskova'da bulunan bu kültür merkeziyle Çin'in güttüğü amacı yazının sonunda tartışacağız ancak burada da değinmiş olalım.

Macaristan ziyareti

Şi'nin Avrupa turu kapsamında ziyaret ettiği son ülke Macaristan oldu. Macaristan, Avrupa Birliği'ne üye ancak AB içerisinde muhalif konumda. Üstelik 2022'de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı da Macaristan ve AB arasındaki uçurumu derinleştirmiş vaziyette; zira Macaristan da, tıpkı Sırbistan gibi, "Bu bizim savaşımız değil" diyerek hem Rusya'yla yakın ilişkilerini sürdürdü hem de Ukrayna'ya yardım etmekten kaçındı. Ukrayna'nın batısındaki Transkarpatya bölgesinde bir Macar azınlık yaşıyor ve Ukrayna ile Macaristan ilişkileri bu nedenle gerilimli.

Ayrıca, Pekin'deki diğer AB ülkelerinin büyükelçilikleri, Macaristan'ın ortak bir Çin politikasına varmalarını engellediğinden şikayet ediyor. Elbette burada da Sırbistan'ınkine benzer bir motivasyon söz konusu. ABD ve AB ile Macaristan arasında da tarihi husumetler bu konumlanışları şekillendiriyor. 

Avrupa'ya ithamlar

Geçtiğimiz Mart'ta, Macaristan'ın ulusal bayramı nedeniyle düzenlenen törende konuşan Macaristan başbakanı Viktor Orbán, AB'yi işgalci imparatorluklara benzetmişti. "Brüksel Macaristan'a göz diken ilk imparatorluk değil" diyen Orbán, "Geride kalan 500 yılda imparatorluklar bize boyun eğdiremeyeceklerini sonunda anladılar. Önce Hilal'in (Osmanlı İmparatorluğu) gücü tükendi, sonra İki Başlı Kartal (Avusturya Monarşisi), ardından da Kızıl Yıldız (SSCB) pes etti!" demişti.
Yine Avrupa'da ABD'ye yakın olan hükümetlerin sesinin daha yüksek çıktığını söyleyen Orban, "Ben sık sık Brüksel'de bazı kararların Avrupa'nın değil Amerika'nın çıkarlarını gözettiğini hissediyorum" diyerek ABD ve AB ile aralarında bulunan açıkça ifade ediyor.

Doğu Açılımı Stratejisi

Fakat bu uçurumun bir nedeni de, Macaristan'ın dış politikada "Doğu Açılımı Stratejisi" kapsamında Moskova'yla kurduğu yakın ilişkilerden kaynaklanıyor. 1989'da yaşanan karşı devrimle birlikte Macaristan, ABD ve Batı Avrupa'nın güdümündeki Avrupa-Atlantik ittifakına paralel bir dizi dış politika hamlelerinde bulunmuştu. Ardından AB ve NATO üyelikleri gelmiş, Batı dünyasına entegre olmanın ilk adımlarını atmıştı. Fakat 2010'da seçimleri Viktor Orbán ve lideri olduğu merkez sağ Fidesz-Macar Yurttaş Birliği partisinin kazanmasıyla Macaristan'ın bu dış politika yaklaşımı değişmeye başladı. Başbakan Orbán ve hükümeti, Doğu Açılımı Stratejisi ile rotayı Rusya, Çin, Türkiye, Azerbaycan, Orta Doğu ülkeleri ve Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan gibi Orta Asya Türk cumhuriyetlerine çevirdi.

Doğu Açılımı Stratejisi ve Kuşak Yol Projesi eşgüdümü

Budapeşte bu stratejiyle Çin'in Kuşak-Yol Projesi'ni eşgüdümlü görüyor, aynı bakış açısı Çin için de geçerli. Ayrıca Macaristan kendine Çin tarzı bir modernleşme ve kalkınma planını model alıyor. Çin ile Kuşak Yol Projesi kapsamında işbirliği anlaşması imzalayan ilk Avrupa ülkesi olan Macaristan, kısa sürede Çin-Avrupa yük trenleri için bir dağıtım merkezi ve Çin ile Avrupa arasındaki lojistik taşımacılık koridorunun önemli bir halkası hâline geldi. Macaristan-Sırbistan demiryolu projesi ve Çinli batarya üreticisi CATL ile elektrikli araç üreticisi BYD'nin Macaristan'da kurulan ve Avrupa'da ilk olan üretim tesisleri yine bu kapsamdaki işbirliklerine örnek verilebilir.

Çin'in Great Wall Motor şirketi için Macaristan'da bir elektrikli araç fabrikası kurma ihtimali de Şi'nin ziyareti sırasında masadaki konulardan biriydi. Öte yandan, altyapı, inşaat, enerji ve sanayi sektörlerini kapsayan bir dizi anlaşma ile iki ülkenin tüm nükleer enerji kaynaklarını kapsayan bir işbirliği de yine gündemde. Çin, Çin'e ait işletmelerin Macaristan'daki toplam yatırımlarının bu yılın sonuna kadar 30 milyar avroya ulaşabileceğini tahmin ediyor.

Çin'in gündemi ne?

Peki, tüm bunlar ne demek? Bahsi geçen ülkeler arasındaki ilişkilerin güncel durumunu kavramak için serimlenen bir dizi tarihsel bilgi ve anlaşmaların içeriklerine dair kafa karıştırıcı, insanın okurken hızla geçiverdiği bu istatik manzumeleri ne anlama geliyor? 

