Balon

Balon doğumumuzda tanıştığımız ilk nesnelerden biridir. Rengarenk, çeşit çeşit kah karyolamızın iki yanındaki korunaklara bağlanır, kah cibinliğin üzerinde süzülür. Mahalleden bir baloncu geçmeye görsün çocuklar önce annelerine koşar, eğer para bulabilirlerse baloncunun peşine düşerlerdi. Ülkede, televizyonun emekleme çağında, İbrahim adlı bir şarkıcının “Balonlarım vardı” ezgisi çok beğenilirdi. Balon çok narindir. Hemen patlar ya da elimizden uçar gider. Balonla ilgili hiç unutmadığım sahne ise Chaplin’in “Diktatör” filminde, Hitler kürenin haritasının resmedildiği bir balonla oynadığı bir bölümdür. Oyunda, küre, onu kucaklamak isteyen Hitler’in kolları arasında patlayıverir.

Neo-liberal ekonomik yaklaşımın egemen olduğu günümüz ortamında “Balon” sözcüğünü sık duymaya başladık. Borsa indeksleri, emisyon, hisseler, borçlar “balon”laşıyor ve de patlayıp “dip” yapıyor. Kahinlerde medyada “dip”in tek mi çift mi olacağını tartışıp, ünlerini pekiştiriyorlar.

Her balon şişiren şişirdiği balonun patlamasından korkar. Korkmadı mı biliniz ki balon ellerinde patlayacaktır. Ekonomi’de büyük çıkarlar vaat eden “balon”lar da böyledir.

AKP’nin iktidara gelişinden bu yana en hızla gelişen sektör inşaat, özellikle lüks konut, plaza, villa ve ayrıcalıklı “site” yapımları olmuştur. “Manhattan”a özenen İstanbul bu bağlamda önü çekmektedir. Televizyonlarımızın ekranları, gazetelerimizin sayfaları havuzlu, golf sahalı sitelerin maket resimleri ile doludur. Kaçı tamamlandı, yerleşildi, yaşama geçti bilmiyorum. Yalnız son günlerde öne çıkan bir “Yaşam Mimarı”nın ekranları, sayfaları dolduran resimleri ve maketteki gökdelenleri aklıma “faize hücum” günlerini getirdi. O zaman da bankerlerin boy boy resimleri, reklamları medya organlarını süslerdi. Hiç unutmuyorum, Taksim’deki (eski adıyla) Sheraton Otel’de bir panele DPT adına katılmıştım. Merhum Turgut Özal da panelistti. Bankerler yeni palazlanmaya başlamışlardı. Konuşmalar sırasında “Bu furya nasıl devam edecek. Nereye varacak” diye endişemi belirtince Özal gülerek “Sen anlayamazsın” demişti. Ne var ki kuşkularım kısa sürede gerçekleşti. Banker faciası, banka iflasları peş peşe patladı. Büyük bir servet üç dört sene içinde el değiştirdi.

Bugünlerde aynı balon “lüks konut” furyasında kendini göstermeye başladı. “Yaşam Mimarı” ekranlarda altını çizerek “lüks eskiden saraylarda yaşanırdı şimdi Ataşehir’de” diye ağır bir vecize ile sözüne başlıyor, hemen ekliyor: “Ataşehir’de 10 bin peşin daire senin” Kuracağı sitenin de adı hazır: “My Towerland”. Türkçesi “Benim Kule Diyarım” şeklinde ifade edilebilir.

Yukarıda yansıttığım sadece bir örnek, İstanbul ve çevresi lüks konut yapımıyla dolu. Siteler, plazalar Avrupa’nın en büyük gökdeleni bile bu kentte… Üst katları neredeyse Karadeniz kıyılarını, Riva’yı görüyor. Yakınlarda “Zorlu” grubunun bir açıklamasını ise havısalam almadı. Beşiktaş’ı Levent’te, Etiler’e bağlayan yolun üzerindeki karayolları bölge binasının bulunduğu arsayı satın alan Zorlu grubu burada gerçekleştireceği proje’de yer alacak rezidans’ların (yani dairelerin) metre karesinin 18 000 dolardan başlayacağını açıkladı. Yani 100 metre karelik bir daire 1 800 000 dolar. Hiç şüphe yok ki yapılacak ultra-lüks rezidans’lar 100 metre karenin çok üzerinde olacaktır.

Önemli sorun bu ultra-lüks yaşam odaklarını kimler satın alacak. Bu sorunun tek yanıtı vardır neo-liberalizmin finans hokkabazları. Çünkü bu zümre %600-1000 kârı bile az görmektedir. İçleri ne olduğu belirsiz fonları pazarlayarak bu kazançlara ulaşmaktadırlar. İstihdam yaratmadan servetlerini büyütmede ustadırlar. Deyim yerindeyse Küresel finans kurumlarının, “küresel finans kumarı”nın Dostoyevski’ye bile parmak ısırtacak “Kumarbaz”larıdır.

Bu yazıyı okuduğumuz günlerde, İstanbul’da açılan “Otoshow”da sergilenen arabaları da aynı zümre alacaktır. Nitekim dört Ferrari satılmıştır. Dubai’ye daha nice sanal kentlere özenenler, belki bir gün 17 milyonluk mega kentin varoşlarını rezidanslarının roof’unda görürler de oralara yolları düşer diye umutlanmayın, görürler görmesine de oraları nasıl yağmalayacaklarından başka bir şeyi düşünmezler.

Önümüzdeki dönem, ileri Demokrasi’den başlayan bu sanal balonların gerçek yüzünü göstererek patlamaktır. Yoksa türban balonunun “Üniversite de evet, ama ilkokulda, kamu görevinde olmaz” demekle yetinmek yenilgiyi kabul etmektir. Balon sorunlar tuzaktır, sanaldır. Gözleri kamaştırır. İçi boştur. Bunu ise deneyleriyle bilenmiş sosyalist fark eder. Bizde bir balon şişirelim, yığınların gözünü kamaştıralım demek sözde sol görünümlü politikacılara yakışır. Nazım’ın seksen yıl önceki “Putları yıkıyoruz” kampanyasını hatırlama, öğrenme çabasına girin…çok şey öğrenirsiniz.