Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel 26 Nisan’da Manisa Kula’da “bu millet bize iktidar görevi verene kadar bu ülkede ana muhalefet partisiyiz. Ülke dışında, yurt dışında Türkiye'nin partisiyiz” dedi.
Sonra geçtiğimiz günlerde Habertürk’te işi yüzdeye vurarak şunu söyledi: “Yurt dışına gitmeden önce Dışişleri Bakanlığı’ndan brifing almam lazım. Dönüşte de bizim bilgi vermemiz gerek. Dış politikada yüzde 85 benzer şeylerde birleşiyor olmamız lazım. Sayın cumhurbaşkanı pozitif yaklaşıp talimat verdi”.
İç politika ile dış politikayı birbirinden ayrıştırmanın, “Türkiye sınırlarının dışına çıktığımızda ülkemizin çıkarlarını savunuruz” ezberinin sığlığına geleceğim. Ama önce bir hatırlatma gerekiyor. Özgür Özel daha önce farklı vurgularla konuşuyordu. Örneğin 2020 yılında Politik Yol’da yayımlanan yazısında “Türkiye, Beyaz Saray ile Kremlin arasında sarkaç gibi sallanan, ilkesiz ve akılsız bir dış politikaya savrulmaktadır” diyor, “Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya arasında sıkışan, Ortadoğu ve AB başta olmak üzere pek çok alanda geleneğin dışına çıkan bu dış politikadan ve bu söylemden kurtulabilmek gerekmektedir. Bu da ancak yeniden komşu ülkelerdeki iç politik çekişmelerde taraf olmayan, askeri güç yerine diplomasiye alan açabilen, söylediğinin ağırlığını tüm taraflara hissettirecek Hariciye geleneğimize geri dönmek ile mümkün olabilecektir” diye ekliyordu.
Aslında Özel’in AKP’nin dış politikasını neredeyse tamamen karşısına alan üslubu, Genel Başkan olduktan sonra, 31 Mart seçimlerine kadar devam etti. Geçtiğimiz Kasım ayında Türkiye’nin dış politikasının “tutarsız” olduğunu söylerken Özgür Özel lafını hiç sakınmıyordu.
Haksızlık etmeyelim, Özgür Özel dış politikanın yüzde 85’inde aynı şeyleri savunuyoruz demiyor. Bu oranı bir hedef olarak ortaya koyuyor. Ancak yine de, tutarsız ve akılsız bir dış politika pratiğini ekseriyetle uzlaşılan bir çizgiye getirmenin sadece Erdoğan’ı ikna ederek mümkün olmadığını herhalde Özel de biliyordur. Demek ki, CHP de bir şeyler yapacak, daha dikkatli ve sorumlu davranacak…
Cumhuriyet Halk Partisi iktidara mı hazırlanmaktadır yoksa Özgür Özel’in normalleşme diye adlandırdığı bir süreçle Türkiye’nin yarısının AKP ile kavga etmeyi bırakıp AKP ile birlikte yaşamayı öğrenmesi için üzerine düşeni mi yapmaktadır, bunu zaman gösterecek.
Belki de ikisi birden…
Araya bir hatırlatma sıkıştırmak istiyorum. Normalleşme sözcüğünü yıllar öncesinde CHP’nin de içinde bulunduğu parlamento içi muhalefet için biz kullanıyor ve kozmetik bazı iyileştirmelerle birlikte AKP Türkiyesi'ni normalleştirmek istediklerini söylüyorduk. Şimdi Özgür Özel’e “bravo” diyenler arasında o sıralar bizi haksızlıkla suçlayanlar da vardı.
Her ne ise…
Seçim sonrasında Özgür Özel dış politikada “yapıcı” bir tutum almaya başladı çünkü bugünkü Türkiye’nin hiç de “tek adam rejimi”nden ibaret olmadığını biliyor.
CHP Türkiye’de iktidar olsun-olmasın, önemli bir aktör haline gelecekse, sermayeye güven vermek, ikna etmek zorundadır.
Bu yetmez. Birkaç yazıdır değindiğim gibi, sermaye egemenliğinin en önemli taşıyıcısı olsa bile kendine özgü dinamikleri olan devlete güven vermek de bir o kadar önemlidir.
Dahası var. İddialı bir parti olmak için büyük bir rekabet ve çatışmaya konu olan uluslararası arenada, birbirinden farklı çıkarlara sahip olan, hatta birbirinin karşısında konumlanan aktörlere güven vermek gerekiyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Seçimlerden birkaç hafta önce parmağını sallayarak Rusya’ya “biliyoruz seçimlere müdahale edeceksin, sakın bunu deneme” türünden bir paylaşımda bulunmasını hatırlayalım. Moskova bu mesaja doğal olarak bir anlam veremedi ama her tür Rus karşıtlığını güle oynaya karşılayan ABD ve müttefikleri de bir anlam veremedi. Veya şöyle söyleyeyim, Kılıçdaroğlu bu ve benzer davranışlarıyla kimseye güven vermedi.
