Trump belirsizliğe son vermedi tersine daha da derinleştirdi. Dünyada olanlara bunu bilerek yaklaşmak ve bağımsız bir devrimci tutumu nasıl güçlendireceğimize odaklanmak durumundayız.
Trump, faşizm, savaş ve bizler
Kemal Okuyan
Acele işe şeytan karışır...
Bugün dünyada olup bitenleri, gün gün, saat saat takip etmek ama yaşananlardan büyük sonuçlar çıkarmak için asla acele etmemek gerekir.
Trump'ın ikinci dönemi hızlı başladı. Zelenskiy'e had bildirdi, Putin'le arayı biraz düzeltti, Gazze, Panama, Grönland ve Kanada'yı istedi, Avrupa'yı aşağıladı, Çin'e (ticari) savaş ilan etti...
Peki bu nasıl okunmalı? Geçmişten bugüne, uzun vadeli stratejilerle hareket ettiği düşünülen ABD emperyalizminin ihtiyaç ve yönelimleri mi değişti? ABD'ye şu ana kadar hakim olan devasa şirketler aniden karar mı değiştirdi yoksa o şirketlerin pabucunu dama atan yeni güçler mi ortaya çıktı?
Bu sorulara yanıt vermeden önce, ABD'nin içinde şu ana kadarkilerden oldukça şiddetli bir mücadelenin sürdüğünü, bu mücadelenin nereye evrileceğini bugünden kestirmenin mümkün olmadığını not etmek gerekiyor.
Karmaşık, yeni keskin dönüşlere açık, belirsizliklerle dolu bir sürecin nihai aşamasına geldiğini söylemek için çok erken. Trump'ın hamleleri arka arkaya gelse de...
ABD Başkanı Demokrat Partili John F. Kennedy 1963'te ülke içi bir hesaplaşma sonucu öldürüldü. Daha doğrusu, "establishment-kurulu düzen" başkanı öldürdü ama bunu yönetebildiler, halkın dikkatini başka şeylere çektiler, olay büyümedi.
Trump'ı ise öldürmeyi denediler, olmadı. Ancak öldürselerdi ortalık birbirine girerdi. ABD'de sistem tıkandı, toplum keskin çizgilerle bölünmüş durumda.
Ve gidişat, Trump'ın temsil ettiği çizgi kadar karşıtlarının da konsolide olduğunu gösteriyor.
Trump'ın arkasındaki ekonomiyi hafife alamayız. Petrolcüler, imalatçılar, emlakçılar, inşaatçılar, büyük çiftçiler ile otomotiv, yüksek teknoloji ve silah endüstrisinin bir kısmı yüksek gümrük tarifelerini, yatırımların ülke içine çekilmesini ve sistemin bazı noktalarına neşter vurulmasını destekliyorlar.
Öte yandan Trump karşıtlarının da arkasında paranın gücü var ve şu ana kadar bir "uzlaşma" ya da "adapte olma" niyeti göstermiş değiller.
Kavga büyük. Medyada kim daha güçlü bunu kestirmek mümkün değil. Trump ile arayı düzeltme eğilimi gösteren kimi ağır toplara rağmen, ABD'de medya dendiğinde akla gelen kurumların büyük bölümü Trump'la ölesiye didişiyorlar.
Kurulu düzenin kritik kurumlarında da direniş sürüyor. Biden'dan Trump'a geçiş belki planlı ve yumuşak bir biçimde gerçekleşti ama şimdilerde ABD'nin içinde kaos hakim.
Bugün Avrupa'nın, daha doğrusu İngiltere ve Fransa'nın, Almanya'yı da sürükleyerek Trump'a meydan okumasını biraz da ABD'nin içindeki "dostları"nın henüz havlu atmamasına bağlamak mümkün.
Bütün bunlardan "Trump'ın ömrü kısa olur" türünden bir sonuç çıkaramayız. Ancak her şey olabilir ve henüz "ABD Avrupa'dan koptu" sonucuna ulaşmak için çok erken.
Evet acele etmemek gerekir.
1990'larda bir Japon mucizesinden söz edilirdi. Bu ülkenin ABD'nin olası rakibi olduğu ve kısa sürede onu sollayacağı iddiası bayağı yaygın kabul görüyordu. Bugün Japonya yine bir güç ama kimse Japon yüzyılından söz etmiyor.