Foreign Affairs gibi ABD menşeili uluslararası ilişkiler ve siyasetbilimi dergilerinde Avrupa Birliği'ndeki derinleşen çatlaklara ilişkin yayımlanan, "Görüş farklılıkları iyidir, ABD'yi hizaya çekmek için özerk bir Avrupa da gerekiyor" kabilinden yazılara2 aldanmayalım. Durum, başlığın da anıştırdığı gibi, ABD'nin hegemonyasının sarsılmasıyla doğan boşluklarda siperlerin kazıldığına işaret ediyor.

Çin etki alanını genişletip gerçek bir kutup hâline gelebilmek için gerçekleştirdiği altyapı yatırımları, ticaret işbirlikleri ve borçlandırma stratejisini artık bir "hikâye"yle de güçlü bir şekilde destekleyebilir vaziyete geliyor gibi görünüyor. 

Barış ve pazarlık masasında arabuluculuk rolü

En başa yazalım ki Çin, ABD ve Avrupa'daki Transatlantikçi kesimle arası bozuk Avrupa ülkeleri ile olan ilişkilerini, Kasım'da ABD'de gerçekleşecek seçimleri düşünerek de geliştirmek istiyor. Şi'nin ziyareti sırasında hepsiyle çeşitli güvenlik anlaşmaları imzalandı. Zira Trump'ın seçilme ihtimali Çin'in işlerini zorlaştıracak. 

Diğer yandan, Çin'in dost kazanma konusunda elini güçlendiren bir şey var, o da yazının en başında Rusya-Ukrayna Savaşı'nın bir yere bağlanmak istendiğine dair anımsattığımız yaklaşım. Savaşın başından beri ABD'nin zoruyla Rusya'ya uygulanan yaptırımların içeride güç duruma düşürdüğü Avrupa ülkeleri, savaşan taraflar arasında kurulacak pazarlık masasına Çin'in öncülük etmesini istiyor, dolayısıyla bu açıdan Çin'le ilişkilerini geliştirmek istiyorlar.

Çin bu boşluktan yararlanmakla kalmıyor, bunu sistematikleştiriyor da. Çin hükümetinin üst düzey bir danışmanının, temmuzda Financial Times'a, Putin'in nükleer silah kullanmasını engellemenin Pekin'in Avrupa'yla bağları onarma kampanyasının merkezi bir parçası olduğunu söylediğini hatırlatalım. Ayrıca Çin, Avrupa'nın Rusya'yı nihai düşman olarak gördüğü gerçeğini de atlamıyor. Çin'in Avrupa Birliği Büyükelçisi Fu Cong, geçtiğimiz haziranda El Cezire'ye verdiği röportajda Moskova'nın Ukrayna topraklarını ilhakını tanımadığını, Pekin'in Ukrayna'nın Kırım dahil tüm topraklarını geri alma hedefini destekleyebileceğini açıklamıştı.

Çin bunu bir adım ileriye taşıyarak, 15-16 Haziran'da İsviçre'nin ev sahipliğinde düzenlenecek Ukrayna Barış Konferansı'na katılacak ve bu konferansı uluslararası nüfuzunu artırmak için kullanacak.

Çin'in yumuşak güç araçları

Çin'in bu hamlesi aslında yumuşak güce dayanan genel dış politika stratejisiyle de uyumlu. Yumuşak güç, uluslararası sistemde nüfuz alanını genişletmek, güç biriktirmek ve diğer aktörlerin davranışları üzerinde belirleyici olabilmek için çatışmaya mahal vermeden, uzlaşmacı bir zeminde isteklerin elde edilmesi anlayışı doğrultusunda uygulanıyor ve zamana yayılmış, sabırlı bir süreci gerektiriyor. Yumuşak gücü, ülkenin kültürel cazibesi, diplomatik gücü, yüksek öğrenim sistemlerinin uluslararası itibarı, ekonomik modellerinin cazibesi ve medya gücü oluşturuyor. Yani esasen rıza üretiminden bahsediyoruz.

Ziyaret ettiği üç ülkedeki etkiniğine bakarsak, Çin'in kıtadaki nüfuzunu derinleştirecek bir rıza inşası için de kolları sıvadığını fark ediyoruz. Sırbistan'da bombalanan büyükelçiliğin yerine açılan kültür merkezi bu açıdan son derece sembolik. Ek olarak, Kuşak Yol Projesi de Çin'in yumuşak güç araçlarından biri; zira Çin bu projeyi, Batı'nınkilerin aksine, iç işlere karışma amacı olmayan, salt kalkındırma amacı güden bir proje olarak propaganda ediyor. Çünkü Batılı devletler hibede bulundukları ülkelerden paranın nerede ve nasıl kullanılacağına dair birtakım şeffaflık mekanizmalarına sahip olma önkoşulları sunuyor, hibleri iç işlerine karışma sebebi hâline getiriyor. Çin'in "hikâyesi" belki hâlâ tek başına güçlü değil ancak emperyalist sistemde oluşan çatlaklara yerleşip oyun kurma kabiliyetini, buna hız verdiğini gözden kaçırmamak mühim. 

Özetle, Çin'in (bu yazı için Avrupa'da) kısa ve uzun vadede müttefik kazanma hamlelerini okurken abartılı çıkarımların gürültüsüne karşı temkinli olmamız gerekiyor ancak emperyalist düzenin derinlerden gelen kazma kürek seslerine karşı da uyanık olmak zorundayız ki karşısında dünya emekçi halklarının gür sesini örgütleyebilelim.