İki Tehlikeli Gelişme

Bir önceki yazımızda, halkoylaması sonucunda oy dağılımı haritasının anlamı üzerinde durmuştuk. Bu kez, oylama sonucu tartışılan ve tartışılmayan iki gelişim üzerinde duracağız. Bunlar birincisi “Halkoylaması”yla meclis iradesinin “by-pass” edildiği gerçeğinin ortaya çıkmasıdır. Mecliste gerekli çoğunluğun (ortak iradeye ulaşılamadığı için) bulunmaması nedeniyle halkoylamasına gidilmesi ve ezici bir evet oyunun çıkması, bu yöntemin bundan böyle AKP tarafından sık kullanılacağının işaretidir. Bu yöntemi meşru göstermek içinde tek sav yeterli: Millet böyle istedi.

Gelin, elli yıl öncesine, Ulus’taki eski TBMM’sindeki bir oturumu anımsayalım. Demokrat Parti milletvekilleri, Menderes hükümetinden şikayetçidirler. Beğenmedikleri bakanları tek tek kürsüye çağırıp istifa ettiriyorlardı. Örneğin Dışişleri bakanını “En uzun boylu Fatin Rüştü Zorlu” temposuyla istifa ettirmişlerdi. Durumun böylesine ciddiyet kazanması karşısında Başbakan Menderes, kürsüye çıkarak “Siz bu güçle hilafeti bile geri getirirsini” diyerek grubunu sakinleştirmişti. Zaten anayasanın değiştirilemez maddeleri nedeniyle “Hilafet” geri getirilemezdi. Ne var ki son halkoylaması böylesine çılgın bir cesarete yol gösterebilir. Okyanus ötesine gönderilen “teşekkür ve minnet” bu bağlamda algılanabilir. Güneydoğu’da mitinglerde nasıl “Öcalan”a bağlılık sergileniyorsa, ülkesine geri dönemeyen, zengin bir sürgün hayatı sürdüren Fettullah Hoca’ya yönelik selam ve minnet hisleri birbirinden farklı değildir. Diğer yandan İclal Aydın başta olmak üzere halay çeken gazetecilerin, futbolcu emeklilerinin önünde Kürt yurttaşlara verilen “Yeni anayasa” sözü bu niyeti açıkça göstermiştir.

2011 genel seçiminde, AKP yeni bir anayasa değişikliği yapabilecek çoğunluğu almayacaktır. Bu durumda halkoylaması yöntemi gene kullanılacaktır. Seçim sonuçlarını yansıtan harita bu cesareti vermiştir.

Çok söylendi halk oylaması somut tek bir sorun için yapılır. Ne yazık ki ülkemizde yalnız 1982 anayasasındaki “siyaset yasaklarının” kalkması için yapılanın dışında “halkoylaması”nın kurallarına riayet edilmemiştir.

Önümüzdeki seçim sonrası AKP yeniden iktidar olursa (bu bağlamda her yöntemi deneyeceği belli olmuştur) kendi ideolojisine uygun bir anayasayı herhangi bir uzlaşma aramadan TBMM’ne getirecektir. Ekibi hazırdır. Yeni taslağın “medya” desteği de şimdiden mevcuttur.

Bugün yoldan sapmış solcular, liberal olduklarını söyleyen, gerçeklerden kaçan, “ilginç” ve uçmuş aydınlar, hatta, ne yazık ki sanatçı diye saygı duyduklarımız bile “demokrasi” kavramına yanlış bakıyorlar. Örneğin son seçim haritasında sahillerdeki “Hayır” oylarını muhafazakar, geride kalan tüm Anadolu illerini “demokrat” olarak niteleyebiliyorlar.

Günümüzde artık temsili demokrasi bile tartışılıyor. Bireylerin çeşitli yöntemlerle “beyinlerinin” yıkandığı tartışılmayacak kadar açık. Piyasa’ya mal arz eden şirketler ürünlerini satmak için çocukları bile “şartlandırıyorlar”. Örneğin bir bisküi firmasının “babacığım akşama Ülker getir” biçimindeki reklamı hiç aklımdan çıkmıyor. Aynı şekilde ABD’de yetmişli yıllarda ki yaygın “Winston taste good, lake a cigarette should” sloganı.

Politikada böylesine beyin yıkama yaygın bir biçimde uygulanıyor. Örneğin son halk oylamasında kullanılan “evet” afişlerinin içeriğinde yazılanlar bu bağlamda sayılabilir. Bireylerin özgür iradelerinin böylesine koşullandırıldığı bir ortamda “serbest seçim” sözü havada kalmaktadır.

2011 seçimlerinden sonra, geniş yetkili ve uzun dönemli (mesela 7 yıl ve iki kez seçilme hakkı) Başkanlık sistemini içeren “Yeni Anayasa” taslağı hemen gündeme gelecektir. Böylece saygın siyaset bilimcilerin“Taçsız Kral” diye nitelediği bu sistemle karşı karşıya kalabiliriz. Bu bağlamda bir “oldu bitti” ile karşılaşmamak için, bu yönetim biçiminin her yönünü irdelemek gerekmektedir. En ilginç örnek De Gaulle sonrası Fransa’sıdır. Yarı Başkanlık diyebileceğimiz bu uygulamada sadece Sosyalist ve Komünistlerin ortak adayı Mitterand iki dönem Başkanlık yapabilmiş: daha sonra sağ Başkanlar, nihayet Sarkozy gibi uçuk Başkanlar Ellysée sarayının ev sahibi olmuştur.

“İdeal olan halkın doğrudan iradesini almaktır”, “Halk oyu karşısında boyunlar eğilmeli” ve “en iyisi millete sormak gibi sloganlaştırılmış savları artık sık duyacağız. “hayır” bu faşizme benzer bir yönetime yol açar dediğimizde “statükocu” olacağız. Geleceğin nasıl zifiri kara bulutlarla kaplı olduğunu şimdiden görüyorum. NTV’de izlediğim bir programda “hiç dağdaki çobanla benim oyum bir olur mu?” diyen sarışın güzelin nasıl “aptal” muamelesi gördüğünü anımsıyorum. Oysa özünde haklıydı. Çünkü bugün yere göğe koyamadığımız demokrasi “eşitsiz dağılmış olan bilgi dağarını” aynı tencerede kaynatan, sonunda ortaya çıkan tatsız tuzsuz, ne olduğu belirsiz çorbayı şifa diye yığınlara içiren bir bozuk düzen oyunudur…Yerseniz afiyet olsun!