Japonya'nın ardından, sıra Almanya'ya gelmiş ve Demokratik Almanya'yı yutup AB'yi arkasına alan Federal Almanya'nın emperyalist dünyada ABD'ye kafa tutacağı ileri sürülmüştü. Bugün Almanya ciddi ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlar içinde debeleniyor. Kuşkusuz ayağa kalkacak olanak ve kuvvete sahip olarak...
İlginç değil mi, Biden döneminde ABD Avrupa'yı, özellikle Almanya'yı Rusya'dan koparmak için uğraştı, her tür dalavereyi çevirdi, Ukrayna'da savaş biraz da bu yüzden çıkarıldı.
Şimdi aynı Avrupa ABD'yi Rusya'dan koparmak için her tür rezilliğe imza atacak kadar kudurdu.
Bu değişim henüz yılını bile doldurmadı.
Büyük sonuçlar çıkarmak için henüz erken.
Evet elimizde Trump'ın stratejisine dair bayağı net bir tablo var. Ama zaten vardı bu. Çok kaba bir özet geçersek: Çin'le hesaplaşmak için Rusya ile sorunları dondurmak hatta azaltmak, ABD ekonomisinin dünya sisteminde gerilemesine neden olan mevcut statükoyu değiştirmek.
Bunun üzerine eklenmesi gereken çok şey var. Ama gelişmeleri takip etmek, bizim açımızdan, önlem ve inisiyatif almak, egemenlerin değil ezilenlerin penceresinden bakarak öncelikleri belirlemek demek. Bu bağlamda şu ilk (ve eksikli) notları düşmekte yarar var:
1. Emperyalist sistem içinde yaşanmakta olan sarsıntıların nasıl bir evrim geçireceğine ilişkin erken sonuçlar çıkarmak yerine, bugün sınıf mücadeleleri açısından belirgin olan kimi noktalardan hareket etmek gerekir.
2. Geride bıraktığımız dönemde insanlığın geleceğini uluslararası güçlere yaslanarak kurtarmaya çalışan "sol" stratejilerin tamamı iflas etmiştir. Sırasıyla ABD'ye karşı Avrupa Birliği'ni, ABD'ye karşı Çin Halk Cumhuriyeti'ni, ABD'ye karşı Rusya Federasyonu'nu, ABD ve AB'ye karşı BRICS'i desteklemenin işçi hareketini geçelim, tek tek ülkelerde dengeleri iddia edildiği gibi "demokrasi", "barış", "ilerleme" adına değiştirme kapasitesinin olmadığı görülmüştür. Bu tercihler, iç politikada burjuvazinin bir kesimiyle işbirliği yapmak, düzen siyasetinin içinde yer bulmak gibi çıkışı olmayan politikaların yansımasından başka bir şey değildir. Acıklı olan, Trump ile birlikte, kapitalist güçlerin uluslararası alandaki çelişki ve mücadelelerinde saf tutan "sol"culuğun içine düştüğü tuhaf durumdur. Trump'ın hamlelerinin sonucu henüz belli değilken, "anti-emperyalist camiadaki" Rusçu ve Çinci odakların birbirinden uzaklaşma eğilimine girdiği görülmektedir. Onlardan önce Trumpçı "sol" ve Biden'ci "sol" birbirine girmişti!
3. Sermaye egemenliğinin bütün dünyada daha kuralsız olmaya yönelişine kestirme bir biçimde "faşizmin yükselişi" tanımını koymak doğru değildir. "Faşizm" ya da "faşist" kavramları siyaset dilinde bazen özensiz kullanımı hoş görebileceğimiz avantajlar sağlar, karşıya alınan siyasi aktörün meşruluğunu sorgulatır. Ancak başta ABD olmak üzere faşizmin yerleşmekte olduğunu ileri sürmek, Avrupa'da birbiri ardına yükselişe geçen bütün sağ güçleri "faşist" diye nitelemek bizi yanlışa götürür. Faşizm, despot ya da otoriter siyasi aktörlerin tercihlerinin değil, sermaye sınıfının ihtiyaçlarının ürünüdür. Faşizm elbette bir tehlikedir ama bugün "faşizm tehlikesi"nden söz eden Avrupalı siyasetçilere baktığımızda tehdidin çok daha kapsamlı olduğunu görürüz. Macron, Starmer, Ursula von der Leyen gibi siyasetçilerin çizgisinin birçok açıdan afD ve benzeri oluşumlar kadar tehlikeli olduğu unutulmamalıdır. Sorun şudur: Kapitalizm bir bütün olarak ilhaklara, militarizme, silahlanmaya, göçmen karşıtlığına, sosyal harcamaları sıfır noktasına kadar kısmaya, işçi ücretlerini budamaya yönelmiştir. Her yerde.