Şu anda CHP bir düzen partisi olarak güven vermesi gereken her yere güven vermeye başlamıştır. Hatta Özgür Özel’in iktidar kanadıyla müzakerelerinin CHP Genel Başkanlığından öncesine dayandığını, bu anlamda CHP içindeki seçenekler arasında bir tercih haline geldiğini, İmamoğlu’nu dengeleyecek bir unsur olarak görüldüğünü söyleyebiliriz.
Bu anlamda CHP’nin uluslararası alanda sahaya çıkması, Türkiye adına konuşmaya başlaması hiç şaşırtıcı değil. Konu sadece bir iktidar hazırlığı olarak görülemez, ortada kurulu düzenin sahibi olan sınıfın büyük bir başarısı var. Türkiye’deki normalleşmenin mimarı çok uluslu tekellerdir. Ve hayat pahalılığı ile boğuşan on milyonlar “Mehmet Şimşek politikalarının alternatifi olmadığı”na iktidardan muhalefete bütün partiler tarafından ikna edildiyse, toplumsal adaletsizlikte Türkiye başa güreşirken halka 2028’deki seçime kadar sabır telkin ediliyorsa şimdilik başarmışlar demektir.
Özgür Özel’in görevi müzakeredir. Müzakerede sonuç almayınca müzakere edebilmek için “mücadele”dir!
Dış politikada Özgür Özel’in daha önce söylediklerinden farklı olarak bir “sorumluluk” duygusuyla hareket edeceğini dillendirmesinin nedeni, Türkiye’nin dış politikasının ana hatlarının pek değişmeyecek olmasıdır.
Bunun nedenini dış politikanın özgünlüğünde aramanın anlamı yok. Çünkü içeride de CHP ana hatları değiştirmek niyetinde değil!
İddia edildiği gibi dış politikada herkesi içine alan bir ulusal çıkar yoktur, bu büyük bir yalandır. Örnek olsun, TL’nin güçlü paralar karşısında değer kaybetmesini isteyen ihracatçı lobisinin yalnızca para politikaları değil dış politikadaki ihtiyaçları ile emekçi halkı geçtim, bazı sermaye kesimlerinin çıkarları bile her zaman örtüşmüyor. Ama asıl mesele elbette patronlar ile işçiler arasındaki çıkar farklılıklarının dış politikaya yansımalarıdır. NATO üyeliği ve ABD ile yakın işbirliği halkımızın mutlak olarak zararınadır. Burada “ulusal çıkar” diye yutturdukları küçük bir kesimin ihtiyaçlarından ibarettir.
Varsayalım ki, küçük bir azınlığın çıkarları için ya da bir karşı devrimci misyon doğrultusunda bir ülkeyle savaşmaya başlayacaksınız, sonra içeriye dönüp “bu memleket meselesi” diyeceksiniz!
Ne münasebet!
Böyle meselelerde yüzde 85 nasıl hesaplanacak onu merak ediyorum.
Bir de Özgür Özel’in mektup yolladığı 120 sosyal demokrat lider konusu var.
Biliyorsunuz Özgür Özel Sosyalist Enternasyonel’de Başkan Yardımcılığı görevini de üstlendi. Bu örgütü bazıları sosyalist sanıyor, hiçbir ilgisi yok. Alman Sosyal Demokrat Partisi yıllarca Sosyalist Enternasyonal’i Alman emperyalizminin ihtiyaçları doğrultusunda tepe tepe kullandı, sonra posası çıkmış bu örgütü orta yerde bırakıp çekti gitti. İngiliz İşçi Partisi de benzer bir tutum takınınca Sosyalist Enternasyonal krizden bir türlü çıkamayan Fransız Sosyalist Partisine ve İberya’nın hâlâ etkili iki partisine kalmış oldu. Tümüyle önemsiz değil kuşkusuz ama Sosyalist Enternasyonal emperyalist dünya içindeki bütün çekişme ve çelişkileri içinde barındıran, ortak bir doğrultu belirleyemeyen bir örgüt durumunda.
Ha, Özgür Özel’in çabalarının elbette bir anlamı var; Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin Türkiye’deki normalleşmeye destek olması fazlasıyla mümkündür. Ne de olsa Erdoğan’ın Türkiye’deki yükselişinde onların büyük emeği geçmişti. Şimdi de AKP Türkiyesi ile ana muhalefetin işbirliği en çok Avrupa Birliği’ni memnun edecektir.
Özetle, Özgür Özel güven vermeye devam etmektedir.
Asıl soru şudur: Kime?