Türkiye sermaye sınıfı, AKP iktidarlarıyla elde ettiği genişlemeyi sıçratarak, kendisine lig atlatacak yeni bir birikim modeli yakalamak istemektedir.

Yumuşamanın ekonomi politiği

Yerel seçim sonrası düzen siyasetindeki hakim eğilim “yumuşama” olarak adlandırılıyor. Tanım genel kabul görmüş durumda, herkesin ağzında. Dün yapılan AKP il başkanları toplantısında Erdoğan’ın da teyidi alınmış oldu. Erdoğan altını çize çize siyasetteki yumuşama iklimini şu cümlelerle övdü: “Siyasi atmosferde olan yumuşama ikliminde siyasetçilerin mesajları kadar toplumda siyaset kurumuna yönelik güvenin artmasının da önemli payı vardır. Bu iklimin geçici bir bahar esintisi değil, Türk siyasetinin hakim karakteri haline gelmesini ümit ediyoruz… Muhalefetteki muhataplarımızın da dirayetli davrandığını görüyor, bundan da ülkemiz siyaseti adına memnuniyet duyuyoruz.”

Durumu şöyle özetleyebiliriz. Sermaye sınıfı bir süredir AKP’ye, halk için ağır sonuçları olan bir IMF reçetesi uygulatmaktadır. Burada işleri zora sokacak bir muhalefet istememektedir. İsteklerine fazlasıyla karşılık veren ana muhalefet partisinin yerel seçimde elde ettiği gücü bu reçeteyi tıkır tıkır uygulatmak için değerlendirmektedir. Bunun için iktidar ile muhalefet arasında bir uyum yaşanmalı, bu uyum toplumda olumlu etki yaratmalı, böylece estirilen yumuşama rüzgarıyla, ufku sadece ekonomiyle sınırlı olmayan sermaye programının hayata sorunsuz geçmesi sağlanmalıdır.

Düzen siyasetinin temel motivasyonu bu yönde ilerliyor. Yoksa hiç adeti değildir, Erdoğan Özel ile durup dururken niye görüşsün? Ya da Alman Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye gelip kendisinden önce İmamoğlu ile görüşmesine Erdoğan neden “one minute” demesin? Erken seçim, seçim zaferi kazanan parti tarafından daha akşamında rafa kaldırılmış, DEM Parti AKP’nin açtığı yeni anayasa tartışmasının en isteklisi olmuş, Gezi Davası için kulislerden yeniden yargılama haberleri yayılmış… Anlayacağınız, yumuşama rüzgarı her pencereden içeriye girmektedir.

Hatırlanacaktır, benzer iklim Gülen tarikatının darbe girişimi sonrası da oluşturulmuştu. O zamanki adı “Yenikapı Ruhu” idi. Geçici de olsa sağlanan “uyum”, Erdoğan’a hayat öpücüğü olmanın ötesinde sermaye sınıfının yıllardır hayalini kurduğu başkanlık sisteminin de yolunu açmıştı. Sonra Beştepe’nin bin odalı koridorlarında holdingler için yürütülen hızlı bürokrasiye, bu sayede pat diye çıkarılan kararnamelere, şak diye verilen teşviklere tanık olduk.

O zaman da patronlar konuşulmuyordu, şimdi de.    

Güncel tartışma Erdoğan’ın bu iklimden yararlanıp siyasi ömrünü uzatıp uzatamayacağına odaklanıyor. Örneğin yeni Anayasa gündemi bu açıdan tartışılıyor. Oysa konu Erdoğan’ın siyasi ömrünün uzayıp uzamayacağından ya da bu ortamın insan hakları ve demokrasi alanında kimi iyileşmelere neden olup olmayacağından daha ötesine işaret ediyor. Düzen siyaseti yeni bir sermaye baharı yaratma göreviyle ilerlemektedir. Türkiye sermaye sınıfı, AKP iktidarlarıyla elde ettiği genişlemeyi sıçratarak, kendisine lig atlatacak yeni bir birikim modeli yakalamak istemektedir. Ulusal ve bölgesel ölçekte siyasi ve ekonomik boyutları bulunan bu iddia için ilk düzlük 2028 seçimleridir. Türkiye burjuvazisi bu düzlükte söz konusu hedef için en azından geri dönüşü olmayacak ölçüde yol alınmış olmasını beklemektedir.

Şimşek programının öngördüğü ölçüde üç yıl vidalar sıkılacak. 2028 seçimlerini kısmen rahatlayan bir ekonomiyle karşılayıp, o zamana kadar programın bütün yükünü üstlenen emekçi halkımız için sonrasında tünelin ucunda küçük de olsa bir ışık belirmesinin yeterli olacağını hesaplıyorlar. Bunun Erdoğan’lı ya da Erdoğan’sız olması bugünden bakıldığında sermaye sınıfı için artık pek de önemli değil. Stepne bagajdan dışarıya çıkmış durumdadır.

Peki nedir bu yeni bir sermeye baharı anlamına gelecek olan birikim modeli?

Merkezinde yüksek-orta teknoloji yoğunluklu üretimin toplam katma değer içindeki payının artırılması duruyor. Patron örgütleri hedefi, yüksek-orta teknoloji yoğunluklu imalat sektörlerinde sürdürülebilir rekabet gücü ile kalıcı-yüksek verimlilik artışı olarak özetliyor. Bu hedefin eğitim sistemine, istihdam biçimlerine, mevcut işsizliğin niteliğine, çalışma yaşamı ve sendikal alana köklü etkileri olacak.

Peki bunlar neler olur?

Sonraki yazıya bırakalım.