En kötü günde yurttaşın imdadı olamayan bir devletin tepesinde oturdukları, tüccar kafalı, liyakatsiz ve kifayetsiz oldukları için suçları çok büyük.

Yurttaşın sözünü büyütme zamanı

Liyakatsizler. İşi bilmeyen bir sürü adam önemli kurumların başında. AFAD yöneticisi kurum toplantısında Osmanlı kıyafeti giyip “gaza niyetine” ok atıyor, katılımcılara kendini ayakta alkışlatıyor, filme çektirip bundan gururlanıyor örneğin. Oysa her kurumun inanılmaz maddi kaynağı, bir o kadar da kadrosu var. Ama yapacağı işi bilen yöneticisi yok. İşi bilmeyen bu adamlar topluluğu, demiryolunu ya da karayolunu, kömür ocağını veya afet koordinasyonunu iş bilmeden yönetmeye kalktığında insanlar ölüyor.

Tüccar kafalılar. Güvenlikten sağlığa, eğitimden ulaşıma, toplumsal ihtiyaçların örgütlenmesinde hiçbir noktada insan odaklı değiller. Halkı değil parayı önemsiyorlar. Sağlık bakanı hastane sahibi, turizm bakanı otel. Milli eğitim bakanının okulları var. Onlar için devlet yönetmek bir ticari faaliyet.

Kifayetsizler. Sanki yıkılmış binlerce binaya tek bir kurtarma ekibi yollayamamış, binlerce yurttaşın cenazesini enkazdan çıkarıp ailesine teslim edememiş, on sekizinci gün olmuş hala pek çok depremzedeye bir küçük çadır ulaştıramamış değiller gibi, hiç üstlerine alınmadan konuşabiliyorlar. Bunların hiç biri olmamış gibi “yeniden inşa ve ihya” diye seçim propagandasına başlayabiliyorlar.

Bu üç paragraf AKP’yi anlatıyor. Yirmi yıllık iktidarı.

Peki sadece bu mu? Ya da soruyu şöyle soralım, yıkımın tek sorumlusu AKP iktidarı mı?

Değil.

AKP’nin suçu büyük.

En kötü günde yurttaşın imdadı olamayan bir devletin tepesinde oturdukları, tüccar kafalı, liyakatsiz ve kifayetsiz oldukları için suçları çok büyük.

Ama asla tek başına değil. En az onlar kadar suçlu olan ortakları var. En başta da Türkiye’nin zengin sınıfı, sermayedarlar, yani patronlar geliyor.

Öyle ya da böyle Erdoğan’dan ve AKP’den kurtulacağız fakat suç ortaklarıyla hesaplaşmadan bu yıkımların tekrarından kurtulamayacağız.

Neden mi?

Çünkü her şey piyasa kurallarına göre belirleniyor. Yani esas olan şirketlerin öncelikleri. Binlerce binada arama kurtarma çalışması için tek bir demir keskisi bulunamazken, bugün kentlerin yıkık sokaklarında her enkazın başında harıl harıl hafriyat toplayan üçer beşer iş makinasının olması sadece yöneticilerin beceriksizliğinden değil, inşaat şirketlerinin aç gözlülüğünden.

Hangi iş makinasına el koyulabildi? Hangi fabrikanın yaptığı üretim deprem için seferber edildi? Hangi özel hastanenin olanakları enkazdan çıkmış on binlerce yurttaş için parasız kullanıldı? Özelleştirmelerle devletin tüm kurumsal kapasitesi özel sektöre devredildi. Hızla ve çok miktarda çadır üretemeyen bir deprem ülkesi olmamızda “devlet çaput bezi mi üretecek” diye özelleştirmeleri savunan kafanın hiç mi suçu yok?

Piyasacılık hakim olduğunda planlama ortadan kalkar. Devletin planlama becerisinin sıfırlanması Türkiye burjuvazisinin tercihidir. Planlama terk edilirse “burası deprem bölgesi demez”, her seçimde imar affı çıkarırsınız. Planlama sıfırlanırsa, en başta afetle baş edemezsiniz. Planlama olmazsa halka, pandemi olur beş tane maske dağıtamaz, deprem olur çadır bulamazsınız.

Bugün ülkemiz, sermaye sınıfının önceliklerine göre yönetilip, tüm kaynakları bu sınıfın ihtiyaçlarına göre seferber ediliyor. Bunun sonucu her türlü toplumcu ve eşitlikçi uygulamanın terk edilmesidir. Erdoğan’ın ilk gün depremzedeleri Antalya’daki otellere yerleştireceğiz sözlerini hatırlıyor musunuz? Şimdi o otellerden gelen haberler, otoparklarının lüks araçlarla dolduğu yönünde. Depremin sonuçları da sınıfsal. Kimisi enkaz başında bir çaput çadır bulamazken, kimileri beş yıldızlı otelde spa seanslarında depremin stresini atıyor. Eşitlik, yurttaşlar için işte bu denli yaşamsal.

Bugün Türkiye’de laiklik rafa kaldırılmış durumda. Cemaatler sivil toplum kuruluşu, diyanet devletin en makbul bakanlığı pozisyonunda. Laiklik yoksa bilim değil, kader planı vardır. Bu öyle sanıldığı gibi Erdoğan’ın uydurması değildir. Çünkü bilim yoksa “göklerden gelen bir karar vardır”.

Erdoğan’dan kurtulmak tek başına bu nedenle yetmeyecek halkımıza. Suç ortağı bir sınıf var. Devletin halk için zayıf düşmesinden, laikliğin rafa kaldırılmasından, bu coğrafyanın uluslararası tekellerin oyun alını haline gelmesinden sorumlular.

Ülkemizin planlı ve devletçi bir ekonomiye ihtiyacı var. Ve laik bir siyasal düzene. Bize toplumcu ve eşitlikçi politikalar lazım. Bağımsız ve egemen bir ülke gerek. Depremin ardından bugün bu talepler yurttaşın talebidir.

Yurttaşın sözünü büyüteceğiz.

Sözümüz olsun, böyle bir Türkiye kuracağız.

NOT: Türkiye Komünist Partisi depremin ardından eşitlik, kamuculuk ve laiklik temelinde yükselecek aydınlık, bağımsız ve egemen bir Cumhuriyet için imza kampanyası başlattı. İmzalar semt evlerinde, caddelerde, sokaklarda açılan imza masalarında ve aşağıdaki internet adresinden online olarak toplanıyor. İmza atmakla kalmayın, imza atanların buluştuğu halk toplantılarına katılın.

https://yurttassozu.net/