4. Hemen her ülkede ciddi bir siyasi krizle birlikte karşımıza çıkan bu tabloda her bir devletin kendi etrafındaki sis bulutunu dağıtarak doğrudan bir şirketler konsorsiyumu şeklinde hareket etmesi ve sermaye-siyaset ilişkisinde yeni bir döneme geçilmesi aynı zamanda büyük sermayenin bütün çok uluslu bağlantılarına rağmen geliştirilmeye çalışılan devlet stratejisine daha yakından bağlanması eğilimiyle birlikte ele alınmalıdır. Rusya ve Çin, çok karmaşık uluslararası ortamda şirketleri bir devlet stratejisine bağlamak konusunda diğer ülkelere göre büyük avantajlara sahip durumdadır. Trump'ın bir arzusu da budur. Dolayısıyla Musk gibi zirvedeki patronların yönetimin de zirvesine yerleşmesi yalnızca liberalizmin bokunun çıkması anlamına gelmemekte aynı zamanda ABD'nin de kendince sermayeye bir "stratejik" karakter vermeye çalıştığını göstermektedir. Ancak ABD ekonomisi yapısal olarak buna ne kadar uyum sağlayabilir bu kuşkulu. Benzer bir eğilim, AKP iktidarında da mevcuttur. Dolayısıyla TÜSİAD ile yaşanan gerilimleri bir "çökme" niyetine bağlamadan önce ya da her şeyi gündelik siyasetle açıklamak yerine Türkiye kapitalizmini bu karmaşık ve "riskli" tabloda koruyup güçlendirmek için bir stratejinin geliştirilmeye çalışıldığı hesaba katılmalıdır. AKP, sanıldığının tersine uzun vadeli stratejik hesaplar da yapabildiği için 23 yıldır iktidardadır.
5. Uzun süredir emperyalist sistemin hegemonik gücü olan ABD'nin ekonomik açıdan kısa bir süre sonra Çin tarafından geçileceği genel kabul gören bir tez. Hegemonyanın savaşsız el değiştirmesine neden olan bu süreç ya doğrudan savaşla durdurulabilir ya da ABD'nin aleyhine işlemeye başlayan "ekonomik sistem"de radikal bir revizyon girişimi başlatılabilirdi. Nükleer savaşın bütün taraflarda savaşma isteğini frenlediği bir dönemde Trump ABD'nin aleyhine işleyen bir dizi mekanizmaya müdahale etmeye başladı. Bu müdahaleler ABD'ye bazı açılardan "kaybettiren" uluslararası düzenden büyük paralar kazanan Amerikalı kimi şirketleri kızdırsa da... Sonuçta Trump politikaları, kesintisiz bir biçimde sistem içinde elini güçlendiren Çin'i ticaret savaşlarıyla durdurma amacını taşımaktadır. Ticaret savaşlarının bir sıcak savaşı doğurabileceğinden hareketle, gerek Çin gerekse ABD kendi silahlanma hedeflerini, uluslararası konumlanışlarını ve ittifak sistemlerini hızlıca gözden geçirmektedir.
