Oruç Baba'nın Sirkesi

İnsanlar çaresiz kalınca sığınacak, umutlarını ayakta tutacak, geleceğe olan beklentisine destek sağlayacak bir sığınak arar. Özellikle yoksul ve de ezilenlerde bu eğilim açıkça bir tutku bir ibadet haline dönüşür. Küçükken büyük annelerimiz bir oyuncağımız kaybolduğunda “kayıp dede”nin ruhuna üç ihlas bir fatiha okumamızı öğütlerdi. Bu nasihatı tutar, duamızı okuduktan sonra “şeytan aldı, götürdü satamadan getirdi” diye bir maniyi söylemeden edemezdik.

“Yatır” olduğu söylence konusu olan yerler, türbeler, kutsal mekanlar, umarsızlar için hep “medet” kapısıdır. Bu durum sadece bize özgü değildir. Kiliselerde yakılan mumlar buna küçük bir örnektir. İslam ya da Hristiyan hiç fark etmez. Beyoğlu’ndaki Saint Antoine kilisesine bir uğrayın, nice müslümanın mum yaktığını görürüsünüz. Çaresizlik insanoğlunu söylenceye bile inandırır.

Ramazanda Oruç Baba Türbesi'nde bir şişe üzüm sirkesi, iftarı bekleyen, oruçlarını sirkeyle açanları hep hayretle izlemişimdir. Oruç Baba orucunu sirkeyle açarmış söylencesi binlerce mümini o türbeye akın ettirmektedir. Ne var ki, sirkenin şaraba yönelik fermantasyon sürecinin bir aşaması olduğu hiç mi akla gelmez? Neyse, örnekler saymakla bitmez. Ama son günlerde Pensilvanya’daki “münzevi”nin ABD’nin ünlü yayın organlarında yayınlanan röportajları, bunlara dayanarak yapılan yorumlar beni şaşırttı ve sarstı.

Şaşırdım çünkü sosyal demokrat olma savında olanlar “münzevi”den destek almaktan memnundular. AKP’nin edimlerine kuşkuyla bakanlar söylediklerinden pek hoşnut kalmamışlardı. İktidarın politikalarını eleştirmek isteyen yandaşlar ise münzevi hocanın dediklerine “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” yaklaşımıyla sığınıyorlardı.

Neticede geride kalan on beş gün Pensilvanya münzevisinin inşatlarıyla ve onların yorumuyla geçirdik. Kısacası medyamız, siyasi partide ileri gelenlerimiz. “Oruç Baba” türbesinde sirkeyle oruç açanlara benzeyiverdi. Acıklı ve de umut kırıcı bir görünümdü bu.

Mavi Marmara’nın Gazze’ye yardım gazasını Pensilvanya’daki münzevi yanlış yapıldı, izin alınmalıydı, otoriteye uymak gerekir mealinde eleştirdi. AKP şaşırdı. İslami solcu Günay “Uzaktan öyle görünüyormuş galiba demekle yetindi. Bir çok köşe yazarı “tefsir” etmeye çalıştı. Ne var ki yüzlerine, gözlerine bulaştırdılar. “Otoriteye boyun eğmeli” tümcesini görmezden geldiler. Oysa “münzevi hoca” , “Küresel kapitalist düzen”e uygun demek istiyordu.

ABD medyasında önde gelen iki gazetede yayımlanan söyleşilerinde düşüncelerini daha da belirginleştirdi. En önemli ilkeyi açıkladı. “En kötü devlet bile kaostan daha iyidir”. Böylece Mavi Marmara atılganlığında söylediği “otoriteye uyma” kavramını güçlendirdi. “New York Times” da yayınlanan söyleşide vurguladığı bu ilke ülkemizdeki, yandaş ve de utangaç yazarların pek hoşuna gitti. Hasan Cemal’in itirazına tanık olmadık. Neo-liberal özentilerinin pek sevdiği demokrasi yaklaşımını bir darbede sıfırlayan bu ilke onları ürkütmedi. “En kötü devlet bile kaostan daha iyidir” yaklaşımını eğer Hitler sağ olsaydı bayrak yapardı. Faşizmi aklayan bundan daha güzel bir tümceye bugüne kadar pek rastlamadım.

Bu kavramı daha bir açmak ve irdelemek şart oldu. “En kötü devlet”i yücelten, yeğ kılan bu yaklaşım, yerleşik bozuk düzeni meşru saymak düşüncesini de içermektedir. Meşrulaşmak her siyasi iktidarın peşinden koştuğu bir savdır. Kral, Tiran, Sultan Şah, Padişah meşruiyetlerini Tanrı’dan alırlardı. Yavuz Sultan Selim’den sonra Osmanlı padişahlarının meşruiyeti “Hilafet”le pekiştirilmiştir. Cumhuriyet döneminde ise iktidarların meşruiyeti “ulusal erk”e dayanır. Dikkat edersiniz Türkiye’de, geride bıraktığımız 87 yıl boyunca tüm iktidarların ileri sürdükleri “ulusal irade”yi temsil etme savı bu anlamda yorumlanabilir. Ne var ki kerelerce yinelediğim gibi “Milli Egemenlik” tüm ulusu içerir. Yani seçimde oy veren ve de vermeyen tüm seçmenleri yansıtır. Mecliste çoğunluğa dayanan parti tek başına “milli irade” yi yansıtmaz. Sadece, mecliste yasal çoğunluğa sahip olduğu sürece "siyasal karar alma" hakkını elinde tutar. “Yürütme” erkine sahiptir. Bu erki yasal çerceve içinde kullanır. Bu kullanımı meşrudur, fakat ulusun tüm siyasal renklerini (yani iradesini) içermez. Böyle oluşan siyasal iktidar “Yasama, yürütme ve yargı” organlarıyla ortak olarak birlikte bir süre için siyasal iktidarı temsil eder.

Toplumsal düzen, yani “meşru” yerleşik düzen zaman içinde değişir. Durağan değildir. Bu değişimin uzun bir süreç olabildiği gibi kısa bir sürede aniden meydana gelebilir. Ne var ki, bu ani değişimler kısa bir süre için kaos görünümü yansıtabilir. Kaos, öyle tek bir sözcükle reddedilebilecek bir kavram değildir. Ne var ki İslam felsefesinde kaos kavramı yerine “fitne” yaklaşımı yeğlenmiştir. Ama bu iki sözcük hiçbir şekilde özdeş sayılamaz. Pensilvanya’daki “münzevi” kaos sözcüğünü “fitne” anlamında kullanmaktadır. Yanlıştır. Buyurduğu tümceyi “en kötü devlet bile fitneden daha iyidir" biçiminde okumak gerekir. Bu bağlamda iktidarı eleştiren siyasi yaklaşımlar, düşünceler, yazılar (kısaca eleştiriler) hepsi fitnedir. Yerleşik düzene yeğlenemez.

Bu bağlamda “Münzevi” biat edin diyor. Küresel otoriteye, onun uzantısı hükümetlere karşı çıkmayın emrini yineliyor. Küresel faşizmi alkışlıyor. "En kötü devlet" derken "En kötü düzen" demek istiyor. "Kaos" derken düzene yönelik tüm eleştirileri fitneci olarak suçluyor. Tabii yerseniz. Oruçun sirkeyle açılması gibi.