TÜSİAD, Boyner ve vesayet hakkı

Son günlerde TÜSİAD kendini ve niteliğini öne çıkaran bir edayla konuşmaya başladı. Bu hakkı kendinde görüyor. Tavrı doğrudur. O tavrı anlamayanlar ise ya cahildir, ya da korkmaktadır. TÜSİAD’a ve de onu temsil eden yetkili kişilere “Siyaset Acemisi” sıfatını yakıştırmak ise haksızlıktır. Çünkü TÜSİAD siyasi rüştünü Mayıs 1979’da kanıtlamıştır. Şimdi Haziran 2010’nun son haftasına giriyoruz. Demek ki otuz bir yılı geride bırakmışız. Bir sözümde Abant’ta toplananlara “siyasi vesayet”i tartışıyorlar. TÜSİAD’ı görmüyorlar, havanda su dövüyorlar.

Günümüzde siyasi anlamda karar alma hakkı, bilinir ki, sermaye sınıfınındır. O sınıfın ne ulusal, ne vicdani anlamda bağlı olduğu hiçbir kurum ya da devlet yoktur. Onlar için matlup olan, azlz olan tek şey sahip oldukları “servet”tir. “TÜSİAD” Türkiye’de sermaye sınıfını temsil eder. Uluslararası, bugünün deyimiyle, küreselmiş sermayenin bir uzantısıdır. Dolayısıyla küresel sermayenin Türkiye acentesidir. Şu anda, Toronto’da (Kanada) bir otele sıkışmış, ekonomik krize yönelik politikalar oluşturmaya çalışan G-20’lerin vasisidir. G-20’lerin anlı-şanlı devlet büyükleri gerçekte onun piyonlarıdır. Tek ve son söz ise “Küresel Sermaye”nindir. O otelin çevresinde seslerini yükselten protestocu yığınlar ise dünyanın ezilenlerinin, açlarının, fukaralarının hızla artan işsizlerinin sesi olmaya çalışmaktadır. “Başka bir dünya vardır” belgisi, o yığınların, yani altı buçuk milyar insanın umudunu simgelemektedir.

TÜSİAD ve Bayan Boyner’in sesi ve söylemi gür çıkmaktadır. Çünkü o sesin tınısında gerçek “Vasi”nin gücü vardır. Bir o kadar da yanlışı içermektedir. Bayan Boyner, “Konuşacağız, çünkü verginin yüzde doksanını biz veriyoruz” derken hem yığınları aldatıyor, hem de sermayenin hilekâr yüzünü yansıtıyor. Aldatıyor, çünkü ülkede toplanan vergilerin yüzde doksanını emekçi, memur, küçük esnaf, işsiz yığınlar vermektedir. Kapitalist düzende sermaye sınıfının ödediği ve de çok konuşulan, her yıl gazetelerde boy boy yansıtılan o vergileri ödeyenler, bir şekilde ceplerinden çıkan parayı geriye almaktadırlar. Ya şirketlerinin ürettiği ve sattığı malların fiyatlarına yansıtarak ya da devlete de borç vererek onun faiziyle verdikleri miktar, kendi ceplerine geri dönmektedir. Kaçırdıkları, gizledikleri de cabası. “Erikli” suyunu satan (eskinin Sakası) patronun dalavereleri bunun en güzel örneğidir.

Zaten neo-liberalist ekonomi politikalarının egemenliği altında geçen son kırk yılda, sermaye hemen hemen sürekli vergi indirimleriyle istediği tavizleri almaktadır. Bir zamanlar “adil” olduğu ısrarla derslerde okutulan “mütevakki” vergi düzenlemesi Reagan – Theacher döneminden bu yana sadece kitap sayfalarında kalmıştır. Ülkemizde ise Özal’dan bu yana unuttuk. Yerine KDV, o da olmadı ÖTV ile tanıştık pek yakında “Ultra” ÖTV ile de tanışacağız. Uyanık Bayan Boyner bunları pekâlâ bilir ve de söylemez. Bu iki vergi, bir zamanların “Maliye hocaları”mızın yerden yere vurduğu dolaylı vergilerdir. KDV “Katma Değer Vergisi”nin ÖTV ise “Özel Tüketim Vergisi”nin kısaltılmışıdır. İkisi de birer vergi zincirini yansıtmaktadır. Zincirin son halkasındaki tüketici ise o zincirin tüm yükünü sırtlamaktadır. KDV ve ÖTV halkın, ezilenin, sömürülenin, emeklinin, hatta küçük bir bebeğin bile ayaklarına vurulmuş bir kölelik prangasıdır.

Bu vergiler yoluyla devletin vergi gelirlerine en büyük katkıyı, ezilen, sömürülen, açlar ve de fukaralar yapmaktadır. Doğumdan mezara kadar bu vergi zulmü devam etmektedir. TÜSİAD kraliçesinin “empati” sağlamaya çalışan çatal dilinin altında bu zehir vardır. Bir yandan sermayenin vasiliğini vergi yalanıyla ilan ederken diğer yandan ABD yönetiminin üç numaralı büyüğü (Obama ve Biden’den sonra) Hillary Clinton’dan mesaj getirdiğini söyleyerek gerçek “vasi”ninde ABD olduğunu dolaylı yoldan kanıtlamıştır. Dolaylı vergiler, dolaylı yöntemler bunlar sermayenin “ceberut” yüzünü peçeleyen ögelerdir. Sermayeyi temsil edenler, yığınları, böyle oyalamayı pek severler. Ama “Şaban” bunu yutmaz. Merhum Sunal, saf ve de bakir Anadolu insanının bu yönünü ne güzel yansıtmıştır. “Ortadirek” ve de “KDV” hikâyelerini her seyredişimizde tekrar tekrar güleriz ve düşünürüz. Çokbilmiş Bayan Boyner bizi “Şaban” saysın ama onun “esnek istihdam” modelinden bu yana amacını biliriz. Sermayenin sözde hoşgörülü ılıman sesinin en acı ve etkin zehiri içerdiğini öğreneli neredeyse iki yüz yıl oldu, yutar mıyız?

Not: İlhan Selçuk’u yitirdik. Askeri darbelerin gerçek öyküsünü “Ziverbey köşkü” adlı yapıtında yansıtmıştı. Benim gibi Cumhuriyet döneminin son yaşayan kuşağı idi. Bizler her doğruyu el yordamıyla, kitaplıklara kadar yansıyan sansüre rağmen, öğrenmeye çalıştık. Çileli gazeteciliğin en yetkin örneğiydi. Doğru bildiğinden dönmedi. Ödüllendirilen bazı yaşıtları gibi “enseyi karartmayın” öğüdü vermedi. Anadolu’nun bin yıllık siyasal sağduyusunun odak noktasına yatırıldı. En azından dik durma saygısını hak etti.