Neşe Doluyor İnsan

Yukarıdaki dizeyi hatırladınız mı? Yıllar önce 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk bayramını bu şarkıyla kutlardık: Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan… Milli Mücadelenin ünlü Meclisi 1920 yılının 23 Nisan gününde ilk toplantısını yapmıştı. Başkanlık kürsüsünün üzerinde “Hakimiyet Milletindir” belgisi yer alıyordu…

Tam 90 yıl geçti aradan. O heyecan yerini adım adım “Hakimiyet Düvel-i Muazzamanındır” anlayışına bıraktı. İlk bildirgesinde altını çizdiği : “TBMM, milletin hayat ve bağımsızlığına suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların saldırılarına karşı savunmayı… Halkın öteden beri karşı karşıya kaldığı sefalet nedenlerini yeni araç ve teşkilat ile kaldırarak yerine refah ve saadet getirmeyi başlıca hedef kabul eder” şiarı unutuldu… Hemen hemen bir asır sonra günümüzün karanlığına ulaşıldı. Dünyada kutlanan ilk “çocuk” bayramında da artık gönüllere neşe yerine endişe ve nereye gidiyoruz sorusu egemen.

Bugünlerde çocuklarını seven bir ülkeye sahip olduğumuzu söyleyemeyiz. Gazetelerde, televizyon ekranlarında ulusal marşın dizelerini haykıran çocukların karşısında gözyaşı dökmek, eğilip yanaklarından öpmek, bayramlarda korumalarla beş-on lira dağıtmak, makam otobüsünün önüne ezilircesine atlayan çocuklara pencereden plastik oyuncaklar atmak yapay bir sevgi gösterisi ve siyasal sömürüden başka bir niteliğe sahip değildir.

Milli egemenlik ve çocuk bayramının 90. yılında çocuklarımızın yaşadığı koşullara göz attığımızda korkunç diye adlandırabileceğimiz bir manzara ve de yetersiz beslenme olgusu görülüyor. Sağlık hizmeti aşı yapmanın yanı sıra yetersiz. Toplum hekimliği unutulmuş durumda. Bu durum büyük kentlerimizin varoşlarında, kırsal alanımızın hemen her köyünde, beldesinde ve mezrasında başat bir görünümdür. Trafiğin en yoğun, hava koşullarının en berbat durumunda bile özel arabaların önüne atlayıp cam silen, mendil, su vb gibi şeyleri satmaya çalışanlar artık hayatımızın yadsınmaz manzaralarından biri oldu.

Şarkılara, gözyaşlarına, yapay sevgilerimize karşın devlet, çocukları korumayı bir yana bırakın, sömürmekten asla vazgeçmiyor. Küçük sanayi sitelerini, kobileri şöyle bir gezin küçük işçilerin neredeyse üç beş kuruşa nasıl ezildiğine, şiddet altında çalıştırıldığına tanık olacaksınız. Her iktidarın temel görevi olan genç kuşakların eğitimi ise “taşıma suyla değirmen döndürmek” özdeyişine en güzel örnektir. Okulların alt yapısı noksandır. Ders araçları, hatta ısınmaları velilerin bağışlarıyla sağlanmaktadır. Tebeşir bile zor temin edilmektedir. Öğretmen açığı büyüktür. Son bilgilere göre öğretmen açığı 316.000 buna karşın işsiz öğretmen sayısı 327.000’dir. Neden bu açık kapanmıyor. Çünkü bütçe olanağı yok. Geçici ya da kadrosuz öğretmen kullanmak egemenlerin işine geliyor. Beğenemeyen özel okula gitsin formülü yani eğitim hakkının metalaştırılması sistemin temel ilkesi. ABD bu bağlamda örnek ülkedir.

