Tam bir çelişkiler dünyasında yaşıyoruz, kemer sıkıyoruz, bir yandan da yumuşuyoruz. Yumuşayan ve yüzünde güller açan patronlar ve onların siyasetiyken, emekçilerin kemeri sıkılmaya devam ediyor. Çünkü patronların kemerinin daha da gevşetilebilmesi için emekçilerinkinin daha da fazla sıkılması gerekiyor! Bu durum işine gelenler ise el birliğiyle kemer sıkmayı yumuşama olarak göstermeye çalışıyor, onlar ne söylüyorlarsa biz tersini yaşıyoruz çünkü emekçilerin gerçekleri değil patronların yalanları iktidarda. Doğal olarak patronların yalanlarında dün normalleşme, bugün yumuşama olarak tarif edilen şeyin emekçilerin gerçekliğindeki karşılığı kemer sıkma ve yoksullaşma oluyor, biz emekçilerin çelişki diye tarif ettiğimiz şey ise içinde yaşadığımız patronların 'düzen'ini.
Söz konusu kemer Balıkesir’de genç bir emekçi arkadaşımızın boğazını sıktı, canını aldı. Aynı zamanda bir üniversite öğrencisi, emekçi bir ailenin çocuğuydu Ata Emre Akman. Çalışmak zorundaydı, motokurye olarak işe başladı. Başka türlüsünü bilmezdi, emeğiyle insanca yaşamak istedi. Daha ilk maaşını bile alamadan canından oldu 5 gün önce başladığı işinde. Çalışmak zorundaydı çünkü hayat pahalılığı alıp başını yürümüştü, otobüse para vermemek için çevre yolunun kenarından kampüse 10 kilometre yol yürüyen öğrenciler kervanına o da katılmıştı. Pahalı ve sağlıksız beslenmeden, yaşadığı yerdeki kötü koşullardan bıkmıştı, o da arkadaşlarıyla ara sıra da olsa oturup bir şeyler yiyip içebilmek, güzel vakit geçirebilmek istiyordu. Bir sonraki dönemin ders kitaplarını alabilmek, önümüzdeki sene nispeten düzgün bir eve çıkabilmek, koparabildiği üç günlük izninde arkadaşlarıyla birlikte çıkmak istedikleri gezi için, belki de eskiyen kıyafetlerinin yerine yenilerini alabilmek için para biriktirmek istemişti. Çalışmak zorundaydı çünkü birilerinin sürekli semirmeye devam ettiği bu düzen Ata Emre’lere kemer sıkmayı zorunlu tutuyordu. Kemer, Ata Emre’nin yaşamasına izin vermedi, ancak her an kaza yapabileceğini bilerek kelle koltukta çalışan diğer motokurye arkadaşlarının aksine vahşi bir cinayetle aldı onu aramızdan...
Cinayeti işleyen kişi ise, suça meyilli ve zaten sabıkalı olan, yine bu düzenin yarattığı insan profillerinden bir diğeriydi. Suç işlemenin, çalmanın, çırpmanın, başkalarını sömürmenin daha geçer akçe olduğuna bu düzenin ikna ettiği insanlardandı. Yan mahallede oturuyordu. Suç işledikçe salıveriliyordu, çünkü cezaevlerinde yer yoktu, çünkü elini attığı her yeri çürüten bu düzen, içeri dışarı ayırmıyordu. Kasten yaralama, tehdit, uyuşturucu ne ararsan vardı. Bizden bir o kadar uzak ve bize yabancıydı, ancak bir o kadar da yakınımızdaydı. Uzak olduğu ölçüde öfkeden deliye döndük. Ah o canavar bir elimize geçse! Neler yapardık dedik. Yakın olduğu ölçüde ise korktuk, bir gün benim ya da sevdiklerimin karşısına da hiç beklemediğimiz bir anda böyle birileri çıkar mı diye düşündükçe kanımız çekildi, ne de olsa suçlunun dışarıda kol gezdiği, suçsuzun içeride de dışarıda da mahkum edildiği bir düzende yaşadığımızı bilerek. Her şeyden çok da yitip giden gencecik kardeşimiz için kahrolduk...
Ama unuttuğumuz ve hatırlamamız gereken, hatta belki de her şeyden önce hafızamıza kazımamız gereken bir şey vardı, Ata Emre’yi okuldan artan zamanlarında kelle koltukta çalışmak zorunda bırakan da, E. Ö.’yü suç makinesine çeviren de, Ata Emre’yi yarattığı suç makinesinin önüne yem diye atan da aynı düzendi, hani birileri yumuşarken aslında kemer sıktığımız, her şey çok güzel olacak naralarının orta yerinde ayın sonunu getirebilmek için kıvrandığımız, kimilerinin zenginlikten ve lüksten gözünün döndüğü, bizim iş çıkışı yorgunluktan gözümüzün karardığı o düzen. Ve yumuşama masallarına sesimizi çıkarmadıkça kemerin yarın başka Ata Emre’lerin canını almaya devam edeceğini bildiğimiz işte o düzen. Tam da bu yüzden, düzenin yarattığı canavarların yok ettiklerine üzülürken hep birlikte canavarlardan daha da çok onları yaratana öfkelenmeyi öğrenmek zorundayız. Kemer bir gün bizim de boğazımıza dolanmadan, kemeri sıkanların boğazına yapışabilmek için...
Ancak o zaman patronların yalanlarını tarihin çöplüğüne gönderip emekçilerin gerçeklerini iktidara taşıyabiliriz. Ancak o zaman, Ata Emre'nin hesabını gerçekten sorabiliriz.