Fak-Fuk Fon'dan Ordunun Metalaşmasına

1970’li yılların amacı ustaca örtülen karmaşasından sonra, Turgut Özal’ın işbirlikçi tavizleri ile benimsetilen “Neo-liberal dünya görüşü” adım adım yeni meyvelerini vermeyi sürdürüyor. Anılarınızdadır Özal iktidarında bir dizi fon gündeme gelmişti. Bunlar maaşlardan, ücretlerden kesilerek oluşturuldu. Bu fonların Sayıştay vb. kurumlarca denetilmesi söz konusu değildi. Toplanan paraların ne yönde harcandığı hala bilinmemektedir. Bazıları çok komik faizler ile geri ödendi. Ödenen para temel anlamını ve değerini çoktan yitirmişti. O yıllarda (80’lı yıllar) bankerler gibi devlet de bu “sözde” fonlarla halkı soydu. Bankerler kaçtı, devlet yerinde kaldı ne var ki paralar buhar olup, uçmuştu. Bu fonlardan birinin adı çok dikkat çekiciydi: FAK, FUK FON yani Fakir Fukara Fonu. Daha sonra Demirel seçimlerde bu fona bir kardeş getirdi: Yeşil Kart.

O günlerde daha rüşeym halinde olan neo-liberalizmi tam anlamıyla değerlendirmekten çok uzaktık. Nitekim Prof. Dr. Sadun Aren ve bazı iktisatçıların yayınladığı “24 Ocak” kararlarını ele alan ve eleştiren kitap ve Petrol – İş tarafından yayınlanan “Para babaları ne istiyor” adlı broşür konuya bu bağlamda tüm boyutlarıyla yaklaşamamıştır. “sosyal Devlet” ölmüştür diyen Özal’ın bir yandan da Fak-Fuk Fon’la kendi içinde çelişkiye düştüğünü bile ileri sürenler vardı. Ama 2010’da Özal’ı çok iyi anlıyorum. Çünkü Neo-liberal ekonomi anlayışı sadece küçük bir sermaye grubunu ve onun hizmetkârlarını ihya etmeye yönelikti. Büyük halk yığınları adım adım fakirleşecekti, hatta aç kalacaktı. Eğitim’den sağlığa hiçbir hizmetten tam manasıyla yararlanamayacaktı. Her şey adım adım metalaşacak, istihdam yaratmayan büyümenin tüm nemaları sadece finans kapitale akacaktı. Nitekim bugünkü manzara bunu kanıtlıyor.

Açlar ramazan çadırlarında doyuyor. Sınırlı gıda, kömür yardımları paketler içinde sadaka gibi dağıtılıyor. Geçenlerde bir yazar başbakanın neden sık sık hamdolsun dediğini sorguluyordu. Oysa durum çok açık. Başbakan yoksulların, açların bir lokma, bir hırka ile kaldığı zaman bile “Hamd” etmesini istiyor. Şikâyeti dinen mahzurlu sayıyor.

Özal’dan bu yana ekonomi sadece bir emme basma tulumba gibi çalıştı. Parasal olarak büyüdü, yerli ve yabancı belirli bir finans çevresi bayram etti. Uluslar arası verilere göre Türkiye’de 16-20 milyon insan yoksulluğun alt sınırında. Karınları belki tok. Fakat aldıkları besin sağlıklı değil. Bu veriler bile iyimser. Gerçekte yoksulluk Doğu, Güneydoğu, Orta Anadolu, Karadeniz kırsalında dayanılmaz boyutta. Kent varoşları bunun en etkin tanığı.

Özal, savunduğu neo-liberalizmin varacağı noktayı çok iyi biliyordu. “Ben zengini severim” derken, fukaranın da tanrıya ve de kendisine “hamd” etmesini amaçlıyordu. O günden bu yana çeyrek yüzyılı geride bıraktık. Yardım paketleri ile “sadaka kültürü” yayıldı ve kökleşti. Aynı şekilde “metalaşmak”da yığınların “idol”ü haline getirildi. Para hızla azizleşti… Ve geldik en son durağa, Profesyonel Orduya.

Hepimiz, en azından benim kuşağım, “ulus” olmanın kıvancını yaşadık ve “Vatan”i mukaddes bir varlık gibi savunmaya koşullandırıldık. “Yurtsever”lik vazgeçemeyeceğimiz bir öğeydi. Beğenelim, beğenmeyelim, evlatlarını “vatani görevine” gönderirken davullu zurnalı uğurlamaların altında bu “yurtseverlik” duygusu yatıyordu. Gelinen “Profesyonel Ordu”yu kurma noktası metalaşma sürecinin doruğudur. “Taraf” başyazarının tiksindirici yaklaşımının başat hale gelmesidir. “Metalaşma” güdüsü mafyasal düzenin ana töresidir. Öldürülecek her adamın, sarf edilecek her kurşunun yüklü bir bedeli vardır. Mafya babası koruyucudur, koruduklarından, bir gün, bunun karşılığını ister. Profesyonel ordunun gerçek anlamı “Para sever” ordudur. Gençliğimizin jargonu “Ne kadar para, o kadar köfte” deyimi “yurtsever”liğin yerini almıştır. Sanırım Başbakan’da dâhil günümüz iktidarının önde gelenleri “Fransız Lejyon” dönemini görmediler ve bilmezler.

Fransa, Cezayir, Fas ve Tunus’u eline geçirdiği zaman kentlerde egemenliğini kolayca kabul ettirmiş, fakat Sahra’daki bedevi aşiretlere, özellikle “Tuareg”lere söz geçirememişti. Bu nedenle Sahra karakollarına, çoğu suçlulardan ve çeşitli ülkelerden kaçan kopuk takımından oluşan profesyonel “Lejyon” birliklerini yerleştirdiler. Bu birlikler yaklaşık İkinci Dünya Savaşına kadar görev yaptı. Birçok filme, romana da konu oldu. “Piyasa”yı amentü, “Para”yı “Aziz” bellerseniz, umarınızda “Profesyonel”lik olur. Ne var ki bu üç P’den bir sonuç alınmaz. Futbol severlerin dediği gibi: “Profesyonellik icat oldu takım ruhu öldü”. İş paraya kalırsa, Hoca haklı çıkar: “Parayı veren düdüğü çalar”. Geçimizde ki yeniçeri “kazan kaldırmaları” bu anlayış için güzel bir derstir. Gazi’nin Anadolu zaferini paralı askerler sağlamadı.