6. BRICS'in NATO ya da Atlantik ittifakına alternatif olamayacağını söylemiştik. Daha doğrusu BRICS bir blok oluşturmuyordu. Zaten yaratıcılarının da böyle bir iddiası yoktu. Evet BRICS'in iki ana unsuru Çin ve Rusya, büyük ölçüde ABD saldırganlığının etkisiyle birbirlerine her açıdan yaklaşmıştı. Ancak bu iki ülke arasındaki yakın işbirliği, bazı sorunların büyümesine engel değildi. Tarihsel gerilimleri bir kenara bırakıyorum. Çin Rusya'nın en hassas olduğu bölgede (eski Sovyet Cumhuriyetleri diyebiliriz), üç Baltık devleti dışında (Letonya, Estonya, Litvanya), egemenliğini ilan etmiş durumda. Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan gibi ülkelere Çin çok hızlı bir giriş yapmış, üstüne Ukrayna savaşı nedeniyle odak noktası değişen Rusya'nın bıraktığı boşlukları derhal doldurmuştur. Rusya'nın içinde de yaptırımlar nedeniyle çıkış yapan batılı şirketlerin yerini Çin almış, hem tüketim mallarında hem de sanayi için ara mallarda Rusya'yı kendine bağımlı hale getirmiştir. Batı yaptırımlarının Rus ekonomisinin kimi zayıflıklarının giderilmesine, bazı sektörlerin ayağa kalkmasına yol açtığı doğru olsa da, Çin'in hem Rusya hem de Rusya'nın çevresinde muazzam bir hakimiyet kurması Moskova için büyük bir sorundur.
7. Rusya ABD ile anlaşmayı Yeltsin döneminde de, Putin döneminde de istiyordu. Bu anlaşmanın en önemli unsuru ABD'nin Rusya'yı kuşatmaktan vazgeçmesiydi. ABD çeşitli nedenlerle bunu tercih etmedi. Rusya'yı her noktadan sıkıştırmaya devam etti, NATO genişledi, Gürcistan'da Moskova'nın sabrı test edildi. En son Ukrayna'yı kullandılar ve Putin yönetimi "biz de kendimizce imparatorluğuz" diyerek sert bir biçimde karşıladı Ukrayna hamlesini. Ancak Ukrayna savaşı sürerken dahi Rusya'nın ABD ile anlaşma stratejisiyle hareket ettiği biliniyordu. Şimdi Trump ile bu fırsatı yakaladılar. Avrupa'daki hırçın Rus düşmanlığı sonlanmadan ABD'nin Rusya'ya sağlayacağı ekonomik olanakların elbette sınırı olacak ama yine de bu işbirliğinin her iki ülke için ciddi avantajlar yaratacağı ortada. Evet fosil yakıtları konusunda bu iki ülke birbirinin rakibi ama aynı zamanda bu iki ülkenin "Yeşil Enerji" lobisi karşısındaki işbirliğinin ciddi sonuçları olacağı unutulmamalı. Dahası Rusya ve ABD'nin Ukrayna'yı farklı biçimlerde de olsa paylaşması Rusya'nın kendi bölgesinde (en azından bir süre) rahatsız edilmemesinin teminatı, ABD'nin ise dünyanın geri kalanındaki haydutlukları için biraz daha özgürleşmesi gibi bir sonuç doğuracak.
Bu notlara devam edilebilir, ederiz de. Ancak Trump belirsizliğe son vermedi tersine daha da derinleştirdi. Dünyada olanlara bunu bilerek yaklaşmak ve bağımsız bir devrimci tutumu nasıl güçlendireceğimize odaklanmak durumundayız. Ayrıca karşımızda hem tek tek ülkelerin içinde hem de dünya ölçeğinde sürekli yenilenen ittifak ve bloklara mutlak anlamlar yüklemenin ve her şeyi bu ittifak ve bloklarla açıklamanın büyük bedeli olduğunu unutmayalım. Emperyalist dünya, kapitalizm rekabetsiz ve savaşsız yapamaz. Bunun uzantısı, ittifaklar, birlikler, bloklar kurulur ve dağılır. İşte buraya odaklandığımız andan itibaren toplumu yani ezilenleri bu ittifak ve bloklar arasında saf tutmaya ittirmiş oluruz. Çünkü geniş yığınlar, hele hele örgütsüzse, taraf olmak ister. Biden-Trump, AB-ABD, Atlantik-BRICS ya da TÜSİAD-AKP, İmamoğlu-Yavaş, Cumhur-Millet taraflaşmasının siyaset alanını domine etmesinin önüne geçmenin yollarından biri, bu türden taraflaşmalara fazla anlam yüklememektir.