Bireycilik daha ilk sınıflarda çocuklara aşılanmaktadır. Her başarılı karnenin ödüllendirilmesi ailelerimizde kural haline gelmiştir. Sınıfını geçen çocuğuna diz üstü bilgisayar ya da bisiklet alan babanın reklam filmi TV ekranlarını her dönem süslemektedir. Bu bağlamda “Türkiye’nin dayanılmaz halleri” babında dikkatle izlediğim “Arka Sokaklar” dizisi iç burkan örnekler sunmaktadır. Dizideki Komiser Çoban’ın afacan iki oğlu üç beş lira kazanabilmek için akla hayale sığmayan dolaplar çevirmektedir. Günümüzün çocuk eğitiminin ana çizgisi budur köşeyi dön de nasıl dönersen dön…

Küreselleşmiş neo-liberal düzende “çocuk” açık bir metadır. Bu metalaşma fukaralık ve açlıkla boğuşan milyarlar için nettir. Türkiye’nin çocukları da bundan nasibini almaktadır. Başta “töre” diye zaman zaman dokunulmaz gibi algılanan ilkel anlayış bu metalaşma sürecini adeta kutsamaktadır. Küçük yaştaki kız çocukların başlık parası karşılığında satılması ya da berdel olarak verilmesi herkesin bildiği ve itiraz etmediği bir olgudur. Çocukların kırsal alanda, daha dört-beş yaşından itibaren tarımsal faaliyette kullanıldığı da resmi bir gerçektir. TÜİK’in tarifine göre bunlar “aile işçisi” olarak tanımlanmaktadır. Tüm bu örnekler yüzyıllarca bildiğimiz, sürüp giden bir metalaştırmanın örnekleridir. Çocuğun köleleştirilmesi diye de adlandırabiliriz.

Günümüzün adım adım yaygınlaşan yeni sorunları daha korkunç ve zalimcedir. Nedir bu sorunlar cinsel taciz ve organ ticareti. Bu iki kazanç kapısı da yasaktır. Ne yazık ki, bu yasa sadece kağıt üzerinedir. Fakat mafyanın elinde gittikçe gelişmekte ve yapanlara kokainden daha fazla kâr getirmektedir. Yani sermaye için önü çok açık bir fırsattır. Çok değil on-on beş yıl sonra bu ticaretinde yasallaşmasına yönelik bir kulp bulunacaktır. Tıpkı bazı uyuşturuculara yönelik ABD eyaletlerinin ve Hollanda gibi ülkelerin gösterdiği tolerans gibi.

Hastanelerin duvarlarında ilanları görüyoruz: “Organ Nakli Hayat Kurtarır”. Doğru ama organ nerede? Bağış, gereksinimi ne oranda karşılar? Kahrolası piyasa burada da imdada yetişiyor. Herşeyin fiyatı olduğu gibi organında fiyatı vardır. Böbrek (çift olduğu için) piyasanın en ucuz satılık organıdır. Ama kalp, karaciğer vb öylemidir. Madenler, enerji kaynakları vb yağmaları bir hatırlayın. Hedefteki ülkeler hep geri kalanlar, yoksul ve açlık sınırındaki insanlardır. Özellikle kolayca gözden çıkarılan çocuklar önemli kaynaktır. Bu bağlamda Hindistan, Türkiye vb gibi ülkeler hedeftedir. Tabii aç gözlü tıp elemanlarının işbirliği ile.

Son iki ayda 1500’e yakın çocuğun kaybolduğu rapor edilmiştir. Bunların 900’e yakın bölümü canlı ya da ölü olarak bulunmuş. Geriye kalanları meçhul… Yani, bir başka deyişle organ mafyasının avları. Bu gerçek artık gizlenemiyor. Çocuğunu bile bile organ mafyasına arz eden aileler çoğalıyor. Gerekçe: “Kahrolası yoksulluk”.

İnsanların çoluk, çocuk yeni organ mezbahalarına götürüleceği günler yakındır. Bir zamanların ünlü tiyatro oyunu olan “Canlı Maymun Lokantası” gibi dramaların gerçeklerini seyretmeye hazırlanın. Böyle bir acımasız küresel düzende artık “Gelin, gelin organ mafyasına” ilanlarına rastlayacağımız günlere az kaldı.

Not: 1 Mayıs iktidar ve medya açısından sorunsuz ve de şenlik havasında kutlandı. Herkes olay olmamasından dolayı pek memnun. Önceki olayları çıkaranlar işçiler miydi? Türkiye ve Dünya İşçi Sınıfının 1 Mayıs “Direnme” gününü candan kutlarım. “Bu düzene itirazım var” belgisi 1 Mayıs’ın temel amacıdır. Bu yıl ki 1 Mayıs’ı, 1977 ile karşılaştırırsak söyleyeceğim tek söz “özlemin eski tadı yok”tu olacak.