İmamoğlu’nun 'onun için yola çıkıyorum' diye aday olduğunu açıkladığı İstanbul’un gerçekleri nasıl? Gelin bir de ona bakalım.

İmamoğlu hangi İstanbul’un başkanlığına aday?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, önceki gün Haliç Kongre Merkezi’nde yaptığı basın toplantısında, gelecek dönem belediye başkanlığı için yeniden aday olacağını açıkladı.

Bunun sürpriz olmadığı açık.

Günün diğer sürpriz olmayan şeyi ise İmamoğlu’nun bunu “adayım” demeden yapmış olmasıydı. Kendisine açıkça “aday mısınız” diye soran gazeteciye şöyle yanıt verdi: “Adayım demedim, İstanbul için yola çıkıyorum dedim…”

Beş yıldır İstanbul’u yöneten, sonraki yıllarda da sadece İstanbul değil, ülke siyasetinde belirleyici olacağı düşünülen kişinin “iddialı” adaylık açıklaması işte böyle oldu.

Doğrusu bu bir beceri gerektiriyor. CHP’nin içindeki itiş kakışta tasfiye edilmeden, üstelik pozisyonunu güçlendirerek çıkmaya çalışmak kolay olmasa gerek.

Kimi siyaset yorumcuları İmamoğlu’nun bu becerisini “dengecilik” diye adlandırıp övüyorlar.

Doğrudur. Burjuva siyasetinde dengecilik, yeri geldiğinde hatta gelmediğinde prensipleri rafa kaldırıp, fırsatları kaçırmamaktır. Bu açıdan İmamoğlu övgüyü fazlasıyla hak ediyor.

Mesele düzen muhalefetinin düzen tarafından yeniden tasarımının bir parçasıdır ve ortaya çıkan tam anlamıyla bir siyasi vasatlıktır. Bu vasatlık halkın siyasetle mesafesini giderek daha fazla açmaktadır. Erdoğan için bundan iyisi can sağlığıdır.

Siyaset ticaretin ve diyanetin konusu, kurtların sofrasında, kariyer sahiplerinin kartvizitlerinde ve halktan olabildiğince uzakta…

Şu sıralar düzen siyasetinin gerçekliği böyledir.

Peki İmamoğlu’nun “onun için yola çıkıyorum” diye aday olduğunu açıkladığı İstanbul’un gerçekleri nasıl? Gelin bir de ona bakalım.

İstanbul, emekçiler için kabusa dönüşmüş durumda.

Kent, tarihinde belki de ilk kez bu ölçekte bir barınma sorunu yaşıyor. Üstelik sorunun kaynağı konut arzındaki eksiklik değil. İstanbul’da çoğu büyük inşaat firmasının ve emlak rantiyesinin sahip olduğu on binlerce konut hala boş duruyor. Çünkü bu konutların kullanımında öncelik halkın barınma ihtiyacı değil, sahiplerine sağlayacağı rantın büyüklüğü.

Basına konu olan son kapsamlı araştırma bu yılın mart ayına aitti ve araştırma İstanbul genelinde ortalama kira tutarının 13 bin lira olduğunu söylüyordu. Sözü edilen ortalamanın, asgari ücretin 8 bin 506 lira olduğu sırada ve seçim sonrası zam yağmurundan öncesinde olduğunu hatırlatalım. Aradan sadece beş ay geçti. Şimdi 13 bin liraya İstanbul’da sağlıklı bir kiralık konut bulmak neredeyse imkansız.

Barınmak kadar kentte adım atmak da artık büyük bir sorun. Son zamlarla birlikte kent içi ulaşım, emekçilerin bütçesinde önemli harcama kelemlerinden biri haline geldi. Tek sefer belediye otobüsüne 15 lira, kentin bir ucundaki ilçeden diğerine gitmek için trene bunun iki katını ödemek zorundasınız. Artık hallice bir lüks ulaşım aracına dönüşen takside ise sadece indi bindi 70 lira. Bunlar emekçiler için gerçekten can yakan miktarlar.

Kamu hizmetlerindeki fiyat artışları özel sektördeki acımasız fiyatlardan geri kalmıyor. Oysa kamu hizmeti; kâr için değil halkın nitelikli ve esasen ücretsiz hizmet alması için olmalı. Oysa şimdi tam tersi geçerli. Çünkü sadece İstanbul belediyeleri değil, tüm belediyeler şirketler eliyle yönetiliyor.

Unutmadan, bir de İstanbul’un belediyelerini yöneten şirketlerde çalışan işçiler var. İstanbul’un gerçeklerini, parça parça da olsa yaptıkları eylemlerle şu sıralar kendileri anlatıyor.  AKP ile başlayan, sonrasında bitmeyen gerçek sorunlarla boğuşuyorlar. Geçinemiyorlar. Aldıkları zamlar yetersiz kalıyor. Talepleri, sadece belediye başkanları ve şirket yönetimleri tarafından değil, onlarla iç içe geçmiş sendika yöneticileri tarafından da bastırılıyor. Bunu aşsalar, kamuoyu baskısıyla terbiye edilmeye çalışılıyorlar. Hak arayan belediye işçisi, iktidar partisinin belediyesinde çalışıyorsa yediği kaba pislemekle, muhalefet belediyesinde çalışıyorsa iktidar partisinin ekmeğine yağ sürmekle suçlanıyor.

Ortaya çıkan sonuç emekçi halkımız için hiç de iyi değil.

İstanbul göç veriyor. Rakamlar ürkütücü. Son üç yılda “daha iyi konut ve yaşam koşulları” arayışıyla başka kentlere göç edenlerin sayısı 461 bin kişi. Kente eğitim için gelenlerin sayısı, önceki yıla göre yüzde 36 azaldı. Son üç yılda kentin verdiği net göç sayısı 108 bin kişiye ulaştı.

Yani…

Emekçilerin bir bölümü artık kentte tutunamıyor.

İş bulamıyor.

Bulduğuyla geçinemiyor.

Çocuğunu okutamıyor.

Bir de bu kentin güzelliğini dibine kadar yaşayanlar var. Boğaz’ın iki yakasında sıralı yalıların sahibi Koç ailesi, Sabancılar… Çamlıca tepesindeki güvenlikli villalarında AKP dönemi zenginleri. İstanbul’un tarihi semtlerine çökmüş tarikat şeyleri, onların holdingleşen organizasyonlarını yöneten din tacirleri. Göçmen düşmanlığında sıraya girenlerin nedense hiç dikkatini çekmeyen, sayıları geçici koruma statüsüyle kentte bulunan Suriyelilerden fazla olan, mülk edinmiş yabancı zenginler.

Onlar kentin sefasını sürerken milyonlarca emekçi İstanbul’da yaşama tutunabilmenin yolunu arıyor.

İki ayrı İstanbul ve ikisi de İstanbul’un gerçeği.

Peki İmamoğlu hangi İstanbul’un başkanlığına aday?